- 522 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Gecikmiş Musonlarla Gel Ülkeme
Kirpiklerindeki tuz kristalleriyle karış sevgimin denizlerine
Çığlık çığlık düşlerini yükle sırtına, sevdayla gel yüreğime
Unut zemheri mevsimlerini, ölümsüz serüvenler olsun içinde
Özlemin gecikmiş musonlarıyla ıslanalım o sevda ülkesinde
Başkaldırısı yamandır yüreğimize gömdüğümüz dizelerin. Hiç umulmadık anlarda yüreğimizin cam tespihleriyle duyumsadığımız renk kristalleriyle gökyüzüne çeviririz gözümüzü ve acılar geçer bulut bulut içimizden. Taş bir heykeldir önünde saygıya durduğumuz, bütün acıların soyağaçlarına hüznümüzü kazırken değişmez yazgımız, ırmaklar yeşil akar, gökyüzü mavi bakar ve her mevsim şiirimizden hüzün damlar.
Güneşin sırtına ellerini uzattığında bir kül dökülüşüne kapılır gözlerin. Bu yüzden güneşe kamaşıp bakar göz, dallardan sızan huzmelerden hüznü biriktirince yıpranır yürek ve bahanesi olur yaşamak. Damlar şiirce, her salıncak çığlığına çocukluk düşü karışır, geride unutulanlarsa hiç yaşanılmamış onlarca umuttur.
Yine de konuşuruz gelecekle. Bir kuğunun kanatlarına gizlenen nilüferlere diz çökeriz, denizlere rüzgâr inince üşürüz. İçimizdeki sessiz ve yalansız çocukluk suretlerinde yüreğimiz kış tutsağıyken onlarca çakıl taşı atarız aynı denizlere. Hayat bölünmüş bir mutluluk güncesidir yine de, uzandığımız yerlerden bakarız resimlerine, avuçlarımız kamaşır, kendi sessizliğimizden oluşmuş sezgilerimizle delişmen bir atlasta ömür tüketiriz.
Kır pençelerini desem bütün umutsuzluk suretlerinin, iki gözüm iki çeşme ağlasam başucunda uyandırabilir miyim derin uykularından? Sen yoksan, sen solumuyorsan içimde neye yarar şiirlerim? Bu her mevsim buzlu akan yaşam çeşmelerinden her sabah yüzümü yıkasam, tohumlar serpsem yüreğinin en kıraçlarına, çağırsam bütün gecikmiş yağmurları dualarla, hasretle köpüren bir deniz olsam içinde ve bir martı olup en derinlerine dalsam, sen güldüğün zaman en bilinmezlerinde aşk ile böyle açabilir miyim?
Çağlar aşarak geldiğimiz boyut ötesi duraklarda biraz soluklanma fırsatı bulunca özlemin farklı odalarına geçeriz. Damağımızı burkan geçmişin unutulmaz sofralarına yeniden oturarak gongunu bekleriz mutlulukların. Aynı kaşıkla dalarız sevginin çorbasına, bayatlamış hüzünleri tasımıza doldurarak sular içeriz kana kana. Dudağımızdan sızan suları elimizin tersiyle silip duman duman olmuş yeşil dağlarda kendi yankımızı dinleriz.
Durmak bilmeyen bir sarmaşık olsak, ağsak göklere ve bulabilsek diyorum huzur ülkesini. Sen olsan elimdeki temas, yüreğimdeki ateş, yalnız sen. Sarmaşık göğe tutkun, ben sana. Düşlerin varışsız gerçekliğinde kapım açılır, giysilerin rüzgârla saçılır ve rüyalarımın engin denizlerine kulaçlanırsın. Dudağıma kondurduğun ıslaklıkla kendimden geçerim birden. Apansız sarılışım olursun, özlemle yanan yüreğimin ölümsüz sultanı olursun.
Yaşam fısıltını taşıyor buralara rüzgâr, içinde en çok sevdan var. Gülüşlerinin kapsüllerine menekşeler ekiyorum, saçlarının köprülerinden geçerek sana yürüyorum. Bir deniz kasabasında karşılaşıyoruz, suskun acılar şerbetiyle merhabayı yudumluyoruz. Güneş saklıyor titrek yüreklerimizi, birden sevginin kadehlerine dolup sevdayla birbirimize dökülüyoruz.
Aynı yağmurlarda taşıdım sana olan özlemin şiirlerini yüreğimde. Aynı anda yakamozları seviyordu denizler, usul usul pullarından soyunarak. Işık hızına ulaştı ve bir yankı gibi delerek geceyi kokunla bana bulaştı. Islaktı saçların, buğuluydu bakışların ve sıcacıktı avuçların. Dudağından nefeslenerek direncimin kilitlerini açtın, sevdaydın iliklerine kadar, sarmaş dolaş bir gecenin içine bütün inleyişlerini saçtın.
Bütün düşlerin kristalleri tuzludur, yürekteki ölümsüz sofralara serpilir. Dudağımızdaki öpüşlerin mağrur kıvrımlarıyla buluştuğumuzda ellerine uzanacağım önce, gözlerindeki sorgu odalarından geçerek, sevda koyduğum ismini güllerle bezeyerek ruhunun eşsiz odalarına gireceğim aşkla.
Yoksul bir umutla türküdür dilimdeki en hırçın bulut. Sen her sabah yaşamın yollarını geçerken, ben fısıltı ormanlarında sevda çiçekleri toplarım sana. Renkler biriktiririm aşkla atan yüreğimde, sen bilmezsin. Yorgundur adımlarım, ruhundur der, ellerini esirgersin. Ansızın dudağım dudağına değer, hayda diyerek içimdeki deli tayı uzaklara sürersin.
Gece yine aynı gece ve sokuluyor usulca sözlerdeki heceye. Gece dumansız bir göçebe çadırı, bakışlar korkak, saklanırken peçeye. Yelin dolaşıyor dağlarımda, imbatın önünü kesiyor ay, yıldızdan taç geçirmiş neşeye, özlemin zor bir bilmece gülüm, kapat gözlerini, kapatırken sevdamı gizle ey sevgili, aşk denen bilmeceyle.
Damarlarındaki isyan ağrıya dönüştüğünde düşerdin yollara ve sesime uzanırdın öfke gibi. Parmakların olurdum, dudağındaki kavrayışla seni bulurdum. Direklerine yapışarak yıkılmaz yapılarına sokulurdum. Gecenin sokaklarında tiz çığlıklar atardık birlikte, soluğun gülüşlerine karışınca erin olurdum. Yumardım o an gözlerimi uykulara, sen surlarıma vurunca ölümsüz bir adam olurdum.
Kapat pencereni şimdi geçmiş bütün yılların huzmelerine. Yeniden yerleştir yaşam selesini sırtına ve yangınların olmadığı ülkelere yürüyelim birlikte. Her gece şiirlerime, bedenime uzanan bir el ol toprak gibi içimde. Yıllardır tufanlarla birlikte demlenen hüzünlerinin kapılarını aç okşanası ellerinle. Bir ucu masallara, bir ucu yıldızlara uzanan bir sevda yolunda yürüyelim birlikte.
Kadın düşlerinin yaşanası iklimlerinden kokunu getirecek az sonra rüzgâr, yanıksı bir tat olacak dudakların yastığımda. Geçmişin en unutulmaz karelerini yeniden özlemin makarasına sararak seni izleyeceğim yüreğimin ölümsüz sahnesinde. Düşlerimiz oldukça, yüreğimizdeki sevgi yaşadıkça o uzaklardaki güneş ülkesinde bize de yer var gülüm, yeter ki yaşamaya pes etme.
Selahattin Yetgin
...................................
Bu şiirin hikâyesi: Bir çıngıyla büyüyüp mutluluğun yeşil boylarında sevdayı taşırız yüreğimizde. Gün içeriz dağlarda, nabzımızdaki yaşam kıpırtılarıyla göçlere dururuz. Kaybolduğumuz bu medeniyette yağmur dualarına açınca avuçlarımızı kanar ruhumuz, ağlayışların ıssız yurtlarında yine de kendimize saraylar inşa ederiz.