- 1256 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KADIN, BİR ADAM-2
Bir adam. Tek odalı evin mutfağında oturmuş, masanın üzerinde açık duran kitabın içindeki rakamlara bakıyor. Açık kitabın yanında iki tane kitap daha var. Kitapların matematiksel analiz ile ilgili kitaplardı. Donuk donuk önündeki matematik kitabına bakıyordu. Üzerinde alt kısımda bir eşofman altı, üst kısımda da siyah renkli sade likralı bir tişört vardı. Sakalları hafif uzamış, sakalların uzun olması hem ona yakışması hem de ruh halinin bir nevi dışa-vurumuydu.
Telefonun sesiyle irkildi. Arayan oldukça zengin olduğunu bildiği kırklı yaşlarında, müşterisi olan bir avukattı. Avukat hanım sordu” Bu gece müsait misin”. O da karşılık verdi:” Evet, gece saat on ikide gel, yarın zaten hafta sonu, dinleniriz.” Kadın:”Olur , canım.” Diyerek telefonu kapattı.
Kalemi eline aldı,kitabın sayfasında gördüğü beş rakamının üzerini karaladı. Kendisini düşündü, hayatını düşündü. Neler geçmişti başından. Yirmi üç sene önce bu devasa kentin bir mahallesinde dünyaya gelmişti. Anne babasının ilk çocuğuydu. Bu devasa kentten memleketlerine akraba ziyaretine giderken yolda bir tır otubüse çarpmış, anne ve babası hemen orada can vermişlerdi. Kendisi de camdan fırlamış. O zamanlar daha üç yaşındaydı. Zaten ancak hatırlayabiliyordu. Hatıraların üzerindeki perdeyi kaldırmak ne de zordu. Bir süre karakolda kalmış, akrabalarından hiç biri onu kabul etmemiş, bunun üzerine çocuk yurduna verilmişti. Annesiz-babasız bir çocukluk geçirmişti. Soğuk yurt odalarında hep başını dayayacak sıcak bir kucak aramıştı. Yağmurlu gecelerde, gök gürültüsünden korkardı, başını yastığın altına koyar, için için ağlardı. Üstüne üstlük bir de yurtta çalışan memur ve bakıcıların yedikleri dayak da cabası. Gerçi yurt müdürü çok iyi bir insandı ama her şeye de yetişemezdi ki..
Altı yaşında ilk okula başlamıştı. Okulda kafası çalışan , zeki biriydi. İlk okulu yurdun yanı başındaki ilk okulda okumuştu ve ilk okulu birincilikle bitirmişti. Bütün çabasını gücünü derslere vermişti. İçine kapanık biri olmuştu hep, fazla konuşmazdı, gerektiğinde ya da laf ona düştüğünde ağzını açardı. Kolay kolay kimseyle de muhatap olmazdı. Bunun bir sebebi de onları kıskanmasıydı. Onların anne-babaları vardı ama onun yoktu. Kaç kez okul çıkışı ağlamıştı merdivenin basamaklarında.
Orta okuldan sonra sınava girmiş aynı şehirde pansiyonlu bir lise kazanmıştı. Lisede pek fazla kimseyle konuşmasa da herkes onunla iyi geçinmek zorundaydı. Çünkü sınıfın en iyi öğrencisiydi matematik konusunda. Hatta olimpiyatlara bile girmiş, madalya kazanmıştı matematik alanında.
Anasızlığın babasızlığın acısını hep taşıdı içinde.. Müdür ona bir burs ayarlamış, aynı zamanda çocuk yurdunda kaldığından dolayı bir burs da ordan alıp hayatını idame ettiriyordu. Lisede hep kızlara uzak durmuştu. Bazen kızlar onun yalnızlığına ortak olmak için yanaşsalar da hep onları terslemişti. Yalnızlığı kabuğuydu onun. Hayat her şeyi almıştı elinden. Tek yalnızlık kalmıştı ona ve onu da kimseye vermeyecekti.
Kendisiyle dalga geçen arkadaşları yok değildi. Bir gün sınıfta en arka sırada oturmuş, içeri, giren bir sınıf arkadaşı ona:”Selam, yetim,, nasılsın?” diye seslenmiş. O ise yerinden ağır ağır kalkmış çocuğun yüzüne bir yumruk vurmuştu. Bunun üzerine sınıf arkadaşı, arkadaşlarını toplamış, yurdun arkasında onu tutup bir güzel benzetmişlerdi. Hatta içlerinden biri bıçak çekmiş, bıçak sağ boyun kısmında epey içeriye kaçmıştı. En yakındaki hastaneye gitmiş, acil serviste doktor gerekli müdahaleyi yapmış en sonda da “Bıçak çok pis derine inmiş, bu iz gitmez kolay kolay” Sonra da gülmüş ve eklemişti”Dostum! Kızlar her zaman bıçak yarası olan erkeklerden hoşlanırlar”
Doktorun son söylediği onu çok etkilemişti. O bıçak yarasından hiçbir zaman nefret etmeyecekti. Gerçekten de doktorun dediği de çıkmıştı. Kadınlarla sevişirken kadınlar onun o bıçak yarasını okşuyor ve öpüyorlardı.
Bazen gider kütüphaneye takılırdı. Çok kitap okumuştu. Kitap okumak bir tutkudan çok bir alışkanlık olmuştu onun için.
Arkadaşlarından bazıları buna bir anlam veremiyorlardı. Hem matematikte bu kadar başarılı olacak hem de edebiyatta, olacak şey değildi. Oysa matematik nasıl sayılar, teoremlerin dansıysa edebiyat da kelimelerin birbiriyle uyum ve dansıydı. Matematik nesnelliğe, kesinliğe giderken , edebiyat muammaya, bilinmezliğe. Ne kadar çok kelime veya kavram varsa o kadar da bilinmezlik vardı edebiyatta. Zıtlar uyumuydu matematikle edebiyat onun içinde, bu iki insanlık değeri onu içinde birbirleriyle sevişiyorlardı durmadan.
Lise son sınıfta üniversite sınavına girmiş, oldukça iyi bir puan da almıştı. Hatta tıbbı tutacak kadar puan almıştı. Ama o hiç düşünmeden tek tercih vermişti, matematik diye. Artık daha fazla sayılar arasında gidip gelecekti.
Üniversiteye kaydını yapmış, devlet yurduna yerleşmişti ama beş parasız da kalmıştı. Bu durumu bir arkadaşına açmıştı. Arkadaşı onu dikkatlice süzmüş”Seni biriyle tanıştırayım” demiş, gerçekten de iki gün sonra altmış yaşlarında biriyle bir cafede görüştürmeye götürmüştü onu, onu orda öylece bırakıp çıkmıştı. Adam altmışlı yaşlarında ak saçlı ama bu yaşına rağmen karizmasından bir şey kaybetmemiş, otoriter tavırlı birisiydi.
Adam, sevecen bir sesle lafa girmişti.” Arkadaşın bana anlattı durumunu. Benim ismimi merak edersen hiçbir önemi yok ismin. Sadece sana yardım için yanındayım. Benim gibi çalışanlara halk arasında’pezevenk’ denir ama ben kendimi öyle görmüyorum. Kendimi erkeklerin ve kadınların zevklerine arabuluculuk eden bir olarak tanımlıyorum. Saçların düz ve kıvırcık arası bu hoş, uzatsan arkadan bağlarsın daha da güzel olacak. Sakalların siyah ama uzayınca kızıllaşıyor uçları, ve düzgün. Tam bir bukalemun gibisin. İyi bir vucüdun ve en önemlisi geniş omuzların var. Tam jigolu olacak tiptesin” Şok olmuştu adam resmen ona jigoluluk teklif etmişti.. Yaşlı adam devam etti.”Aklından neler geçtiğini biliyorum az buçuk, ahlak falan diyorsun, insanlara karşı kendini rahatsız hissedeceksin. Sana bir soru, sen şimdi açsın kimse kalkıp da sana bir lokma veriyor mu? Hayır. Ee peki sen neden kendini rahatsız hissedeceksin. Benden sana teklif. İyi düşün. Eğer kabul edersen dayalı döşeli tek odalı dairelerimiz var onlardan birini sana vereceğiz. Boş olduğun geceleri bize bildireceksin, ve biz sana o vakitlerde müşteri yollayacağız. Sen müşteriye gitmeyeceksin, müşteri sana gelecek. Her kadın minimum bir ücret verir, o ücretin üçte ikisi benim payım üçte bir de senin payın. Ayrıca ayda bir masrafların içinde ekstra bir para vereceğim sana. Ayrıca her kadın sana limit ücretten çok daha fazla para verecektir. Bundan emin olabilirsin. O para bir nevi bahşiş olacaktır sana, ona karışmayacağız..”
Adam elini cebine koydu bir miktar para çıkarttı. Hiç de azımsanacak bir para da değildi. Adam:” Bir kadının vereceği en az para bu kadardır. Bu para senin olsun. Teklifimi kabul etsen de etmesen de, istediğin gibi bu parayı harca. “. Tam masada kalkacakları sırada, yaşlı adam sordu:” Sen milli oldun mu?” diye. Başını sallamıştı olumsuz manada. Yaşlı adam:” Önemi yok, zaten bir ay boyunca seni tecrübeli bir müşterimize vereceğiz, o seni eğitecek. Sonra kahkahayla gülmüştü:” En çok senin geniş omuzlarından hoşlandım, biliyor musun neden. Çünkü kadınlar geniş omuzlu erkeklerden hoşlanır. Sebebi de sevişirken kadın bacaklarını erkeğin omzuna atar, eğer geniş omuzlu değilse bacakları aşağı düşer. Geniş omuzluysa, harika bir iş çıkartır erkek. Ah! Kadınlar! Sizleri bir ben biliyorum”
Sonra teklifi kabul etmiş, bu eve taşınmıştı işte. Üç seneyi bulmuştu bu işi yapıyor olması. İlk geldiğinde eve kırk beş yaşlarında bir kadın gelmişti. Onunla ilk defa yattıktan sonra onu beğenmişti. “Senden iyi iş çıkar” demişti. O kadın ona o kadar çok şey anlatmıştı ve öğretmişti ki.. En sonunda şunu demişti ona :” Bak artık sen hazırsın, sana bunca şey öğrettim, ama uygulamada kendi karakterinle bunları harmanlayacaksın ancak o zaman başarılı olursun” dedikten sonra da gitmişti zaten o kadın. Bir daha da onu görmemişti.
Gerçekten de kadınlar onu çok tutuyorlardı. Sadece cinsel doyum noktasında değil, öpüşüyle, sarılışıyla onların kadınlık gururlarını okşuyor,daha doğrusu içlerindeki kancık- tanrıçayı tatmin ediyordu.
Devam edecek…
YORUMLAR
Arkadaşlarından bazıları buna bir anlam veremiyorlardı. Hem matematikte bu kadar başarılı olacak hem de edebiyatta, olacak şey değildi. Oysa matematik nasıl sayılar, teoremlerin dansıysa edebiyat da kelimelerin birbiriyle uyum ve dansıydı. Matematik nesnelliğe, kesinliğe giderken , edebiyat muammaya, bilinmezliğe. Ne kadar çok kelime veya kavram varsa o kadar da bilinmezlik vardı edebiyatta. Zıtlar uyumuydu matematikle edebiyat onun içinde, bu iki insanlık değeri onu içinde birbirleriyle sevişiyorlardı durmadan.
Hayatta öyle değil midir?
Zıtlar ve çelişkiler uyumu ya da uymsuzluğu
Arslan Tuğrul ÖZER
Orta okuldan sonra sınava girmiş aynı şehirde pansiyonlu bir lise kazanmıştı. Lisede pek fazla kimseyle konuşmasa da herkes onunla iyi geçinmek zorundaydı. Çünkü sınıfın en iyi öğrencisiydi matematik konusunda. Hatta olimpiyatlara bile girmiş, madalya kazanmıştı matematik alanında.
KENDİMİ buldum bu harika öykünde
sevgili haval
varol
sağol
çok
...