- 2866 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Barışma
Ahmet, Mehmet ve ben 3 arkadaştık.Üçümüzde kardeş gibiydik.Üçümüzün ailesi de bizleri kendi çocukları gibi görürdü ve birbirimize karşı sevgimiz ve saygımız sonsuzdu. Okula bile beraber gider , beraber gelirdik.Evlerimiz fazla uzak değildi ama küçücük kasabada uzak yakın mesafe de söz konusu değildi.Birbirimizi görmek istediğimiz zaman hemen kendi evimize gider gibi gider ve görüşürdük.
İlkokul 5. sınıftaydık. Çocukça duyguların, sevgi ve muhabbetlerin yaşandığı , büyüklerimizi taklit ederek barıştığımız , dövüştüğümüz ama fazla küs kalmadığımız zamanlardı.
Büyüklerimiz çocukça kavga etmemiz ve barışmamızı “ Şakayla karışık , Sadri Alışık, sabah kavgalı, öğle barışık” diyerek espri bir dille anlatır, bizleri güldürürlerdi.
Üç arkadaşın hayatı okul, ev ve okul dışında ve tatil günlerinde gidilen tarlalardan ibaretti.
Kasaba dışına çok mecbur kalmadıkça çıkılmayan topluma kapalı olan bir çevrede yetişmekteydik.Çocuk olduğumuz için anne ve babamızın , diğer insanların kötü kopyası olarak yetişmekteydik. Çoğu zaman okuduğumuz kitaplardan etkilenmemize ve küsmenin, darılmanın kötü şeyler olduğunu öğretmenimizden ve büyüklerimizden duymamıza rağmen , anne ve babalarımızın akrabalarımızla sık sık küsmesine bir anlam veremez ve bizlerde onlara özenerek, bazen de kötü şey olduğunu bildiğimiz halde birbirimize küsmekten geri kalmazdık. Ancak bu kavgalar kısa olur, hemen barışırdık.Annem “ Çocuğun kavgası ne olacak ki sabah küser, öğle barışırlar.Çocukluk başka nasıl geçer? “ derdi.Mehmet ve Ahmet’in annesi de böyle düşünmesine rağmen özellikle çiftçi ailesi olan Ahmet’in ailesi yengesi ve amcası dedelerinden gördükleri kültür gereği kavgacılığı ve fitne fesadı tetiklerlerdi.Buna anlam verememekle beraber biz arkadaşlığımıza devam ederdik.
Günler böyle geçerken bir gün nasıl olduysa Ahmet ile Mehmet kavga ettiler. Biz “ nasıl olsa geçer, sabah küser, öğle barışırlar” dememize rağmen barışmadılar.
Ben bazen Mehmet ile bazen Ahmet ile oynamama ve arkadaşlığıma devam etmeme rağmen üçlü arkadaşlığımız sarsılmış ve ne ettiysek onları barıştıramamıştık. Doğrusunu söylemek gerekirse ben üçlü arkadaşlığa alıştıktan sonra , bir Ahmet ile, bir Mehmet ile arkadaşlığa alışamıyordum.
Kasabamızda Belediye olmasına rağmen bir çocuk bahçesi yoktu. Salıncakta sallanmak, kaydırakta kaymak , şehirlerde gördüğümüz çocuk parklarından kasabamızda görmek bizim çocukluğumuza nasip olmamıştı. Bu yüzden mahallelerdeki boş arsalarda , sokaklarda oyun oynardık.
Bir gün , iki gün derken aradan nasıl olduysa iki ay geçmesine rağmen Mehmet ile Ahmet barışmadılar. Mehmet’in babası bir kamu kurumunda memurdu ve kurumun lojmanında kalmaktaydılar. Bir gün Cumartesi okul tatildi.Sabah Mehmet’in lojmanında oynamış ve onlar öğleden sonra başka yere gezmeye gidince bende Ahmet ile oynamak için onun dedesinin evine gitmiş, onlarla oynamıştık.
Mehmet’e Ahmet ile küs kalmasının doğru olmadığını ve daha dün din dersinde Müslümanların 3 günden fazla küs kalmasının doğru olmadığını öğrendiğimizi ve okuduklarımızı uygulamamız lazım olduğunu anlatınca Ahmet konuşmama sadece “ Doğru söylüyorsun ya Dursun” demekle yetindi. “ O zaman Mehmet ile barıştırayım seni” dediğim zaman ne “ Barışalım “ demişti ne de “ Barışmam” demişti. O zaman anladım ki, Ahmet’in Mehmet ile barışmaya niyeti var. Bu konuşmadan sonra gerçekten de rahatlamıştım.
Akşam evde , öğretmenimizin verdiği bir ödev araştırırken, siyer kitabında “ Hılful fudul “ olayını okumuştum. Bu Peygamber Hz. Muhammed zamanında haksızlığa uğrayanlara arka çıkacaklarına dair bir peygamberimizin bir anlaşmaya dahil olmasını anlatmaktaydı. Ben de küs insanları barıştırmanın kutsal bir iş olduğuna inanmış ve hep hayır işleri yapmaya yemin etmiştim. Annem ve babam dini yaşamaya çalışmalarına rağmen fazla bilgileri olmayan insanlardı.Bu durumda “ Annem ve babam bana öğretmedi “ mazeretine katılmadan anne ve babamızın öğretemediklerini ders kitaplarını dikkatli okuyarak ve öğretmenimizi dikkatli dinleyerek kapatmamız gerektiğine inanmakta ve bunun da uygulanması gerektiğine daha 11 yaşındayken inanmıştım. İyi ve güzel şeyleri öğrenmek ve uygulamak için bir mazeret olamazdı.Yeter ki insan inansın ve bu inançlarının hayata geçirilmesi için gayret göstersin .
Ahmet ile konuşmamızdan aldığım cesaret , akşam evde okuduğum hikaye ile ve girişken tutumumla Ahmet ile Mehmet’i barıştırmak için ant içtim. Onları barıştırdığım zaman hem onlar mutlu olacak hem de üç kişilik arkadaşlıktan aldığım zevk ve mutluluk geri gelecekti.
Pazartesi günü gün okulda bir teneffüs anında bu sefer Mehmet’in yanına gittim. “ Bak Mehmet, biz din dersi okuyoruz.Küs olmanın kötü olduğunu öğrendik.Hayatta hem kendimizle hem başkaları ile barışık yaşayacağımıza inandık ve bunu uygulayacağımıza dair öğretmenimize söz verdik. Artık Ahmet ile barışmanız lazım” dedim.Mehmet bu sefer konuşmam karşısında ne “evet” diyor, ne de “ hayır” diyordu.Demek ki o da küslükten rahatsız olmasına rağmen buna cesaret edemiyordu 11 yaşındaki çocuğun psikolojisi ile.
İkisinden de olumlu mesajı almıştım.Gerçi barışırız dememişlerdi ama onların barışacağı konusunda umudum artmış ve kendime olan güvenim gelmişti.Yaptığım işin kutsal iş olduğuna inanmaya başlamıştım.
Aradan birkaç gün geçmişti ki ben gene Mehmet’in oturduğu lojmanda ikindi vakti oyun oynamaktaydım ki Mehmet’e aniden dönerek “ Gel Ahmet’e gidelim de sizi barıştırayım” dedim. Mehmet “Barışalım ama ben Onun yanına gitmeyeyim , o benim yanıma gelsin” dedi.Bundan cesaret alarak, Ahmet’in yanına koştum. Ahmet ‘te “ Ben O’nun yanına gitmem o benim yanıma gelsin” demesin mi ?
Bunun üzerine biraz düşündüm. Biraz Mehmet , biraz Ahmet gitse orta yerde barışsalar iyi olacaktı.Orta yerde Ahmet ile Mehmet’in evinin tam ortasında bulunan patika yolun ortası idi.Ben bu sefer tekrar Mehmet’in yanına gittim.Hava kararmak üzere ve annem ve babamın bana verdiği oyun süresi dolmak üzere idi.Geç kalırsam annem ve babam beni azarlayabilirdi.Ama karar vermiştim ve Ahmet ile Mehmet’i mutlaka barıştıracaktım. Bu azimle aralarında tam 3 defa gittim.
Tam da barımla yerine geldikleri zaman yanımızla başka arkadaşlarda vardı.Ahmet ve Mehmet kucaklaşıp barışırken akşam ezanı da okunmaya başlamıştı.O güzel anda güzel olayı yaşamanın mutluluğu ile eve vardığımda , babam bana nerede olduğumu , nerede kaldığımı sordu “ Baba oyuna dalmıştık “ dedim.
O gün akşam yemeğinde o kadar mutlu ve huzurlu olmuştum ki, babam ve annem bu durumdan memnun kalmalarına rağmen bana bir şey sormadılar ve benim huzurlu olmamdan annem ve babam gözleri ile mutlu olduklarını göstermekteydiler.
Ertesi gün okulda gene eskisi gibi üç arkadaş olmuştuk ve Ahmet’te de , Mehmet’te de küs oldukları zamanki durgunluk gitmiş , onun yerini neşeye bırakmıştı.Bir ara üçümüz bir arada iken ben kantine simit almaya gitmiştim.Döndüğüm zaman uzaktan onların çok samimi havada gülerek şakalaştıklarını görünce, onları mutlu havada bir süre seyrettim.O kadar dalmıştım ki , teneffüsün bittinden haberim bile olmamış ve nöbetçi öğretmenin :
-Teneffüs bitti gir içeri.
Demesi ile kendime geldim.Güzel şeyler yapınca insan 11 yaşında bile olsa mutlu ve huzurlu olabilmekteydi işte
Aradan uzun zaman geçti.Mehmet subay, Ahmet polis oldular. Ben de özel şirkette çalışmaya başladım. Zaman zaman izimizi kaybetmemize rağmen ben Ahmet’i de Mehmet’i de her gördüğüm zaman bu barışma anını hatırlayarak her zaman mutlu oldum.İyi ve güzel şeyler yapmaya ant içenlerin mutluluğunu yaşayarak öğrenmek insanlara huzur vermekte olduğunu insan yaşamadan anlamıyor işte….
TURAN YALÇIN-TOKAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.