İstanbul`da Âşık Kalmayınca...
Günlerden bir gün Muhib`in yaşadığı şehre, Semerkand`a çok uzaklardan bir yabancı geldi. Bu yabancı hoş olmayan kıyafetler içinde bulunuyordu. Yoldan gelen geçen hiç kimse ona ilgi göstermiyor ve hatta ayıplar gözler ile bakıp rahatsızlık veriyorlardı.
Zaten aşk ehlinin en büyük vasıflarındandır inkar edilmek, horlanmak, ayıplanmak. Gel gör ki bu ihtiyarın aşk hususunda bir emsali daha yeryüzünde mevcud değildi. Şehre geliş sebebi ise ünü her yere ulaşmış olan Muhib idi. Duymuştu ki; Muhib herkese sevgiliden bahsetmekte, aşk`a dair birtakım sırları insanlara açmaktaydı.
(Aşk işi aklın güç yetiremeyeceği acaib işlerdendir. Bu yolda Leyla, Aslı, Şirin, Cânân... birdir. Tıpkı Mecnun`un, Kerem`in, Ferhat`ın ve Muhib`in bir olduğu gibi. Belki onları görenler, hayatlarını okuyanlar onları ayrı vücûdlara sahib farklı farklı kimseler olarak tanır, bilir. Ama işin aslı öyle değildir. Bütün âşıklar tek bir vücûd gibidir. Ve hepsi bir tanedir. Çünkü aşk tektir.)
Muhib`in işlerine kızan ihtiyar, aşkın sebeb olduğu kıskançlık duyguları ile tâ İstanbul`dan kalkmış onca yolu hiç üşenmeden yürümüş ve Semerkand`a ulaşmıştı. Muhib aradı ama bulamadı. Sonra Muhib`in yakınlarından birine rastladı. Yakını Muhib`in nerde olduğunu ihtiyara söyleyince, ihtiyar: `Şimdi ben sana sorarım` manasında başını salladı, gence teşekkür etti ve Muhib`in bulunduğu yere doğru hareket etmeye başladı.
Muhib derme çatma bir barakada tek başına oturmuş, Cânân`ı düşünmek ile meşgul bir hâl üzre iken kapısının aralandığının farkına varamadı. İhtiyar elini omzuna atınca, elin sahibine baktı ve hemen doğruldu. İhtiyar konuştu:
- Merhaba ey acemi âşık.
Muhib bu hitaba sadece: `Merhaba!...` ile karşılık verebildi. Sanki suçunu biliyor ve başına gelecekleri bekliyor gibi bir hâli vardı. İhtiyar devam etti:
- Ey Muhib! Beni günlerdir yollara düşürüp, senin yanına kadar sürükleyen sebeb nedir biliyor musun?, dedi.
Muhib hiçbirşey demedi. İhtiyar:
- Ya Muhib!... Kabahatlisin, biliyorsun değil mi? Senin ne haddine ki; aşktan yana insanlara konuşuyor ve durmadan Cânân`ı anlatıp duruyorsun. Bu iş sana mı kalmış, dedi.
Muhib sesinin tonunu kısarak cevab verdi:
- Aman efendim! Benim ne haddime, insanlara aşktan konuşmak, sevgiliden bahsetmek. Aşkın ve sevgilinin sohbeti mümkün değildir. Bunlar dile gelecek, sohbeti edilecek şeylerden değildir. Çünkü tam manası ile bilinen şeyler değildir bu meseleler. Hâl böyle olunca bu hususlar hakkında konuşmak ancak bir cehaletin sonucudur. Ben aşktan insanlara değil, insanlardan aşk`a bahsediyorum. Cânân`ı insanlara değil, insanların halini Cânân`a anlatıyor idim, yine de bir kusurum olmuş ise af dilerim, dedi.
Muhib`in cevabını işiten ihtiyar bu cevabı makbûl buldu. Muhib`in yaman bir âşık olduğuna kanaat getirdi.
İşin aslının ise şu olduğu söylenir:
İhtiyar onca yolu bir âşık görebilmek amacı ile katetmiş. İstanbulda aşk kaybolunca, âşıklar da firar etmiş dört bir yana. En yakında bulunan aşık da Semerkand`da ki Muhib olunca mecburen Semerkand`a gitmiş. Neyse ki niyeti sağlamış da ümid ettiği şeye ulaşmış.
Sizin de kalbinizde bir âşık görme arzusu vâr ise, bir sefer yakındır, diyelim ve noktayı koyalım... Ama üç tane birden...
...
Ankara, Aralık 2007
YORUMLAR
Aman efendim! Benim ne haddime, insanlara aşktan konuşmak, sevgiliden bahsetmek. Aşkın ve sevgilinin sohbeti mümkün değildir. Bunlar dile gelecek, sohbeti edilecek şeylerden değildir. Çünkü tam manası ile bilinen şeyler değildir bu meseleler. Hâl böyle olunca bu hususlar hakkında konuşmak ancak bir cehaletin sonucudur. Ben aşktan insanlara değil, insanlardan aşk`a bahsediyorum. Cânân`ı insanlara değil, insanların halini Cânân`a anlatıyor idim, yine de bir kusurum olmuş ise af dilerim, dedi.
...
çok güzeldi...gönül dostu...
paylaşım adına teşekkür ve Saygılar...