- 1045 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
JİYAN-1
’Eksik Parçam, Aylin’e’
Gülümseyerek ’çocuğu nehirde yüzen sepetin içinde bulduğumuzu söyleyeceğiz.’dedi.
Rahibe ‘Buna kimse inanmaz’diye karşılık verdi
Fernanda,’Madem İncil’de yazdığı zaman inanıyorlar. Ben söylediğim zaman neden inanmasınlar.’ (Yüzyıllık Yalnızlık)
Farklı bir insan olacağı annesi ona hamileyken belliydi. Bu durumu ilk fark eden de annesiydi. Hamileliğinin altıncı ayının içindeydi o zaman Fatma Hanım. Gece ansızın uyanmış belli belirsiz bir melodi kulağına yankılanmıştı. Başucundaki gaz lambasını yakmış, etrafı süzmüş, odada bir gariplik olmadığını görmüştü. Belirsiz melodi perde perde yükseliyordu. Yanında uyuyan kocası Ahmet Bey’i uyandırmıştı o gece. Uyku sersemi olan Ahmet Bey :
-Ne var hanım?
-Sen de duyuyor musun? Diye sordu Fatma Hanım.
-Neyi?
-Biri şarkı söylüyor.
Ahmet Bey saate bakmış, gecenin üçü olduğunu ona söylemiş, hiçbir ses duymadığını, saçmalamaması gerektiğini söylemiş, başını yastığa koyar koymaz yatmıştı. İki dakika sonra da horlamaya başlamıştı bile. Ses gelmeye devam ediyordu.. Fatma Hanım sesin kaynağını bulmakta kararlıydı. Bir dakika kadar nefes bile almadan sese dikkat kesildi. Sonra başını karnına yaklaştırdı. Evet o belirsiz melodi karnından geliyordu. Sesin kaynağını fark eder fark etmez ses de aniden kesilmiş oldu. Fatma Hanım sabah namazına kadar yatmamış, namazını kılmış eşine kahvaltı hazırlamış, eşini yolladıktan sonra kendini günlük işlerin monotonluğuna bırakmıştı. Ama o gün hep durgundu. Gözlerini bir noktaya dikiyor, o noktaya donuk donuk bakıyordu. Gece duyduğu o melodiyi anlamlandırmaya çalışıyordu. Sonra bunun kendisinin uydurduğuna inandı. Önceki gün komşusu Aysel Hanım hamile kadınlara Meryaman adlı bir cinin musallat olduğunu Meryeman’ı defetmek için de yanında sürekli iğne veya benzeri bir eşya taşıması gerektiğini söylemiş. Meryeman gelir gelmez iğneyi ona batırırsa Meryaman ona yaklaşmazmış. Eğer Meryaman’ı defetmezse çocuğu ‘Allah korusun’ ucube bir yaratık olarak dünyaya gelirmiş. Fatma Hanım gece duyduğu sesi o konuşmaya yordu. Ama unutmadı da. Kızının çocukluğunda olsun genç kızlığında olsun bu belirsiz melodiyi hep hatırlayacaktı.
Doğumu da garip mi desem sıra dışı mı oldu desem ben de bilmiyorum. Fatma Hanım bakracını hazırlamış koyunlarını sağmaya gidecekti o sabah. Eşine kahvaltı hazırlamış, eşinin ‘Kaç gün oldu?’ sorusuna mukabil ‘ Sekiz ay on gün oldu banyo yapmayalı’ demişti biraz da kızararak. Eşi de ‘Öyle ise iyi. Tam bir ay var daha. Ben de o zamana kadar elimdeki şeker pancarını satarım. Belki doğumda zorlanırsın doktora falan gideriz, paraya ihtiyacımız olur’ demişti. O da ‘ Sen bilirsin bey!’ demiş, kahvaltı sofrasını öylece bırakmış hewşi*(kotan)’nin yolunu tutmuştu. Zaten kırk koyunları vardı. Süt sağma işi de yarım saat sürecekti. Yardım etmeleri için komşusu Aysel Hanım’ın on yaşındaki ikiz kızları Seher ve Gülperi’yi çağırmış, biri bêrê* de oturacak koyunların başını tutarken bir i de koyunları bêrê ye doğru sürecekti. Fatma Hanım bêrêye oturur oturmaz sancısı tuttu. Dişlerini sıktı. Ne de olsa daha bir ay vardı doğumuna . Geçici bir sancıdır diye içinden geçirdi. Ama sancı artıyordu. Sancı bile çok farklıydı. Hani acı biber yersiniz ya, ağzınızda çok acı bir tat oluşur hatta gözleriniz bile yaşarır ama diğer lokmada yine bir tane daha atarsınız ağzınıza. Fatma Hanım’ın sancısı işte böyleydi. Hem acı çekiyor hem zevk alıyor hem de çocuklara belli ettirmemek için dişlerini sıkıyordu. Çocuklar gözlerini fal taşı gibi açmış Fatma Hanım’a bakıyorlardı. Fatma Hanım dişlerini sıkarak sancının üstesinden gelmeye kararlıydı. Sancı şiddetini azaltmaya başlamıştı. Fatma Hanım kendini yavaşça bıraktı. Sancısı dinmişti. Tam koyunları sürmesi için Seher’e seslenecekti ki dişilik organında bir akıntı olduğunu hissetti. Bir sıvı akıyordu organından. Sıvıyla birlikte hamileliğinin altıncı ayında duyduğu o belirsiz melodi de perde perde yükselmeye başladı. Sanki görünmez bir el kadınlık organını açıp içinden bişeyler çıkartıyordu. Yerinde adeta donmuş halde kendini bu olağan dışı olayların akışına bırakmıştı. Çocuklar hewşinin en uzak köşesinde birbirlerine sarılmış, korkuyla Fatma Hanım’a bakıyorlardı. Bu olayın ne kadar sürdüğü bilinmez. Fatma Hanım zaman duyusunu yitirmişti. Ona sorarsanız belki üç dakika da diyebilir belki de üç saat de diyebilirdi.
Fatma Hanım geçen o belirsiz zamandan sonra dişilik organından bir kütlenin şalvarının içine düştüğünü fark etti. Şalvarının kemer kısmını gevşetti. Baktı ki küçük bir kız çocuğu ona bakıyor. Birbirlerine sarılmış halde olan ikiz kardeşler kendilerini can havliyle dışarı attılar. Bu olaydan sonra ne Seher’in ne de Gülperi’nin konuştuklarını kimse görmedi. Dilleri tutulmuştu.
Çok sonra Fatma Hanım o belirsiz zaman süresince hiçbir acı duymadığını ve melodinin her geçen anda perde perde artmakta olduğunu, kütlenin yani kızın kendisinden düştüğünü fark ettikten sonra da o melodinin aniden kesildiğini çevresindekilere anlatacaktı. Çevresindekiler ona inanmayacak o da bu olayı bir daha kimseye anlatmamaya yemin edecekti.
Fatma Hanım’ın sıra dışı doğumu çevre köylerin hepsine yayılmıştı. Hatta bu doğum çok sonra halk ağzında deyimleşecekti. Doğumun garipliğinden olsa gerek bu deyim bazen beddua bazen de dua olarak kullanılıyordu. Beddua olarak kullanıldığında ’Fatma Hanım gibi doğur’ dendiğinde onun doğumunun sıra dışılığına vurgu yapılıyordu. Dua olarak kullanıldığında da o doğumun acısız ve masrafsız olacağına vurgu yapılırdı.
Olanlardan kendisi gibi kocası da şaşkındı. Kocasının şaşkınlığı doğumdan iki hafta sonra gece aniden rahatsızlanıp onu gece vakti hastaneye götürdüğünde ve orda başına gelenlerden sonra daha da artacaktı. Hatta sıra dışı şeyler artık onun için sıradan birer olay haline gelecekti. Gece vakti hastaneye götürmüş. Nöbetçi doktor muayene etmiş hiçbir bulguya rastlamadığına kanaat getirmişti. Doktorun tüm iddialarına rağmen Fatma Hanım iki elini karnına yapıştırmış halde çığlık çığlığa bağırıyor ve karnının içinde bir sürü kişi olduğunu sanki maden ocağı kazıyorlarmış gibi kazma kürek salladıklarını söylüyordu. O toplumun içinde kadın ölse bile bir saygı ifadesi olarak ses çıkarmaması gerekirken, Fatma Hanım çılgınlar gibi bağırıyordu. Doktor onların ertesi güne kadar ilçede kalmalarını sabah uzman doktorlar geldiğinde gerekli tetkiklerin yapabileceklerini söylemişti.Fatma Hanım’a aşırı dozda ağrı kesici verildiği halde sancısı bir türlü azalmıyordu. En son çare olarak hastane bodrumunda yalıtılmış bir odaya kondu Fatma Hanım. Sabah odanın kapısı açıldığında Fatma Hanım en dip duvarın dibinde oturmuş, kapıda duran hademe ile kocasına bakıyordu. Üstü başı oldukça düzenliydi. Ayağa kalktı eşine doğru yürüdü. ‘ Neden buradayım? Burası neresi? Burada ne işim var ? ‘ diye sordu. Fatma Hanım’ın dün gece olanları hatırlamadığını anlayan Ahmet Bey başlarında dolanan sıra dışı olayları kanıksamış olmasından olsa gerek, Fatma Hanım’a;’ Gece sancın tuttu. Bu gece burada kalmamız gerekiyordu. Dışarıda üşümeyesin diye seni buraya aldım. Hadi doktora gidelim.’ Dedi.
Fatma Hanım o kadar sakin ve doğaldı ki sanki evindeymiş, günlük rutin işlerini yapıyormuş gibi davranıyordu. Gece nöbetçi olan doktor sabah gelen doktora Fatma Hanım’ı anlatmış, ona ayrı bir ehemmiyet vermesi gerektiğini söylemişti. Yeni doktor da muayene etti kadını. O da bir teşhis koymadı. koyamadı. Çünkü hem olağan dışı bir bulguya rastlamadı hem de Fatma Hanım sağlam olduğunu , hiçbir şeyinin olmadığını iddia ediyordu. Yine de doktor geniş kapsamlı tahlil istedi. Tahliller getirildikten sonra, doktor inceledi. Her şey normaldi. Hormon seviyelerinden tutun, organların işleyişlerine kadar. Ahmet Bey aynı zamanda doktorun yüz ifadesini inceliyordu.
Doktor herhangi bir şey bulmadığı, sebebin olsa olsa psikolojik olduğunu, kendisinin ne düşündüğünü Ahmet Bey’e sordu. Ahmet Bey eşinin ağrısız, ebesiz bir doğum yaptığını olsa olsa ondan olabileceğini söyledi. Doktor hafifçe gülümsedi:
-iyi de senin eşinin rahmi yok ki doğum yapsın. Tam ben de bunu söyleyecektim. Hamile kalmadığı için psikolojisinin bozulduğunu.
Doktoru şaşkınlıkla dinleyen Ahmet Bey:
-ya çocuk dedi yutkunarak.
Doktor:
-valla onu bunu bilmem. Ya ikinizde bir sorun var ya da bende. Hanım kızımız bu durumda ancak karın boşluğunda çocuk taşıyabilir ama böyle olsa da normal doğum yapamaz.
Yine de doktor bazı ağrı kesiciler yazdı, onları gönderdi. Yolda hiç konuşmadılar ve bu olayı da hiç kimseye söylemeyeceklerini biliyorlardı. Çünkü kimsenin onlara inanmayacaklarını iyi biliyorlardı.
Önceki akşam Fatma Hanım aniden rahatsızlanınca Ahmet Bey çocuğu komşusu Aysel hanıma emanet etmişti.. onların köye girdiklerinde Fatma Hanım çocuğu almak için Aysel Hanım’a gitti. Aysel Hanım ona çocuğun onlar gittikten sonra ne kalktığını ne ağladığını, mışıl mışıl yattığını söyledi. Fatma Hanım da eşi gibi artık bu olayları kanıksamıştı. Kadına çok teşekkür ettikten sonra çocuğu eve götürdü. Evden içeri girer girmez çocuk gözlerini açtı ve ağlamaya başladı. Oturdu yere memesini çocuğun ağzına verdi. Ahmet Bey de divanın üzerine oturmuş onları seyrediyordu.
Fatma Hanım eşine döndü. Ve ona:
-Daha çocuğa da isim koymadık. İki hafta oldu..
Ahmet Bey bu garip, sevimli daha doğrusu imkan dışı çocuğa baktı.
-İsmi Jiyan olsun. Dedi. Yani hayat. Yani hayatımız.
Devam edecek……
•Hewşi: Hayvancılıkla uğraşan insanların genellikle evlerinin arkasında yaptıkları üstü açık ağıl. Türkçesi kotan . Kürtçe’de evin önündeki geniş alana hewş denir. Herhalde bu iki kelimenin evin konumuna göre birbirilerleri ile alakası var.
•Bêrê : koyun ya da keçi sağmak için üzerine oturulan oturak veya o oturağın bulunduğu mekan. Türkeçesini bilmiyorum.