Âşık`ı Ancak Mâşuk İmtihan Eder...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(Bir âşığının başından geçen hâdisenin biraz daha anlaşılır bahsidir...)
Muhib, dilinde sevgilisinin adı, durmadan onu anıyor ve bu anışın sarhoşluğu içinde kendini kaybediyordu. Kimi zamanlar odasında baygın bir vaziyette bulunuyor, bu hali gören, işiten kimileri ise ona acıyordu. Oysa Muhib, bu halden pek ziyâde memnun idi. Zîra anılan ve uğrunda kendinden geçilen sevgili olunca, ölüm dahi gelse başa, bu işin câna şifa olduğunu yakînen biliyordu.
Biricik sevgilisi Cânân ise böylesi sevilmekten hoşnut idi. Esasen Cânân`nın sevilmeye de ihtiyacı yoktu. Muhtaçlık ancak Muhib için mevzubahis idi. Çünkü Cânân bir güneş ise, Muhib ancak bir ay olabilirdi. Nasıl ki; güneş olmasa ay karanlıklar içinde kalıverir, işte o misâl Muhib de, Cânân olmadan gün yüzü göremezdi.
Her geçen gün Muhib’in, Cânân’a olan muhtaçlığı ile beraber aşkının harareti de artıyor, bununla beraber şöhreti de yayılıyordu. Muhib’in nâmını duyan kimi insanlar, onun bu hâlini kıskandı. Ve ona düşman kesildiler. Çekememezlik ateşleri iyiden iyiye parlayınca, türlü türlü iftiralarla onu zamanın padişahına şikayet ettiler. Padişah da Muhib`in namını işitmiş, bu durumdan rahatsız olmuştu ama temkinli idi. Yanına gelen fesatçı takımına:
- Ortada açık bir suç, halkın ayıplıyacağı ve gözden düşmesine sebeb olacak bir kusur olmadığı sürece, onu hapsedemeyiz, dedi. Öyle ya Muhib’e düşman olan yüzlerce kişi varsa da, Muhib’e muhabbet duyanların sayısı binlerce idi. Muhib’i haksız yere cezalandırmak onun düşmanlarını sevindirse de, dostlarını galeyana getirir, ülkenin birbirine girmesine sebeb olurdu.
Sonra hep beraber düşünmeye başladılar, sonra padişah:
- Tamam ben buldum, şimdi Muhib`in ününü silme ve onu insanların gözünden düşürme zamanı gelmiştir, dedi.
Sarayında bulunan dünya güzeli kızlardan birini güzelce giydirdi ve yapması gerekenleri söyledi:
- Şimdi onun yanına git ve kendini ona teslim et. Çokca dil dök. Namını işittiğini ve kendisine âşık olduğunu, onsuz bir an bile yaşayamayacağını söyle ve onu buna inandır, gibisinden binlerce akıl vererek, Muhib`in yanına gönderdi.
Kız, saraydan ayrıldı ve Muhib`in evine doğru yola koyuldu. Yolda giderken padişahın söylediklerini düşünüyor ve kendince planlar yapıyordu. Şayet bu işi başarabilirse padişah tarafından büyük bir mükafat ile ödüllendirileceğini ümit ediyordu. Ve nihayet Muhib`in evine gelmişti. Kapıyı açtı, içeri girdi. Evde Muhib`den başka kimsecikler yoktu. Cânân’ın aşkı sebebi ile perişan bir vaziyette bulunan Muhib, evine gelen davetsiz misafirin niyetini hemen sezdi ve ona hiç aldırış etmedi. Bu arada kız konuşmaya başladı:
- Ey Muhib! Ben senin dillerden dillere düşen nâmını, öyle kolay kolay kimselerde bulunmayacak olan vasıflarını işittim ve sana âşık oldum. Senin uğrunda önüme çıkan bütün engelleri aştım ve sana geldim. Şimdi kimsesiz bir vaziyette ve aşkının kölesi olmuş bir haldeyim. Bütün gençliğimi, ömrümü sana feda etmeye geldim. N`olur ben zavallı kölene acı, merhamet et. Ve kalbinde bana bir yer aç...
Kız durmadan dil döküyor, cilve ediyor, naz yapıyordu. Muhib ise hiç aldırış etmiyordu. Zira kalbini Cânân’ın aşkı öylesine istila etmişti ki, onun dışında, kalbine bir başkasının yer edinmesi olanaksızdı. Gözleri Cânân’dan gayrısı için kör olmuştu. Sevgilisinin haricindekilerden işittiği hiçbir tatlı söze iltifat edecek halde değildi. Zîra o âşıktı. Âşık olan için sevgilinin dışındaki bütün güzel yüzler çirkin, bütün tatlı sözler acı idi.
Kız bu arada iltifatlarına, dil dökmelerine devam ediyordu. Doğrusu güzel kız işinin hakkını veriyordu. Kendisine tembihlenen şeylerin kat be kat fazlasını yapıyordu. Bu arada Muhib’in de Cânân’a olan aşkının harareti alevlenmişti. Gerçi bu ateşin bir vakit olsun dindiği vâki değildi ama söylenen bu sözler karşısında, bir ülkeyi ateşe verecek durumda olan aşkının ateşi, şu anda cihanı dahi yakabilir ve canlı cansız bütün mahlukatı telef edebilir bir hale ulaşmıştı.
Kızın artık sınırı aşmış olan davranışları karşısında Muhib, yerde olan başını bir an kaldırdı ve:
- Âah!, diyerek nefesini kıza doğru üfledi.
Muhib’in nefesi yüzüne vurur vurmaz, güzel kızı bir titreme aldı. Kız bu nefesin hararetine daha fazla dayanamayarak olduğu yere düştü ve oracıkta can verdi.
Sarayının en güzel kızının Muhib`in evinde can verdiği haberini alan padişah:
- "Eyvaaah", dedi. "Ben ne iş yaptım. Hakîki âşıklara böylesi yapılır mı? Onları imtihan etmek bi nevi ihtihardır." dedi. Ve sonra padişah sarayından çıkarak Muhib`in evine doğru ilerlemeye başladı. Böylesi bir âşığın ziyaret edilmesi kanaatindeydi. Eve geldiğinde Muhib kapının önünde idi. Onu gören padişahın aklı, ölen kızda olduğu halde feryat etti:
- Ey âşık! Ne diye o dünyalar güzeli kızcağızın canına kastettin? Sen de hiç mi merhamet yok? Böylesi bir sûret şu yeryüzünde kaç tane var? Söyle, buna kalbin nasıl el verdi?
Muhib cevab verdi:
- Ey padişah! Şunu iyi bilesin ki; âşıkları imtihan etmek padişah dahi olsa hiç kimsenin harcı değildir. Âşık zaten aşk belasına düşmekle imtihanların en büyüğüne müptela olmuştur. Bilmez misin ki; dünyadaki bütün belâlar toplansa ve bir kefeye konsa, sonra da aşk belâsına düçâr olmuş bir âşığın, bu belâdan dolayı çektiği bir `âhh` diğer kefeye konsa, şüphesiz ki o `âah` cümle belâlardan ağır gelir. Zira belânın kendisi olan aşk sonsuzdur. Böylesi bir belânın âh`ı da vâh`ı da ağırdır. Bununla beraber sen şu yaptığın çirkin işten dolayı özür dilemek ve pişman olmak yerine beni kınıyorsun. Bil ki o kızın canına kast eden ben değilim. Onu Cânân’dan gayrısı da öldürecek değildir. Kız evde söylediği onca şeyle sultanımın kıskançlık damarına basmıştı. Bir sevgilinin kıskançlık damarına basmak, İsrafil’in sura üflemesi gibidir. Yani o kızın kıyâmeti kaçınılmazdı. Artık olan olmuştur. Hiç değilse gayrı bundan sonrası için dikkat et ve âşıklar ile uğraşmaktan uzak dur. Zîra bir `âah`daha zuhur ederse, zannetmem ki şu yer ve gök yerinde durabilsin.
Ankara, Kasım 2007