OZANLAR BİLİR EN ACIYI BİR DE-1
Ozanlar Bilir En Acıyı Bir de-1
Dağ düdeni dizeli ve bin gözeli, pınar akışlı… Sevi yazmanlığına kalem koşturulamayan Ozan;
Harmanladığın acılarından ezgiler, sayrılar, saklılar gönderiyorsun sevecenlere… İpek dilen öfkeler konduruyorsun deyişlerinin arasına… Sözcük sözcük… Dize dize ve dilim dilim…
Kimileyin yıkık kaşla geliyorsun… Kızgın, kırılgan, üzgün ve incinmiş.. Beklentileri boşa giden sevdalılar gibi… Anlatılarında baharının boranları dizeleşiyor ezik mi ezik, umutsuz mu umutsuz… Sonra da, gün ortalarında dört mevsimi yaşatıyorsun sevenlere… Kar yağdırıyorsun… Fırtınalar estiriyorsun… Buzullara sürgün ediyorsun kimileyin de. Ve bir küçücük gülüşünle de, çiçekler açtırıyorsun, baharları taşıyorsun… Temmuz alazını ekleyerek , apansız gidiyorsun…Ardın sıra baka kalan gözlerde özlemi dinmemiş yaşlar, teskine muhtaç bir yürek bırakıp, göynük umutları peşine takarak…
Enlemi- boylamı karışmış bir sevecen sana nasıl uzanmalı Ozan? Donarak mı, yanarak mı...? Hangi güneş yanığı çiçeklerce ve hangi kırağı vurgunu ezik çimlerce…
Söyle Ozan!
Kanlı toynaklarda gezinen gövel ördeğe dönüşmüş ve şaşkınlıkları yaşattığın seveceninden daha neler istiyorsun? Bilirsin ki, sevmek üleşmektir bir özge benle… Öyle bir sessizlik içinde sönmekte ki tipilere, boranlara saldığın duygular…
De o zaman Ozan!
Söyle, başkalarına diyemeyip, içinde düğümlediğin sözcükler nelerdir…? Bunları da al dizelerinin arasına… Bilirsin ki Ozan, hep yasak çizgilerde barınır en yalın, en doyumlu soy mutluluklar… Yüreğini koy ortaya Ozan!
Sen kuru dal ormanında çim yeşili uçan kuş… Minnacık bir zeytin dalında nice muştulr taşıdın arıl, ak güvercin duygularla kanat kanat…Sonra, sonra nice umutların üzerine don bulutlarını, ayazları taşıyarak kırdın… darmadağın ettin uç veren sevi eşkınlarını…
Söyle Ozan!
Kaç boyutlu suskunluğunla sevenlerini ölesiye yaptın? Ve can verdin.. Her ölüşünün sonrasında? Nasıl oluyor da suskunluğun son bir ödül gibi yer alıyor yüreklerde…? Sevenlerinin umudunu, suskun duygularının derinliklerine kaç kez gömdün Ozan?
Masmavi çılgınlıkları seçmek, en güneşli, en yağmurlu öpüşmek düşlerde sırılsıklam… Gel gör ki, kül yürekleri gül kılan sen, taş dilsizliğine gömdüğün gizemin… Kimileyin de bıçak öfken… Sevenine neleri yaşattığını biliyor musun Ozan? Kırılmalar… Kristalce darmadağın.. Bu değimlidir seni yitirmenin en çarpıcı korkusu…?
Bilirim yüreğin hep mavi akar Ozan… Acıların suskunluğu ile hüznün mangalında devinen sevenine, bağdaş kurdurup sevinin lav bastıran koyaklarına konuk ediyorsun biteviye…
Bilirsin ki Ozan!
Vermenin erdemi kesilir seven yürekler… Alma da ise; istençler buruk,bungun ve utangaçtır… Bir güzün turunculaşan sularında, suskunca gezinen esrik sevinin nasıl olduğunu bilir misin Ozan?
Ah Ozan!
Umutsuz beklentilerde diller nasıl da bukağılı…Kış bahçesi gözlerde ve yüreklerde Temmuz yalımı bir yangın… Sonrasızlıkların ikilemli ve karanlık ilmekleri… Küf yeşili çekingen, güz sarısı umutlar… Neden, nedendir Ozan; Acı…Kanatan, yakan, yandıran acı … Yaşam öyküsünün özetlenmeye başladığı an değil midir hazan… Baharının umutvar dumrulluğunda nerden bileceksin ki, hazanı teşni eden hüznün derinleşen acılarını…
Yapraklar neden sararır, çiçekler neden solar… Neden her şey bir esintinin önünde bilinmezlere sürüklenir… İşte acı…Bahar coşkusunda acılara yer yok Ozan.. Bilemezsin hazanın içten içe derinleşen acılarını…
Bitmedi Ozan, daha diyeceklerim bitmedi