- 1274 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HÜRRİYET ve HÜVVİYET ÜZERİNE!!!
Zaman zaman çok sert sözlerle,bazen ince ve anlamlı jestlerle insanlara ya da sesimi ulaştırabildiğim kesimlere bir şeyler anlatma çabasının eş güdümlü telaşını hissettim bünyemde.Öyle anlar oldu ki az sayıda okuyanımın çok sert tepkilerini aldım çünkü aykırı şeyler yazdım ya da savundum.Bu nedenle hayatım boyunca ya sürekli muhalefet eder gibi göründüm ya da boş değersiz laflar üreten bir edebiyat kurdu olarak anıldım.Hatta bazılarının cahil,toy yakıştırmalarına da maruz kaldım.
Aslını isterseniz bana yakıştırılan hiçbir sıfattan gocunmadım,gocunmamda.Çünkü biliyorum ki eğer eleştiriyorsan,tenkit ediyorsan elbette ki eleştirileceksin de.Yani yağmurun altına girdiysen elbette ıslanacaksın.Yerli yersiz üstürupsuz ifadelerin altında da kalman mümkün ki bu ifadeler çöken bir binanın bıraktığı moloz yığınlarına benzerler.Esasında kalabalıktan ziyade hiçbir değerleri yoktur.Onların tek heybeti binanın çökerken oluşturduğu toz ve duman bulutudur.Ortalık durulunca her şey biter.Yani işin rajonu gereği eleştiriyorsan eleştirileceksin.Yoksa ne manası kalır yazdığının ya da yazacaklarının.
Fakat gerçek şu ki ne kadar az üzüldüysem bana yakıştırılan sıfatlara,o denli çok üzüldüm milli ve manevi duyarlılığımızın körelmiş haline.O denli çok üzüldüm tenkit yeteneğimizin kayıp olmuş haline.Sanki kafalarımızın içinde aynı şeyler var.Sanki biri ya da birileri aynı şeyleri düşünmemiz,aynı şeylere inanmamız ve aynı şeylere bakmamız için benzer programları yüklemiş makine vari çalışan beyinlerimize.Aslında bu zanna varmak da zor değil.
Mesela sabah televizyonlarınızı açıyorsunuz ve izlemeğe koyuluyorsunuz.Kanal farklı olsa da içerikte değişen hiçbir şey yok.Büyük kanallarda vur patlasın çal oynasıncıların küfür dolu,saçmalık dolu,zırva dolu programları.Diğer kesimlerde ise aynı şeyleri güya yadırgarken biraz yumuşatıp halkın önüne getiren lalezadeler.Birinde programın adı bilmem kimle sabah programı iken diğerinde başka bir bilmem kimle her sabah.Aralarındaki tek fark isimlerinin değişik olması ve ekranının değişik olması.San’atmızda da aynı durum görülüyor.
Bir tarafta geçmişinden beslenmeyen ve kalıcı olamayan zilzurnalar,diğer tarafta günü yakalayamayan yobaz kafalar.İşte bu telkinlerin kucağında bazen donuyor olsa da kareler gözlerimizin önünde,bir reset atınca makineye yine aynı şekil devam ediyor,o muhteşem(!) beynimiz.Yine aynı şeyleri okuyor aynı şeyleri yazıyor aynı şeyleri dinliyor ve aynı gerçeklere itimat ediyoruz.Aklımızdan <Acaba bunda bir yanlışlık olabilir mi?>diye geçirmiyoruz.Ve ya geçiremiyoruz.Çünkü programı yazanlar programın formatına böyle bir içerik koymamışlar.
Onlar düşünen beyin değil de itimat eden beyin oluşturmak istemişler.Ve muvaffakta olmuşlar.Robotlar gibi olduk yani.Aksi bir tavır takınma şansımızı kayıp etmemiz için gerekli tüm virüsleri de yüklemişler beynimize kendi programlarına zarar vermeyecek şekilde.Aman filancayı okuma ha o sağcıdır.Sağcılık virüsü.Bak onu dinleme o solcudur.Solculuk virüsü.Sakın şunu izleme o Kemalist’tir.Kemalist virüs.Şundan uzak dur.O dinsizdir.Dinsizlik virüsü.Örnekleri çoğaltırız bu şekilde.İşte hepimiz yörüngesi belli olan bir gezegen gibi aynı yolu izliyor ve aynı noktaya varıyoruz.Azıcık yörüngesini değişen bir gezegen görünce de hemen samanyolumuzdan ve belkide galaksimizden dışlıyor adeta aforoz ediyoruz.
Vay anasını onu da mı kayıp ettik?diyoruz.Acaba kayıp mı ettik yoksa kazandık mı?Vaktiyle eğitimini aldığım ve ilmine güvendiğim bir hocam şöyle demişti:’’Oğlum sen sen ol asla hüviyetsiz ve hürriyetsiz kalma.Gerekirse öl,öldür ama asla onları esir bırakma.’’Çocuk aklı tam manasıyla içinde çok derin manalar gizleyen bu sır yumağı kavramların hikmetine erememiştim.Öyle ya ne demek hürriyet?Ne demek hüviyet?İdrak edememiştim.
Aradan onca sene geçtikten sonra yavaş yavaş anlar gibi oldum bu iki kelimenin anlamını ve ne kadar önemli olduklarını.Yavaş yavaş çözmeğe başladım ‘Öl ya da esir ol.’ mizaçlı naraların düsturunu.Şimdi bir küheylan edasıyla belki bağırıyorum ‘Ya istiklal ya ölüm.’ ama dönüp kendime sormadan da edemiyorum:İstiklali,hürriyeti,hüviyeti hak ettin mi?Hak edecek ne yaptın?
Çünkü bir şeyi elde etmek istiyorsan evvela onun uğrunda savaş vermeli ve onu hak etmelisin.Hak edesin ki kıymetini bilip,değerini anlayıp ona sahip çıkasın.Bir mirasyedi olmayasın.Mesela parayı kazanın daha zor harcadığı kazanmayanın beynelminel harcadığı,abur-cubur ettiği aşikar.İşte bu noktada sanrım biz birazda mirasyedi olduk çıktık.Çünkü bu gün ne milli bağımsızlığımızı istiyoruz,ne ekonomik bağımsızlığımız istiyoruz.E bunlardan yoksun olan bir halkın da hüviyetinin,hürriyetinin,istiklalinin olması mümkün olmadığı için bir görünmez pranganın esaretinde hayatımızı idame ettiriyoruz.Üstüne üstlükte avazımız çıktığı kadar haykırıyoruz özgür olmadığımızı.
Çok merak ediyorum nereye varacak bu işin sonu!Tarihte bu şekilde davranan milletlerin akıbetlerini gördük,az da olsa işittik.Peki neden ders almadık?Ya da neden ders almıyoruz?Endülüs mü olmak istiyoruz,yoksa Polonya mı?Daha yeni kurulmuş bir cumhuriyetin beşiğini sallarken bir yandan da mezarını kazdığımızı neden görmüyoruz?Bunları idrak etmek çok mu zor?Ya da en azından idrake çalışmak çok mu zor?Ya da idrak edenlere kulak kesilmek çok mu zor?
Bu bilinmezlikler içinde rotasız bir gemi gibi çok büyük okyanuslara açılmayı da ihmal etmiyoruz.Başımızda ne bir Piri Reis var ne de elimizde bir pusula ya da bir harita ama yine de dolu dizgin yol alıyoruz sığ sulara doğru.Bilmiyor muyuz önümüze çıkan ilk buz dağına çarpacağımızı?Sonrada o sığ suların derinliklerine ve karanlıklarına gömüleceğimizi.Analamıyor muyuz güvertenin çatırdağını?Yelkenlerin rüzgarla değil de zehirli gazlarla dolduğunun farkında değil miyiz?
Güvertemizi oluşturan eğrilerin bir bir çatırdayıp kırıldığını fark etmek için Einstain mı olmak gerek?Manevi direğin kırılma noktasında olduğunu,milli direklerin pek çoğunun kırıldığını sağlam kalanlarında ‘kurtarın’ dercesine çatırdayıp nara attıklarını duymuyor muyuz?Duyuyorsak neden susuyor ve konuş muyoruz?Bazı tayfaların isyan bayrağını salladıklarını görememek için kör olmak gerekmez mi?Bu denli mi bizi gemiye bağlayan rütpelerin gölgesinde ezik ve mahzun kalıyoruz?
Şimdi benden ne olur demenin şimdiye kadar faydasını görmediğimizin farkında olmak için daha kaç doz uyuşturucu almamız ve kaç yıl daha komada kalmamız gerekli?Bir gün koma halinde iken birisinin yaşamla bağımızı keseceğinden ve bizi ebediyete yolcu edeceğinden endişe etmiyor muyuz?Ya da en iyi ihtimalle bitkisel hayata gireceğimizden korkmuyor muyuz?
Bir Osmanlı torunu ve bir Cumhuriyet çocuğu olarak ben bu gün içinde bulunduğumuz cehaletin vahametiyle için için ağladığımı ve kahrol duğumu söylüyorum.Dedem Fatih’in 25 yaşında karadan gemi yürütüp çağ açıp çağ kapamasına rağmen dedemin açtığı çağı 555 sene geriden izlemenin utancını yaşıyorum ve isyan ediyorum.Ya sizler ya da aynı tasaları,kaygıları paylaşanlar?Sizce artık kımıldamanın zamanı gelmedi mi?
YORUMLAR
insan tarifine uygun, insan gibi gören, insan gibi görünen, insan gibi düşünen ve seven insanları farklılıklarıyla kabul etmek ve "gidemezsem, ulaşamazsam bile yolunda ölürüm" diyen karınca gibi düşünmek ve kımıldamak zamanı...solucanlar gibi değil...Ne mutlu çerçeveye koyduğunuz Şanlı Bayrağımızın renginin, hilâlinin, yıldızının mânasını bilip, ecdâdımıza yakışır düşünce ve davranışlar içinde olanlara!
KURMAYOĞLU tarafından 3/17/2009 1:57:26 AM zamanında düzenlenmiştir.