- 994 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AYRANCI HASAN'IN OĞLU CONİ BİTILS
AYRANCI HASAN’IN OĞLU CONİ BİTILS
(Tek kişilik oyun)
(İki perde, dokuz sahne)
Birinci perde
Sahne Bir
(Dekor: Fakir bir öğrenci odası. Solda bir kapı. Ortada; üzerinde sürahi, bardak, küllük vb. bulunan tahta bir masa ve bir sandalye. Sağ arka plânda, duvar dibinde bir somya. Karşı duvarın sol tarafında bir pencere. Duvarda bir ayna, birkaç gömlek, ceket, pantolon vb. asılmıştır. Sağ duvarda mutfağa açılan küçük bir kapı…)
FONDAN SES: (Perde açılmadan önce) Yıl 1974. Kasımın biri. Pazar. Gece…
(Işıklar söner. Kırmızı bir ışık veren projektör perdeyi aydınlatır. Perde açılırken daha evvel kasete alınan sesler mikrofondan verilir. Projektör odayı taradıktan sonra somyada durur. Mehmet yatakta yatmaktadır. Fondan verilen sesleri dinlerken sıkıntıyla kıvranmaktadır.)
FONDAN SES: (Saatin çalışırken çıkardığı tik-tak sesleri sinir bozucu şekilde alçalıp yükselerek dokuz – on saniye sürer. Anne ve baba sesleri duyulunca azalır.)
ANNE SESİ: (Hüzünlü) Oğlum, bir tanem, Mehmet’im benim. Beni bırakıp İstanbullara mı gideceksin? Senin hasretliğine nasıl dayanırım ben? Vazgeç büyük okullarda okumaktan oğlum. Köyde kal daha iyi. Allah kimi aç bırakmış ki sen kalasın?
FONDAN SES: (Gittikçe yükselen saat tıkırtıları… 5–6 saniye sürer.)
BABA SESİ: Biliyorsun ki oğlum anan dişlerini çektirdi. Ona yeni, iyi dişler lâzım. Senin üniversite davan ortaya çıkınca yaptıramadık. Varsın anan bir yıl daha dişsiz gezsin; yeter ki sen oku!..
FONDAN SES: (Saat tıkırtıları…)
ANNE SESİ: İstanbul büyük şehir evlâdım. Kendini koru. Hırsızı var, arsızı var. Herkesle dost olma. Kendine dikkat et, paranı çaldırma. Her yerlerde gezip tozma. Hele karı kız peşinde hiç koşma.
(Saat tıkırtıları)
BABA SESİ: Beş yüz, altı yüz, yedi yüz… Al bunları oğlum. Ancak bu kadar bulabildim. Parayı idareli kullan. Abur cubura harcama. Kitap için paraya hiç acıma. Hocaların ne kitabı söylerse al. Kitap için ceketimi satar sana yine para bulurum.
(Saat tıkırtıları)
ANNE SESİ: Kara kaşlı, kara gözlü, eli ayağı temiz, namusluca bir kız alırız sana. Gül gibi geçinir gidersin oğlum. Yeter ki gönlünü İstanbul kızlarına kaptırma.
(Saat tıkırtıları)
BABA SESİ: İstanbul büyük şehir oğlum. Sense çok küçüksün. Yolda yürürken apartmanların son katlarına bakma. Zenginlerin hayatına özenme. Başın dönüverir de düşersin sonra. Hep derslerine çalış. Gazinoya, pavyona, meyhaneye gitme!
(Saat tıkırtıları)
ANNE SESİ: Gece yatarken üç kulhüvalla, bir elham oku. Allah’a sığın da uyu. Yatarken üstünü iyice ört. Kışın iki tane çorap, iki tane kazak giy üstüne.
BABA SESİ: Anarşistlik yapma oğlum. Karışma kavga yapan gençlere. Eğer karışırsan, adam öldürür banka soyarsan, Türk askerine kurşun sıkarsan beni baba belleme. Bil ki ben yokum, bil ki ben öldüm. Vatan için, millet için çalış. Allah’a inan ve güven…
(Saat tıkırtıları)
ANNE SESİ: (Bundan sonraki sesler yankılı ve çıldırtıcı bir hüviyet taşıyarak bazen saat tıkırtıları içinde erimeli ve bazen de top gibi patlamalıdır.) Üstünü ört. (Çığlık hâlinde) Öööört, ööört!...
BABA SESİ: Okuuu, okuuu!
ANNE SESİ: Kara kaşlı, kara gözlü, kara,karaaa, karaaaa!..
BABA SESİ: Karı kız peşinde koşma, koşma, koşmaaaa!
ANNE SESİ: Karaaaa!
BABA SESİ: Okuuu!
ANNE SESİ: Öööört!
BABA SESİ: Koşmaaaa!
(Sahnenin ışıkları yanar.)
MEHMET: (Işıklar yanınca üzerindeki battaniyeyi hırsla savurarak yataktan fırlar. Çok sinirli.) Yeter be, yeter! Bıktım artık! Kurtulamayacak mıyım sizden? Yok üstümü örtecekmişim, yok sağıma soluma dikkat edecekmişim, yok karı kız peşinde koşmayacakmışım! (Yavaş yavaş sakinleşir.) Çocuk muyum ben be? Ne yapacağımı bilmez miyim? (Alaycı) Kara kaşlıymış, kara gözlüymüş! eli ayağı temiz, namuslucaymış! (Güler.) Pis Çakır Mehmet’in kokana kızı Ayşe’yi mi alacaksınız bana? (Mağrur) Hiç ona tenezzül adar miyim ben? Kimmiş Ayşe? Çakır Mehmet’in kızı. Yani Sazpınar’dan bir köylü… Bense üniversiteli bir gencim. Boşuna mı davul dengi dengine demişler? Hiç Ayşe bana yakışır mı? Güzel olmasına güzel kız; güzel ama; şalvarının, başörtüsünün içinde bir et yığınından başka bir şey değil. Daha “Seni seviyorum.” bile diyemiyor. Çıkar pencereye (taklit ederek) “Seni seviyom Meemet; Meemet seni çok seviyom…” Başka bir lâf bilmez ki zaten. O kadar çok uğraştım, seni seviyorum dedirtemedim. (Küçümseyerek.) Yakışmıyor ki ağzına!.. (Az duraklar. Birden irkilir.)
Ne oluyor bana yahu? Kendi kendime neler saçmalıyorum ben? (Aynaya bakar.) Ulan Rezil Mehmet, ulan sefil Mehmet! Altı yıldır özlemini çektiğin İstanbul’a gelmedin mi? Altı yıldır hayal ettiğin üniversite hayatına kavuşmadın mı oğlum? (Anî bir dönüşle) Kavuştun ve başladın üniversite hayatına. Ne diye sinirlenip saçmalıyorsun peki? Önünde daha altı yıl var enayi. Tam altı yıl İstanbul’da olacaksın ve hep yalnız başına yaşayacaksın. Altı tane yıl… (Parmaklarıyla sayarak) Bir değil, iki değil, üç değil, tam altı tane yıl. On iki, yirmi dört, kırk sekiz, yetmiş iki… Yetmiş iki tane ay. Yani yetmiş iki tane otuz gün. Güne vurursak saymakla bitmez. Bu zaman zarfında İstanbul’dasın ve kuşlar kadar hürsün. Ekmek elden, su gölden… Ayrancı Hasan göndersin paraları. Fakülte dört yıllık, dört yıllık ya, ben enayi miyim dört yılda bitireyim! Nasıl olsa devlet baba altı yıl okuma hakkı tanımış. Kitaplara kapanıp dört yılda bitireceğime, krallar gibi yaşar, altı yılda bitiririm. (Vücuduna hayranlıkla bakarak) Evelallah gencim. (Sıçrar.) Sağlığım da yerinde. (Aynayı duvardan alarak yüzüne bakar.) Az buçuk da yakışıklı sayılırız hani! (Kasılır.) Eee, aynı zamanda üniversitede okuyoruz! Hayatın zevkini bu yıllarda çıkarabilirim. Kolay değil üniversitede okumak. Kolay değil İstanbul’da krallar gibi altı yıl yaşamak. Sazpınar köyünde var mı benim gibisi? Bu nimetler benden başka kime nasip olmuş? Hiç kimseye… Bir bana nasip oldu, bana, ben Mehmet’e…(Çok sevinçli. Heyecandan titreyen ellerle bir sigara yakar. Anî bir refleksle sigarayı avuçları içinde saklayarak çevresine bakınır. Yalnız olduğunu hatırlayınca kahkahalarla güler.)
Ulan Mehmet, şartlanmışsın be! (Sigaradan uzun bir nefes çekip tavana doğru üfler.) Yok baban artık, yok. Çek, çek ve savur dumanı. (Çeker, tavana üfler.) Bir daha çek Mehmet! (Çeker. Hayatından memnun bir tavırla) Hasan, Ayrancı Hasan, Çanakkale gazilerinden Ali Çavuş’un Ayrancı Hasan’ı… Ve Ayrancı Hasan’ın oğlu Ayrancı Mehmet… Yani ben… Ve o benim babam… Yok artık Ayrancı Hasan. Ve bir daha hiç olmayacak. (Biraz düşünür, tebessüm eder.)
Şu Ayrancı Hasan büyük adam vesselâm! Oğlu Mehmet’i on yedi yıl yedirdi, içirdi, okuttu, onu ta üniversiteye kadar getirdi. Sonra İstanbul’da bir buçuk odalı ucuz bir ev tutup eşyaları yerleştirdi ve gitti. (Odadaki eşyalara bakar.) Eşyalar, eşyalar… Bu eşyaların hepsi benim. (Deli gibi) Şu masa benim. Bu sandalye de benim. (Yatağa) Yatak, yatak; sen benimsin. Senin bir görevin var; beni koynunda saklamak… (Yatağa uzanır. Tavana) Tavan, tavaaan!.. Sen de benimsin. Senin de bir görevin var. Yağan yağmur ve karları üzerime düşürmeyeceksin. Yani beni koruyacaksın. (Aniden kalkıp aynanın yanına gider.) Bu ayna da benim. Ben saçımı tarayayım diye konmuş buraya. İstersem tararım saçlarımı. (Saçlarını tarayıp sürahiye bakar.) İstersem su içerim. (Bardağa su koyar, içecekken vazgeçer.) Ama içmeyeceğim. Çünkü ister içer, ister dökerim. (Somyaya biraz su döker.) Yatak ıslandı… Kim karışabilir ki? Karışamaz. Çünkü anam yok, babam yok, ninem yok, amcam yok, yok oğlu yok… Ben varım, sadece ben varım… Ve bu odadaki tüm eşyalar benim için konmuş buraya. Ben Mehmet için, Ayrancıların Mehmet için, Sazpınarlı Mehmet için… Ama hayır. Sazpınarlı Mehmet değil artık. İstanbullu Mehmet. Ayrancıların Mehmet değil, üniversiteli Mehmet. (Çok gururlu) Mehmet, Mehmet Bey, beeey! Altı yıl sonra da avukat Mehmet olacağım. (Taklit eder.) Sayın hâkimler, suçlu gözüyle bakılan müvekkilim aslında bebek kadar masumdur, falan filân… (İrkilir.)
Dağıtıyorsun oğlum, topla kendini. Delirmenin sırası değil. Anladık, seviniyorsun ama, bu kadarı da fazla!... Biraz sakin ol. (Pencerenin önünde durup dışarıyı seyreder.) Şimdi ben İstanbul’dayım öyle mi? Yani ben şu an İstanbul’un havasını mı teneffüs ediyorum? Demek bir gerçek bu? Üniversiteye girdim ve yarın okul açılıyor. Pardon fakülte… Ve ben gideceğim, başlayacağım üniversite hayatıma. Şu karşıda görülen binalar İstanbul’un apartmanları mı? Şu geçen taksiler İstanbul’un yollarında mı dolaşıyor? (Aniden döner.) İnanamıyorum bir türlü. Her şey ne kadar güzel, ne kadar iyi… (Duraklar.)
Bir hatıra defteri tutmalıyım. Bugünü mutlaka not etmeliyim bir yere. Çünkü bugün hayatımın dönüm noktası. (Masanın üstünde duran Bafra sigara paketini avuçlarında buruşturup atar.) Sazpınarlı Mehmet’in öldüğü gün bugün. (Duvara asılı ceketten bir paket filtreli sigara çıkarıp bir tane yakar.) Üniversiteli Mehmet’in doğduğu gün… Yazmalıyım. Bütün duygu ve düşüncelerimi aktarmalıyım bir kâğıda.
(Somyanın altındaki bavulu karıştırır. Bir defter ve kalem çıkarıp masaya oturur, yazar. Yazarken) Yıl 1974. Aylardan Kasım. Birinci gün. Yarın pazartesi. Yarın üniversiteye okumaya gideceğim. Bugün çok büyük bir gün. Hayatımın dönüm noktası. Çok mutluyum. (Seyircilere bakarak hayallere dalar.)
Çok iyi hatırlıyorum. İlkokul bitmiş, ortaokula kaydolmak için kasabaya inmiştik. Kayıt işi çabuk bitti. Babam sinemaya götürdü beni. İlk defa o gün film seyretmiştim. O filmi hiç unutamam. İstanbul’da Beyoğlu’nda çevrilen bir filmdi. Neler vardı filmde neler!... Taksiler, ışıklar, apartmanlar, gazinolar… Sokaklar hep temiz ve güzeldi. Her taraf ışıl ışıl… İnsanlar temiz, kibar ve daima mutluydular. O film o kadar çok etkilemişti ki beni!.. Ben de onlar gibi yaşamak, eğlenmek istiyordum. Bu arzu, içimde sökülüp atılamayacak bir ideal hâline gelmişti. Film seyrettikçe, fotoromanları, gazeteleri okudukça, televizyon izledikçe daha çok hırslandım. Öyle bir hayata kavuşmanın tek bir yolu vardı benim için. Okumak; üniversiteye, yani İstanbul’a gelmek. Okudum. Değil sınıfta kalmak, bütünlemeye bile kalmadım ve kavuştum özlediğim hayata.
(Tiksinerek) Kurtuldum o pis köyden. Sazpınar… Sazpınar ve İstanbul… Biri gece, biri gündüz. Sokaklar karanlık Sazpınar’da. Her yer toprak, toprak… Ve toprakta yılanlar… İstanbul’da ise ışıklar, ışıklar ve yine ışıklar… Sokaklar tertemiz ve insanlar mutlu. Binlerce eğlence yeri var İstanbul’da. Sazpınar’da ise iki kahveden başka bir şey yok. O muhtar denilen herife de lânet olsun! Kâğıt oyununu yasak etti. Eskiden pişti oynardık da biraz eğlenirdik. Şimdi o da yok. Aman bana ne canım!.. Sazpınarlı ne yaparsa yapsın. Ben artık altı yıl uğramayacağım oraya. Yazın da burada kalırım. İş bulur çalışırım, para biriktiririm.
(Yeni hatırlamış gibi) Param var, param çok var.(Cebinden çıkarır.) Ayrancı Hasan yedi yüz lira verdi. Ancak o kadar parası çıkışmışmış!... Aptal mıyım ben? Hiç İstanbul’a yedi yüz lirayla gelecek göz var mı bende? Yıllardan beri bugünler için biriktirdiğim paralar ne güne duruyor? Pederden gizli az mı yevmiyeye gittim? Ama sonunda oldu. Tam bin dört yüz lira biriktirdim. Hep bugünler için. (Paraları sayar.) Ayrancı Hasan’ın verdikleriyle birlikte tam iki bin yüz liram oldu. Az para değil. Galiba üniversitede okuyanlara her ay beş yüz lira kredi veriyorlarmış. (Sevinçli) Ulan Mehmet, daha şimdiden maaş almaya başladın be!.. Aldığım krediden Ayrancı Hasan’a bahsetmem. O parayı kızlarla yerim. Ayrancı Hasan’ın gönderdiği ise yeme içme masrafı. Zaten başka ne masrafım olur ki!.. Bir kalem, bir defter yeter de artar bile…
(Duraklar.) O kız…Ulan ne kızdı be!.. Siyah, kısa, hafif dalgalı saçlı; parlak, kiraz dudaklı, mavi gözlü… Bir başka kızdı işte. Tarifi imkânsız, öylesine güzel… Acaba bizim sınıfta mı? İnşallah bizim sınıftadır! Yeni kayıt olduğuna göre bizim sınıftadır. Kayıt fişlerinde adını gördüm. Berna’ymış adı. Berna… O kot pantolon da ne güzel yakışmış ona! (Üzerindeki kumaş pantolona bakar.) Bıktım banlardan, üç yıldır aynı elbiseyi giyiyorum. Yarın ben de kot alacağım. Kot pantolon üniversiteli gençler arasında moda. Hemen yarın, yarın alacağım. Nasıl olsa param var. (Duraklar.) Ya otobüsteki kız nasıldı? Sarışın olanı… (Utangaç) Ama nasıl bakıyordu bana!... Ah ulan Ayrancı Hasan, yanımda sen olmayacaktın ki!... Ama yarın olmayacaksın. Artık hiç olmayacaksın. Her gün başka bir kızla flört edeceğim. Evlenmek, âşık olmak yok. Gömlek değiştirir gibi kız değiştireceğim. Krallar gibi altı yıl yaşayacağım İstanbul’da. Burada kız mı yok? Berna olmazsa Jale, Jale olmazsa Hale… Haleler, Jaleler, daha neler neler… (Hitap eder gibi) Kızlar, geldim!... (Yatağa uzanır.) Kızlar… Sarışın, esmer, kumral… Ah bir bitse şu gece, yarın bir gelse!...
(Perde iner)(Devamı var) İstanbul / 1977 erturanelmas.megabb.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.