- 1365 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
MUTLULUK
Bazen bir ömür peşinden koşarız; bazen ulaşabilmek için çığlık çığlığa yaşarız. Mutsuzluğun ne oılduğunu çok iyi biliriz de mutluluk nedir diye sorulduğunda tanımlamakta zorluk çekeriz.
Mutluluk; filmler de gördüğümüz olağanüstü bir son mudur?
Masallarda dinlediğimiz gibi bir efsane midir?
Gerçek yaşamda hem tanımlaması hem de ulaşması çok zor olan bir süreç midir?
Yoksa yalnızca sahip olamadığımız dışsal kaynaklara bağladığımız geçici hevesler zinciri midir?
Ya da varoluştan sahip olduğumuz, kendi derinliklerimizde, bulup da çıkarılmayı bekleyen içsel bir hazine midir?
Mutsuzluğu en dibine kadar yaşamış ve mutluluğun ne olduğunu ancak böyle öğrenebilmiş birisi olarak, bana göre mutluluk varoluşumuzu gerçekleştirdikçe ruhumuzu aydınlatan ışık parçacıklarıdır.
Bunu idrak edebilme sürecimden kısa bir bölüm paylaşmak istiyorum mutluluğu arayanlara yardımcı olur belki diye.
Bundan altı yıl önce mutluluğu oluşturmak amacıyla yaşamaya başladığımız ev bahçeli ve dört katlı müstakil bir evdi. Evimize hırsız girip bize oldukça maddi zarar vedikten sonra böyle bir olayla bir daha karşılaşmamak için bir köpek alındı. Adı Alex kondu ve kulübesine yerleştirildi.
Gelene gidene havlamıyordu Alex. Günler geçiyor ve evdekilerin ondan beklediği performansı bir türlü göstermiyordu. Anlamsızca seyrediyordu geleni geçeni. Ne evdekiler ondan memnundu ne de o kendi halinden memnundu. O bir sokak köpeğiydi çünkü. Özgürce ve uyuşuk uyuşuk sokaklarda dolaştığında mutlu olabilirdi ancak. Alex belli bir süre bizimle yaşadıktan sonra işe yaramayacağına karar verildi ve sokaklara bırakıldı. Onun yerine küçük siyah bir köpek yavrusu geldi. O kadar siyah ve sevimliydi ki ben -zeytini çok sevdiğimden olsa gerek- adı zeytin olsun dediysem de dinlemediler ve Lusi koydular adını.
Kışı çatı katında bebekler gibi bakılarak, sevilerek, sevinerek, oynayarak geçirdi Lusi. Bahar gelip havalar ısınınca Lusi de kulübeye bağlandı. Çok akıllı ve asil bir köpekti Lusi. İçlerinde en çok sevdiğim ve yakın bulduğum oydu.Gözgöze geldiğimizde dile gelip bana bir şeyler anlatmak istermiş gibi bakardı. Ben de ona bakarken onun bana olan sevgisini hissettiğimi gözlerimle anlatırdım. İç sesimle onu çok sevdiğimi ve onu anladığımı söylerdim. Ortak bir noktamız vardı. Ben ona bakıp onun haline üzülürken o da bana hüzünlü gözlerle bakıp benim halime üzülüyordu sanki.
O evde yaşayan insanların gözlerinde görmediğimi bir köpeğin gözlerinde görüyordum. Ağız dolusu söz söyleyip, diller döküp, bütün çabalarıma rağmen kendimi ifade edemiyordum. Evdekiler kendi kafalarında ki Ben’i görüyor , Lusi ise benim içimde ki Ben’i görüyordu sanki.
Çok saçma ve çok acı bulabilirsiniz ama aynen bunları hissediyordum. Lusi bir av köpeğiydi. Her gelene havlamazdı. Havlaması gerekenleri hisleriyle veya kokularından ayırdeder ondan sonra havlardı.
Bir gün bir köpek daha geldi aniden. Adı Efe’ydi. Uzun kulaklı ve uzun tüylü bir süs köpeğiydi. Ev ortamında bakılması gereken bir köpekti. Bahçenin diğer bir köşesine de onu bağladılar.
Efe’nin arkası sağlamdı. Torpili büyük yerdendi. Hamili kart yakınımdır yazısının bulunduğu görünmez bir karta sahip gibiydi. Herkes onunla daha çok ilgilenir olmuştu. Lusi kıskanmaya başlamıştı. İkisine verilen yemekler bile farklıydı. Lusi üvey evlat muamelesi görmeye başlamıştı. Efe tam da evdekilerin istediği gibi vara yoğa havlayan, sevimsiz, bencil bir köpekti. Ne kadar uğraştıysam da asla sevemedim. Lusi’ de ki asaleti göremedim onda. Frekansımız tutmadı bir türlü.
Bir gün dışardan eve döndüğümde Lusi yerinde yoktu. Efe onun kulübesine yerleşmiş ve yanından geçerken beni bir ısırmadığı kalmıştı. Onunda beni sevmediğini biliyordum zaten. İyice göstermişti bunu o gün. Meydan ona kalmıştı çünkü.
Lusi’yi belediyenin hayvan barınağına götürmüşlerdi. Vedalaşamadan gitmişti. Gözlerine son kez bakıp hiç kimseye sezdirmeden seni asla unutmayacağım Lusi demek isterdim. İç sesimle söyleyip her neredeyse oraya gönderdim veda sözlerimi. Hissettiğinden yüzde yüz emin olarak. Bir kez daha anlamıştım ki arkası olan balçık baldan tatlıydı.
Bir süreliğine meydan Efe’ye kalmış olsa da hak yerini buldu. Efe’nin o canım tüylerinin arasına keneler doldu. Her ne kadar ilaçlanıp, yıkanıp, paklansa da kenelerden kurtulamadı. Torpili büyük olsa da varoluşu gereği olması gereken yerde değildi. En büyük zararı da o gördü zavallı. Bir ev ortamında bakılacak hale gelmesi çok zordu artık. İstemeyerekte olsa onu getirenler alıp götürmek zorunda kaldılar.
Alex, Lusi, ve Efe’ den önce oraya gelmiş olmama ve büyük sabrıma rağmen benim de gitme vaktim gelmişti. Ben de kendimi bulmuş, herkesi olduğu gibi kabullenmiş ve havlamaz olmuştum. Derin bir sessizliğe gömülmüş ve kendi yolumda yürümek için çabalıyordum.
Gözlerimdeki hüzün ışığa, benliğimdeki karanlık aydınlanmaya dönüşmüştü. Bende ki bu değişim ve dönüşüm yanlış yorumlanmıştı ve acımasızca bir yol ayrımına getirilmiştim.
Ya okumayı yazmayı bırakacaksın evinin kadını olacaksın ya da çekip gideceksin denilmişti. Sabaha kadar düşünme sürem vardı. Arkama bakmadan çekip gidecek güçteydim. Ama üç yaşındaki kızımı bırakıp gitmem söylenmişti...
Kafamı karıştıran tek şey buydu.
O’ndan yardım etmesini ve bana yol göstermesini dileyerek kızımın odasında sabahladım.
Her şey benim elimdeydi artık.
Çok istediğim şeyler -çocuğum da buna dahil- bana gelecekti.
Sessiz sedasız çıktım evden. Bilinenden vazgeçip bilinmeyene korkusuzca teslim oldum. O’nun ruhumun cebine sıkıştırdığı, arkasında yakınımdır yazan görünmez bir karta ve kendi gücüme olan sonsuz güvenimle.
Mutluluk denen mucize varoluşumuzda saklı.
Alex’in mutluluğu sokaklarda sürtmesindedir.
Lusi’nin ki av peşinde iz sürmesindedir.
Efe’nin ki süslenip püslenip kucaklarda gezmesindedir.
Benim mutluluğum O’nun yolunda, okuyarak yazarak, ona hizmet ederek yürümemdedir...
Hayat okulumun masterini yaptığım o bahçeli evde, mutluluğu dış dünyada arayabileceğim bütün bağlarımı kestiler ve ben iç dünyamdan başka sığınacak ve mutluluğu arayacak başka bir yer bulamadım...
Mutsuz oldukça kendi derinlerime indim...
O evde yaşayan ve kendi mutluluk hazineme kadar inmemi sağlayan herkes görevlerini en iyi şekilde yapan öğretmenlerimdir...
Alex, Lusi, Efe, kuşlar, ağaçlar, taşlar, çiçekler, deniz, gökyüzü onlardan çok şey öğrendiğim sınıf arkadaşlarımdır...
Hepsinin varlığı önünde saygıyla eğiliyorum ve sevgiyle minnettarlığımı sunuyorum...
Gerçek mutluluğun derinlerinden yansıyan, mutlu yaşamlar diliyorum...
YORUMLAR
Mutluluk mu ? Mutsuzluk mu ? Taşıyabileceğin kadarını sırtlan, sadece "mutluluk" ya da "mutsuzluk" diye bir şey yok.. Gocunmayacağın kadarıyla devam et yürü yolunda, nihayete kadar.. Öleceğim diyerek yıkık bir vaziyette de yitirme avuçlarında hayatı, tutun yaşa "taşıyabileceğin kadarıyla" kibirli olma, bencil olma, vefasız olma her şeyin kararında ve kararlı olsun..
Gören göze anlayan yüreğe söyleyeceğim yoktur ki kendisi de iltifatın her türlüsüne toktur :)
Sevgilerimle..
Mutlu olmak da,mutsuz olmak da insanın
kendi ellerindedir.Hayata neresinden ba-
karsanız orasından görürsünüz.
Bakmakla ilgili bir olaydır da aynı zamanda
mutlukuk.Etrafınızdaki yaşam tarzından etki
lenmemeyi başarabildiğiniz oranda kendi
hayatınızın hakimi,yöneteni olabilirsiniz ancak
Hayatınızın akışını başkalarının ellerine bırak-
tığınız ölçüde de mutsuzluk kapınızı çalar.
Tek karar verici sizsiniz.Kararınız sizi ya mutlu
edecektir ya da mutsuz.Ne istiyorsanız ona
ulaşabilmenin şartlarını oluşturmak yalnızca
sizin elinizdedir.
Öyleyse mutlu olmak için de,mutsuz olmak
için de tek faktör sizin için sizsiniz.
hikayeni okudum elbette sevgili Taşkın, iyi ki paylaşmışsın...gerçek sevgiyi gösteren bu olayları boşuna yaşamıyoruz ve paylaşılmalı diye düşünüyorum ben...hayvanlar kadar, TOMBUL kadar olabilmeli ve gerçek sevgi için zincirlerimizi kırabilmeliyiz...karnımız kuru bir ekmek ile de doyuyor ama ruh sadece ve sadece sevgi ile doyuyor...ruh doymayınca göz de doymuyor...ruhsal açlık değil midir dünyayı bu hale getiren...
Tombul ölmemiş bence, yaptığı asil davranışıyla ölümsüz kılmış kendini...yoksa 22 yıl sonra bu asil ruhlu hayvanı hatırlamazdın...hatta burada paylaştıklarını kendi sayfanda da paylaşıp ölümsüzlüğünü teslim etmelisin ona...Tombul bunu hakediyor bence...insan da olsa hayvan da olsa, gerçek sevgiyi bilenler ölümsüzlüğü hakediyor...
Ne güzel ,böyle biri olabilmek..Ne mutlu...demişsin ya sevgili Fikret TEZAL, inan çok güzel...ve gerçek mutluluk böyle biri olmamda, kendim olabilmemde...
gidilen yolda Sevgi yoksa Mutluluk hayal olur...
Kaşığımızda AŞK yoksa yediğimiz haram olur...
sevgili rüzgarlı, üstüne basmışsın hislerimin...aynen bu hisler içindeydim...mutluluğa giden yol hüzünden geçiyor ve ben gerçek mutluluğu kendi içimde buldum...kendimizi sevmekle başlıyor ilk adım ve gerisi geliyor zaten...
yorumlarınıza çok teşekkür ederim...hepiniz öyle güzel şeyler yazdınız ki...beni anlayan birilerinin varlığı bile büyük bir mutluluk...
gidilen yolda Sevgi yoksa Mutluluk hayal olur...
Kaşığımızda AŞK yoksa yediğimiz haram olur...
Sevgi göstermesini bilmiyenler, Sevgiyi içlerinde hissedemiyenlerin kendilerini Mutlu edemiyeceği gibi çevrelerine Mutluluk vermeleri mümkün görünmüyor...
etme bulma dünyası..köpek bile durmaz olmuş o evde ki siz ne iyi yapmışsınız ...
keşkeler yaşamamak için iç ses ile yolculuk yapamaktan daha güzel ne olabir...
Mutluluk başlıklı yazınızda hüzün gördüm........
bir dahaki Mutluluk yazınızı geç olmadan okumak ve mutlu olmak dileğim ile....
yüreğiniz kederlerden uzak ola
Bilge hanim bu yaziyi yazarken sanki hala o günlerdeydiniz, beni cocukluguma götürdü bu anlattiklariniz, okurmusunuz bilmem ama kisaca anlatacagim mutlulugun bir tarifi de bunun icinde var;
Ben ve babam hayvanlari cok severiz ve bu bana babamdan gecme bir duygudur, ona bunun icin hep minnet duymusumdur. Kisa anlatayim, sokakta buldugum simsiyah bir köpek yavrusunu eve getirdim, 3-4 haftalikti daha, annem "hayir olmaz hemen götür yerine" dedi, babamsa " olmaz bu haliyle zavalli sokakta yasayamaz biraz kalsin dedi, ve Tombul bizimle yasamaya basladi, hem bahcede yuvasi vardi hem de pimapenli balkonumuzda, birsüre balkonda yasadiktan sonra bahceye cikti, ona cok iyi bakiyorduk, o da bize bunu hissettirmek icin herseyi yapiyordu. Büyümüstü iki yasinda iken 70-80 kiloluk bir dev olmustu, cok sevimliydi ve bizim icin kötü neyse onun icinde oydu, cok sadik ve akilliydi. Birgün piknige gittik amcamlarla tabi ki tombul da bizimle idi. Gittigimiz yerde bir adam yanimiza geldi Yakinlarda bir ciftligi oldugunu ve bir köpege ihtiyaci oldugunu eger satarsak tombulu alabilecegini ifade etti, cok sasirmistik, babam biz ciftliginizi görelim eger köpegin orada daha rahat olacagini görürsem verebiliriz dedi, ciftlige birlikte gittik ve babam gidinceye kadar beni ikna etti, Tombul burada cok daha rahat olur diyerek beni inandirdi. Gördük harika bir yerdi ve Tombulu iyi bakilmasi kosuluyla adama verdik, tabi ki onu satmadik, mutlulugu bize yetecekti. Yasli gözlerle uzaklastik adam Tombulu baglarken, eve geldik ama cok üzülmüstük Tombul orada kaldigi icin. Babam biriki gün sonra keske vermeseydik cok alismistik demeye basladi ve bir sabah kalktigimizda o 10- 15 km lik yerden Tombul zincirini kirip gelmisti, cok sevindik ve götürmedik tabi ki...
Bu olay benim aklimdan hic bir zaman cikmadi, bir köpegin bile mutlulugu rahatlik ve yiyeceklerde bulmadigini görmüstük. Mutluluk gözlerdeki bakista ve icimizde ki hislerde sakliydi. Tombul öleli 22 yil oldu ama hala onun öldügü günkü tüm ailenin bahcedeki aglayisimizi hic unutmam, tüm komsular bize kosmustu cenaze var diye. Ölen bir mutluluktu...
Sevgilerimle degerli arkadasim.
Taskin Uzel tarafından 1/12/2009 7:48:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
''Mutsuzluğu en dibine kadar yaşamış ve mutluluğun ne olduğunu ancak böyle öğrenebilmiş birisi olarak, bana göre mutluluk varoluşumuzu gerçekleştirdikçe ruhumuzu aydınlatan ışık parçacıklarıdır.
...........................................................................
Benim mutluluğum O’nun yolunda, okuyarak yazarak, ona hizmet ederek yürümemdedir...''
Ne güzel ,böyle biri olabilmek..Ne mutlu...
Fikret TEZAL tarafından 1/12/2009 6:03:17 PM zamanında düzenlenmiştir.