Safiye’ye Mektuplar -11/ Anne artık kimse dokunmuyor bana.
Bir yazı okudum. Çırpınan, çelişkilerde kıvranan, doğru yolu ve ışığı arayan bir yüreğe aitti. Benim gibi başkaları da varmış gaflette olan diye rahatladım biraz ama bir yandan da başkaları da günahlara batmış diye çok üzüldüm bu yazıyı okuyunca.
Bir insan, özelliklede bir kadın nasıl bir ahlaka sahip olmalı? Rahmetli annem çok titizdi bu konuda. Ablamı ve beni çok iyi yetiştirmişti. Her şeyimize dikkat ederdi uyarırdı. Edepli ahlaklı olmak derdi ve bir hanımefendi gibi olun derdi. Ama onu kaybedeli çok uzun zaman oldu ve ben törpülendim bu zaman içinde. Bildiklerimi unuttum, çoğu zamanda isyanla karışık bir öfke ile ahlaklı yaşamaktan kaçındım. Tabiiki bu kaçınmanın tek nedeni benim isyanım öfkem değildi. Hayat ve sokakta yürürken yanınızdan geçen insanlarda buna katkı sağladı. Kalbime kilit vurulmamıştır değil mi? Günahlarımın karası yüzümü karartmış mıdır acaba?
Bir hafta önce öyle büyük bir günahın eşiğinden döndüm ki sabrım tükendi, canım acıyor dedim. Annemi babamı ablamı kardeşimi çok özledim. Bir evlat başka kimi bu kadar özler. Ama kardeş sevgisi anne baba sevgisinden daha çokmuş.
Görüyorum bazen sokakta küçük erkek çocuklarını. Diyorum kardeşimde böyleydi. Kocaman siyah gözleri uzun kirpikleri vardı. Yanımdan hiç ayırmazdım onu. Küçük annesi olmuştum. Hasta olduğunda yanındaydım sabahlara kadar uyumazdım. Ah kardeşim şimdi hayatta olsaydın da istersen sadece parmağını oynatacak kadar gücün olsaydı. Ben bakmaz mıydım sana, temizleyip pamuklara sarmaz mıydım? Üniversiteli gençleri görüyorum kardeşim şimdi okuyor olacaktın sen de diyorum. Sarılıp boyunlarına öpmemek için tanımadığım gençleri, kendimi zor tutuyorum. Çok özledim çok.
Kadınlar görüyorum. Genç kızlarını almışlar yanlarına alışveriş yapıyorlar, kahve içiyorlar bir yerlerde. Ben ağlar bakıyorum sadece. Annemi kaybettiğimde henüz çocuk sayılırdım. Onun için bilmiyorum anne ile kızın birlikte gülüşerek dertleşerek içtikleri kahvenin tadı nasıldır. Saçlarımı tarayan yok uzun zamandır. Annemin eli gibi yumuşak olur mu hiç başka eller? Acıtırlar diye korkuyorum. Bir de annemin izleri silinmesin. Annem unutma; rüzgâr her estiğinde, saçlarımın arasından her süzüldüğünde ve onları her dağıttığında sen saçlarımın şefkat bekleyen kahırlı kokusunu duyacaksın. Senin bıraktığın yarım şefkatin kokusunu.
Sonra babalar görüyorum. Tutmuşlar kızlarının ellerinden birlikte yürüyorlar sokakta. Kızlar güvende babalarının yanında ya başları göğe kadar uzanıyor. Ya ben babam, sen gittiğinden beri başımı hiç göğe kaldırmadım. Mavi miydi o derinlik? Rengini bile unuttum. Başım önümde geziyorum. Hem utancımdan hem de korkumdan. Sen soluna alıp beni yürüseydik bu sokaklarda hiç korkmazdım, utanmazdım. Yüzüme bakınca gözlerin dolardı sevginden. Bitanem diye sarılıp içine katardın. Hani bir keresinde ben bir hata yapmıştım da ortaokul zamanı seni çağırmışlardı okula. Nasılda ağlamıştın o benim canım diye öğretmenlerimin karşısında. Seni o gün üzdüğüm için özür dilerim. Senden çok utanmıştım nasıl yaptım babamı üzdüm diye. Ah babam o utanç neymiş ki? Sen bir bilsen, bir görsen şimdi. Başım kucağımda geziyorum seninle el ele gezemediğim sokaklarda ve ayak parmaklarımı görüyorum sadece.
Ben kardeşimin küçük annesi, ablam benim küçük annem. Her an yanımdaydın. Doğruyu yanlışı annem kadar senden öğrendim. Nedense seni her düşündüğümde gözyaşların gelir aklıma. Canın birşey sıkıldığında ne de güzel ağlardın. Hüzünlü bir ifade ama umut vardı yine de. Ablam küçük annem benim, duyamadım sesini ayrılık vaktinde, vedalaşamadım seninle. Çok ağlamadın değil mi o isteksiz gidişte.
Nasılda bağlıydık birbirimize. Birimizin tırnağı kırılsa hepimiz ağlardık sanki onunla. Kimin derdi varsa konuşulur paylaşılırdı o masa başında.
Dedim ya büyük bir günahın eşiğinden döndüm diye; özledim ya hani çok özledim ya gelip görmek istedim sizi. Ama yapamadım. Korktum. Ölümden kabirden falan değil.
Niye korkacakmışım? Azrail de kim? Ama pes etmek istemedim. Acınızla yaşayıp sabretmeyi ve hep görmek isteğiniz biri olarak devam etmek istedim nefes almaya.
Biliyorum, beni orada görünce çok kızacaktınız. Sizi üzmek istemedim. Geçen gün dinledim bir yerde eğer biz istersek bir arada olabilirmişiz o ebediyette. Ama ben biraz gecikebilirim. Alacak verecek çok.
Şimdi bir akıl hastanesindeyim. Burası tuhaf bir ortam. Hapishane gibi aslında. Bilirsiniz işte her yer deliler ile dolu. Arkadaşlarım bile oldu burada. Doktorum yakında iyileşeceğimi söylüyor. Burada kimse dokunmuyor bana anne.
Hani bir keresinde demiştin ya bana ve ablama;"bedeniniz size ait, o sizin. Siz nasıl isterseniz öyle kullanabilirsiniz. Ama asla bir başkasının sizden izin almadıkça saçınıza bile dokunmasına izin vermeyin ve sizde sakın izin almadan kimseye dokunmayın" diye. Burada izin isteyecek mantığa sahip kimse yok ama bana dokunan kimsede yok. Hatta aralarından geçerken, kolum ya da omuzum birine deymesin diye çok özen gösteriyorum. Neden dersen; ilk defa izinli ya da izinsiz bana dokunmayacak insanların bir arada olduğu bir yerdeyim. Yıllar sonra. Bunu değerlendirmek niyetindeyim.
Birine kaza ile çarpmak bile beynimi, bedenimi alt üst ediyor anne. Midem bulanıyor, damarlarım dışarı fırlıyor, kan dolaşımım hızlanıyor. Anne artık kimse dokunmuyor bana sen rahat uyu orada. Doktorum bile izin istiyor. Kendimi çok iyi hissediyorum o anda. Bir eşya, mal ya da sadece somut birşey olarak değil, somutluk ile soyutluk arasında bir varlık olduğumu hissediyorum bu beni mutlu ediyor. Adam yerine konulmak derler ya öyle işte anne.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tarih:26 Kasım 2008 Çarşamba 21:07:42
RE:RE:RE:RE:RE:RE:RE:RE:selam
Sevgili Safiye...
Esra’dan aldığım bir mesajı ve yazdığım cevabı gönderiyorum.
Sana ayrıca yazacağım. Aynı şeyleri birde sana yazmamak için bunu yapıyorum, sana farklı şeylerden bahsetmek istiyorum. Ama bunları da demek isterdim.
Tarih:26 Kasım 2008 Çarşamba 18:08:46
RE:RE:
Hayırlı geceler hocam.
26 Kasım 2008 Çarşamba 10:30:44 ....................
Hocammmmmmmmm tarih, saat.
Tam bu saatte ben uçuyordum mutluluktan. Okula gittim erkenden ilk derse girdim, Sabırsızlandım, dersin bitmesini bekleyemedim... 10.20 de mola verdi hoca... Arkadaşıma gel kantine inelim dedim, merdivenleri koşarak iniyordum ki, durdum, arkadaşıma döndüm ve "mümin vakarlıdır" dedim, koluna girdim, sakin bir şekilde aşağı indik... Sonra iki çay aldım, bir de benim en sevdiğim ülkerin çikolatalı gofreti... Önce arkadaşımın oturmasını bekledim. Oturdu. Çayı ve çikolatayı ona uzattım. Sizin oturmanızı beklemiş ve size ikram etmiş gibi.... Mutluydum, o kadar mutlu ki... Arkadaşım neden bu kadar mutlusun dedi... Sordu, ısrar etti... Söylemedim; demedim sen değilsin ki karşımdaki diye... Allah´ım dedim, Hacı Ali hoca’mın gönlüne ilham ver, onu düşündüğümü bilsin... Arkadaşıma bu anı benimle paylaştığı için çok teşekkür ettim... Sarıldım... Ama çikolatayı yemedi, okula gelmeyen arkadaşımızı yanımızdaymış gibi düşünüp, onun için kenara koydu... Sanki üçüncü bir kişi varmış gibi... Nasıl bir tevafuk diyordum kendi kendime... Nasıl bir olay bu... Gülmem, kıkırdamam… Sadece çok mutluyum diyordum, sorma diyordum... Uçuyordum... Nasıl da heyecanlıydım... Siz vardınız karşımda çünkü... Sizi hayal ediyordum... Sol tarafımda oturmuştunuz. Hatta okula giderken, şey düşünmüştüm sabah, çikolata alayım bir de hocam için, ama şekeri var mıdır, sorun olur mu onun için... Olmaz bir şey yaa, demiştim... Ama arkadaşım çikolatayı yemeyince çok tuhaf olmuştum, çünkü çikolatayı çok severdi... Ama yememişti! Sanki gerçekten sizinle idim... Ve siz şekerinize sebep yememiş başkası için ayırmıştınız... Siz de sol tarafınıza koymuştunuz çikolatayı, boş sıranın önüne, orada biri varmış gibi… O kadar huzurluydum ki... Sonra derse girdik. Tam da sizin bana mail attığınız saatte, 10.30 da, size çay ısmarladığım o ortamdan kalkmış derse gitmiştik.
Ama tam da o saatte siz, yüzüme tokatı patlatan mesajınızı atmışsınız... Ben sizinle olduğum için çok mutlu iken, siz bana neler neler yazıyormuşsunuz... Yani aynı anda birbirimizle imişiz, ama farklı duygularla…
Nereye gülüyorsun Esra, diyormuşsunuz bana aslında, ben gülümsüyorken… Bu mesajı 14.10 gibi gördüm. Hoca yine ders molası vermişti… İnternete bir gireyim dedim, mesaj attınız mı diye…
Atmışsınız mesaj, bir de yüzüme tokat…
…
‘’Sen, son yazdıklarından anladığımız kadariyle, seni sen yapan herkesi ve her şeyi inkâr etmiş, isyanları oynamışsın. Tabii ki kurtlar sofrasında lime lime edilecektin... Sömürülecektin... Başka ne bekliyordun ki. Kirletmediğin kutsiyet kalmamış, şeytanın askeri olmuşsun. Acı çekmen, huzursuz olman doğal değil mi? Canına, sağlığına, okul hayatına zarar gelmeden içinde bulunduğun çirkefin farkına varmakla, her şeye rağmen ne kadar şanslı olduğunun farkında mısın?’’.
…
Ama okuldaydım, ağlayamadım… Sadece tüm vücudum titredi, dondum kaldım bilgisayar başında… Ne yapacağımı şaşırdım… Ne yapsaydım, hangi köşeye çekilseydim de sessizce ağlasaydım… Yoktu öyle bir yer, derse girmeden kaçtım, okuldan… O ana kadar, o günün mutlu geçtiğini sanan Esra´dan kaçtım… Hem de tüm utancımla…
Unutmuştum sizi gördüğümde yüzünüze bakamayacağımı… Sizi gördüğümde çok utanacağımı unutmuştum… Gerçekten şu sıralar gülemeyecek durumda olduğumu unutmuştum… Gafletlerim için ağlamam gerektiğini unutmuştum da nasıl da gülmüştüm… Şimdi gülüşlerimden dolayı da utanıyorum…
Gittim bir camiye, ikindiyi kıldım. Ama kalabalıktı, orada da ağlayamadım. Sıkkınlığım eve attı beni… Boğulur gibi… Kalbimin tam üstünde bir şey, ağlayamıyorum ama vücudum titriyor, takatim kesildi… Bitkinim… Çok bitkinim hocam… Çok bitkin…
Her gün, geçmişime dair yeni bir hata keşfediyorum. Her gün, geçmişimin çirkin bir yüzünü daha görüyorum… İğreniyorum… Kusmak istiyorum bu iğrenç ben´i... Ya hepsini göremeden ölürsem, Allah’ın rızasını kazanmadan ölürsem… Ben bu günahkâr halimle nasıl yalvarırım kendim için, nasıl geçerim Rabbimin huzuruna, hiçbir şey olmamış gibi… Çok dua edin hocam bana… Tertemiz olmak istiyorum artık… Geçmişimde tek zerre günah kalsın istemiyorum…Çok ağır gelse de geçmiş günahlarımı, yaptıklarımı hatırlamak….tek tek bilmek, tek tek hesaplaşmak istiyorum…Tekrar yaşayıp düşüncemde, öldürmek istiyorum o anları…Bir daha yapmamak üzere, son kez bakmak ve kainatın sonsuzluğunda, ebediyete uğurlamak istiyorum, geri gelmemecesine…
Lise bittiğinde başladı, ailemle çatışmam. Korktular, çok korktular. Haklıydılar, haklıymışlar… Nereye doğru gittiğimi biliyordum. Bildiğim halde kendimi kurtaramadığım için, kendimden nefret ediyordum… Ama önceden çok severdim kendimi… Şu son ayları katmıyorum… Çatışmıyorum şuan ailemle. Geçti o günler. Ben hazırlıktaydım ve üniversitenin ilk yılıydı… Ama geçmişte yolculuk yapmaya karar verdiğim, o cesaretin bana verdirildiği gün, her şeye kulak tıkayışlarımı gördüm, yaptıklarıma dışarıdan baktım da ağlayışlarım daha da şiddetlendi… Ben bu muyum, dedim… Ben bu muydum? Utandım… Çok utandım… Utanıyorum… Ama beni geçmişimle yüzleştirirken umudu da veriyorsunuz, hocam… Ne kadar tuhaf olduğumu anlatamaz kelimelerim… Yaşamayan anlayamaz beni… Anlamaz… Ama siz anlıyorsunuz, tek siz anladınız beni zaten… Tek siz… Yanınızda olsam bakamazdım yüzünüze… Bugün okuldan kaçarken, kendimden kaçarken ki utanmam olurdu, karşınızda… Yüzüm yerde… Ama bir gün yüzünüze utanmadan bakacak kadar tertemiz olmak istiyorum…
GEÇMİŞİM!!!!! Sevmiyorum seni… Çiziyorum üzerini tek tek, an an… Bana bıraktığın sadece pişmanlıklar… Ve ardında saklı tövbe… Elhamdülillah…
Sevgili Esra,
Çay ve gofret için teşekkür ederim…
Karşımda fıkır fıkır mutlu olduğun için de… Geleceğinde daha mutlu olacaksın… Mezuniyet gününde belkide birlikte oluruz. Sen, ailen, arkadaşlarından ve ben… İlerde evlendiğin, mutluluktan uçtuğun günde de inşallah, nikâh şahidin olurum, ailenden izin alabilirsen…
Keşke mesajımı birkaç saat sonra okusaydın diyeceğim ama nasibin okadarmış. O yazdıklarımı yazmak kolay olmadı, ama yazılması gerekiyordu… Hatalarınla yüzleşmeden, üstünü örterek kurtulamazsın. Kendi kendine bu konuda acımaman gerekir ki, geri dönüş kapıları tamamen kapanmış olsun.
Bütün bunlardan kurtulacaksın..Ama acı çeke çeke olacak..Hz Mevlana’nın meşhur bir sözü var..Kendini özetlediği,aslında hepimiz adına söylenmiş..
’’Hamdım,piştim,yandım..’’
Büyük günahları işlemiş olmak,zehir içmek gibidir.Çoğu kişi için ölüm nedenidir.İçtiği zehirin miktarı ve süresi ile pişmanlığı ölümle kalımın farkını belirler.Erken yardım isteyenler,imdat diyenler,affedersin Mevla’m diyenlere yardım eli uzanır ama,yeniden sağlığına kavuşmak zaman alır.Tövbenin ilk basamağı kişinin zihninde oluşur.Yaptığının günahı içten içe sıkmaya başlayınca göğüs kafesini,sancılanmaya başlayınca vicdanı,önce günahın büyüsü bozulur.Zevk vermek yerine acı verdiği görülür.Tam tersidir beklentiyle sonuç.Önceleri önemsenmez.Bu seferlik sanılır.Geçicidir denilir…Ama zamanla battıkça batıldığının farkına varılır.Bazılarına şeytan ‘’battı balık yan gider,der.’’ ‘’senin için dönüş yolu kapandı, hangi yüzle döneceksin annene, babana, Allah’a. hem onlar seni bu halinle kabul edecekler mi bakalım. Kokuştun kızım-oğlum sen. Seni kim neylesin… Bittin sen bittin. En iyisi keyf almaya bak...’’der… Daha neler, neler.
Bazılarına ise meleğin sesi, Allah’ın yardım eli uzanır. Sen bunlara layık değilsin. Bırak bu çirkef işleri. Tövbe et. Allah tövbeleri kabul eden, ölüleri diriltendir. Değil kirlenmek, ölsen bile diriltilebilirsin. Yeter ki yardım iste. Rabbı’ndan yardım iste. O sebepleri de yaratandır. Uzak yakın demez, yardımını sana ulaştırır. İçinden ve dışından, bilmediğin yönlerden rahmetini döker de üstüne umutsuz çöllerin kaktüsleri gibi rengârenk çiçekler açarsın. Meyveler verir cennet kuşlarına yem olusun, süt verirsin. Rabia olusun, Meryem olursun… Allah’ın her şeye gücü yeter. O’ndan umut kesilmez. O’ndan geldik O’na döneceğiz. Cehenneme uğrasan da yine O’ndan medet umacak, ateşinin azalmasını isteyeceksin… Gel bu işi sayılı günlerin dünyasında yap. Bir günü, dünya zamanıyla ellibin yıl olan ahirete bırakma hesaplaşmayı.
Tedavin uzun olabilir ama nihayeti dünya uzunluğudur. Gel, zararın neresinden dönersen kardır, sözüne uy. Hemen tövbe et, denilir. Daha daha neler denilir neler…
Sonuçta tercih hakkını kullanır, kul.
Tövbe eden kurtulur. Etmeyen battıkça batar… İki âlemini de cehennem eder…
Sen de, senin gibi tövbe edenlerde, düzenli namaz kılar, secdelerde ağlarlarsa, yazdığım duaları okurlarsa en kısa zamanda aydınlığa çıkarlar. Ama ne kadar şeytani haz alındıysa o kadar dert edinildiğinden, tedavi herkes için farklıdır. Bir de tedavi zamanını tayin eden pişmanlıktaki samimiyettir.
Şimdilik dediklerimi yap. İleride sana bir dua daha vereceğim. Beni en derin belalardan çıkaran, tecrübe edilmiş bir dua. Üstelik hikâyesini de yazacağım, sana. Nasıl düştüm, ne kadar düştüm, nasıl kurtuldum. Hata yapan bir sen misin dünyada…
Beni gördüğünde rüyada veya dünyada, kucaklaşmak üzere koşmanı isterim, utanmanı değil. Senin yaşın kaçta günahın kaç. Gel günah nasılmış anlatayım sana. Kimleri gördü bu gözler, kimleri okudu bu dil. Kafanı kaldır. Yalnız secdede eğ o başını. Herkes kendince bin beter. Kuldan değil Allah’tan kork… Kulun iradesi Allah’a bağlı. O istemedikçe, sen istemedikçe kimse sana bir şey yapamaz. Sen kendin istediğini ve Onunda verdiğini biliyorsun. Şimdi istediğini de o zamanki kadar kesin iste. Verilecek, hiç şüphe yok.
Yeniden yazışmak üzere hoş kal hoşça kal.
Başını kaldırıyor, alnından öpüyorum…