- 1913 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ÇİLE DERGAHININ EN GÜZİDE ÜLKÜ ERİ; MEHMED AKİF
ÇİLE DERGAHININ EN GÜZİDE ÜLKÜ ERİ
Mehmet Akif ERSOY
27 Aralık 1936’ da vafat eden Üstadın vefat yıldönümü münasebetiyle bu makalemi sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. 2 Mayıs 2008 Cuma günü 7 Aralık Üniversitesi Eğitim Fakültesi Konferans salonunda verdiğim konferansın konuşma metnidir. isteyen dostlarım konferansın tamamını "www.tarihsuuru.net" sitemizin ana sayfasından dinleyebilir.
Akif’i anlatmak demek, bir anlamda; Kaybettiğimiz topraklara yılar sonra geri dönüp, o topraklarda gezmek demektir.
Eskiden Üstadı, arifi, âlimi, mürşidi, velisi, sanatkârı çok olan bir toplumduk. Ama şimdi, ya çoğu kavramlar anlam kaymasına uğradı ya da içimizde hükema sayılacak adam kalmadı. Zira her türlü şarlatanlığın ilim ve her türlü hokkabazlığın sanat sayıldığı bir toplumda, gerçek ilim ve sanat adamlarının da yavaş yavaş nesli tükenmekte.
Zihnî dehr elinden her zaman ağlar
Vardım bahçesine bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı ZİHNÎ
Akif’in ruhaniyetine seslenişim,
“Ey Büyük Üstad, Ey Mübarek İnsan,
Senin hakkında konuşulmaktan hoşlanmadığını, konuşulunca sıkıldığını ve mahcup olduğunu da biliyorum. Bu sebeple ruhunu üzdüysem affet. Ama bil ki seni anlatırken kendimiz için konuşuyoruz. Elbette senin bize ne borcun ne de ihtiyacın var. Sen yıllar asırlar sonrasına bile hâlâ lavlar saçan bir volkansın. Biz seni anlamaya ve anlatmaya muhtacız.
YAZDIĞIN HER KELİME İÇİN SINIRSIZ MİNNET VE ŞÜKRANLA...
Hayat bir rüzgâr gibi geçer, ne mutlu bir iz bırakana. Yeryüzünde bırakılan nice izler vardır ki, bu izleri takip edenler kan ve gözyaşlarından başka bir şey görmemiştir. Nice izler vardır ki insanlık sıfatından sıyrılarak aşağıların aşağısına düşmüşlerdir. Ve nice izler de vardır ki çile çekmişler, gittikleri her yerde garip olmuşlardır. Çile sayesinde hamlıkları gitmiş, pişerek abide şahsiyetlerden olmuşlardır. O şahsiyetleri anma günleri çok olsa da anlama günleri maalesef hiç yoktur.
Mesela, Mustafa Kemal Büyük Taarruz vaktinde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” Demişti. Bu gün mazide var olan fakat günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş değerler külliyatımıza yeniden sahip çıkma noktasındayız.
Bu bağlamda bu gün 2008 de de ilk hedefimiz Milli Kültür olmak zorundadır. Milletler ancak kendi mazileriyle barıştıkları takdirde, kendi tarihlerini ve milli kültürlerini bilmek ve tanımak suretiyle milli şuura sahip olabilirler.
Akif, bizim olan ama unutulan bir iklimdir, o iklime yeniden dönmek mecburiyetindeyiz. İnsanlık adına, milletimiz adına, milli kültürümüz adına dönmek zorundayız. Aslında Akif’ i bizim anmamıza onun zerrece ihtiyacı yoktur. Bizim ihtiyacımız var.
AKİF’İN HAYATI
(1873- 27 Aralık 1936) Kalemiyle şiiriyle millet hayatına girişi ise 1908 Meşrutiyetiyle başlayıp ölümüyle biten 30 seneyi içine alır. Bu 30 senelik dönemde öyle hadiseler olmuştur ki ki, yıkımdan- kurtuluşa, felaketlerden-ümide kadar pek çok hadiseler yaşanmıştır.
Akif bu ateşten günlerin destanını hem yaşamış hem de yazmıştır…. Destan devri çok öncelerden bitmiş olsa da Akif bir destan şairidir de denebilir.
Akif’in Hayatını Kapsayan O Devrin Önemli hadiseleri kısaca şöyledir;
__Osmanlı devletinin yıkılışı,
__Cemiyetin maddi manevi çöküşü
__Balkan Harbi faciası
__1. Dünya Harbi ve felaketleri
__İstiklal Harbi ve yangınları
__Yaralı aslanların nurlu ümitleri tam bir destansı dram silsilesidir ve Akif bu dönemde çok yorulmuştur.
“Viranelerin bekçisi baykuşlara döndüm
Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu
Gül devrini bilseydim, onun bülbülü olurdum
Yarab beni evvel getirseydin ne olurdu”
Cemiyetten ve milletten ve bütün bir şarktan başka bir davası yoktu.
“Akif inanmış adam” demek zorunda kaldı, sevmeyen muhalifleri bile.
AKİF’ İN ŞİİR CEPHESİ
Bu gün burada ihtişamlı bir topluluk olarak, bir kere daha büyük bir şairin her gün aramızda bulunan ve daima bulunacak olan ebedi ruhunun huzurundayız.
“Her yönüyle büyük:
Şairliği, ilmi, vatanseverliği, vatan ve millet hizmeti, Türkçeye muazzam hâkimiyeti.
Aruzun Türkçe ile intibakı Akif’ teki kadar hiç kimseye nasip olmadı. Ahenk muhteşemdi. Aruz Türkçeleşti, Türkçe alabildiğince Aruzlaştı. Bundan da söz musikimiz doğmuştur.” Prof. Dr. Muharem ERGİN
Şiiri berraktır. Büyük şair olarak kendi şiirini bile kolay beğenmeyen biridir. Bilmediğimiz pek çok şiirini yırtıp atmıştır. SEHL-İ MÜMTENİ; Çok zor yazılan kolaylık demektir. Safahatı takdiminde yüksek tevazuuyla şöyle der:
"Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder"
Büyük şairler ikiye yarılır;
1- Her fırsatta şiirlerinden bahsetmekten ve şiirlerini övmekten kendini alamayanlar.
2- Akif gibi kendi eserlerini beğenmekten kaçanlar. Akif, mütevazı hatta mahcuptur eserleri karşısında, şahsiyeti de gerçek fazilet ve tevazu abidesidir.
Akif’in safahatını görmemiş, İstiklal Marşımızı ve hiç şiirini okumamış olsaydık sadece şu iki mısra dahi onun ne denli güçlü bir şair olduğunu ispata yeterdi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna Yarab ne güneşler batıyor.
“Şiirin milli, dini bir imanla yazılması halkı uyarması gerektiğini kabul etmektedir. Şiirlerinde kendi arzuları, aşkları, kinleri hiç görülmez. Bütün tasası toplumdur. Ahlaksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsizliğe, sahteliğe ve en çok taklitçiliğe sinirlenir. Edebiyatın, o günlere kadar İstanbul çevresinde kalmasını şiddetle kınar ve memleket şiirleri yazar. Akif’e göre sanat hayat içindir. Çünkü Müslümanlık hayat dinidir. Ferdi günah ve sevap telakkisini aşarak, toplumcu bir Müslüman anlayışını şiirlerine yansıtmıştır. Şiirlerinde hiçbir kapalılık bırakmayıp açık açık yazmıştır. Servet-i Fünuncular’a karşıt olarak Batı edebiyatına hiçbir şey borçlu değildir. Ahmet KABAKLI
İSTİKLÂL MARŞI
Şu hakikat çok iyi bilinmelidir ki İstiklal marşımızı Akif’ in yazması tesadüfî bir olay değildir. Onu ancak Akif yazabilirdi. Çünkü Akif şiirden kaçan, sadece şiirden daha önemli şeyleri şiirle anlatmaya ağırlık veren bir şahsiyettir. Akif eğer dava gözetmek yerine saf şiir için çalışsaydı yine edebiyatımızın birkaç isminden biri olurdu.
Maarif vekili Hamdullah Suphi Bey, fikir itibariyle farklı bir kesimden olmasına rağmen İstiklal marşını Akif beyin yazmasını teklif etmiş ve sonuna kadar da bu ısrarından caymamıştır. Hamdullah Suphi Bey böylece iki sonuca ulaşmıştır;
1- Türk Edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük şairlerinden birinin bu marşı yazmasını sağlamıştır.
2- Halkın toplumun muhtevasının ve istiklal ruhuna tercüman olan maksada en uygun eserin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Birlik beraberlik şuurunun tesisine yürekten inanan her kesimden insanın en çok ittifak ettiği ve etrafında buluşacağı ortak metin olmuştur İstiklal Marşı. Bu marş, bizim mazimizle halimizle ve istikbalimizle birlikte hem fert olarak hem de millet olarak tanımlanmamızdır aslında.
Birinci TBMM ‘nde hiçbir hareket ve konuşmanın, Hamdullah Suphi Beyin defalarca okuduğu ve ayakta alkışlandığı İstiklal Marşı kadar alkışlanmadığı da unutulmamalıdır.
Mehmet Akif, Hamdullah Suphi’ nin İstiklal Marşını kendi eserinin okur gibi okuduğunu söyler. Bundan da büyük bir sevinç duymuştur.
Giyecek bir paltosu dahi olmayan, Ankara’nın ayazında Meclise paltosuz gelip giden, “milletin yemediğini nasıl yer, içmediğini nasıl içersiniz?” diye kardeşinin evinde çayı şekerle içenleri uyaran Mehmet Akif’in İstiklâl Marşımızı nasıl bir hissiyat içerisinde yazdığı bu davranışlarından anlaşılmaktadır. Onun bu hissiyatını anlamayan ya da anlamaktan uzak olanlar ancak dillerinde zoraki bu marşı okuyabilirler. Asıl olan bu marşı, ruhunun tüm derinliklerinde hissedebilmektir. İstiklâl Marşı Türk Milletinin manevi ruhunda yanan bağımsızlık ateşidir ve dünya âlem bilmelidir ki bu ateş dünya var oldukça yanmaya devam edecektir. Bugüne kadar bu ateşi söndürmeye çalışanların gayretleri nasıl boşa çıktıysa bundan sonra da beyhude bir çaba olarak kalacaktır.
İstiklâl Marşı’nın 12 Mart 1921’de Meclis’te kabul edilerek ayakta okunmasından bugüne bütün bir millet, milyonlarca kez bu marşı ayakta okuyarak istiklâline ne kadar düşkün olduğunu, istiklâlinden asla hiçbir şart altında vazgeçmeyeceğini bütün cihana haykırmıştır.
Mustafa Kemal, İstiklal Marşımızın kısaltılmasını düşünen İsmail Habib Sevük’e;
“İstiklal Marşının uzun olduğunda hemfikiriz, söylenirken ve çalınırken herkesi uzun uzun ayakta tutmamak için kısalttığınızı anlıyorum. Fakat bu marşın İstiklal davamızı anlatışı cihetinden büyük mânâsı vardır,
“Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet
Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal”
Sizse en beğendiğim beyiti marştan çıkarmaya karar vermişsiniz. Benim bu milletten daima hatırlamasını istediğim sözlerdir, bunlar.”
Milli mücadeleye en büyük manevi destek Akif’ti. Onun için istiklal marşını Kahraman Ordumuza ithaf etmiş, ardından da Safahatına almayarak milletine hediye etmiştir.
MISIR SEYAHATİ-HİCRETİ
Akif merhumun milli mücadele sonrası Mısır’a gitmesi, 1923-1925 arasında önce geçici olarak kış dönemlerinde gitmesi, sonra ise kalıcı olarak yerleşmesi çeşitli spekülasyonlara sebep olmuştur. Şapka giymemek, devrimleri protesto etmek için gittiğini söyleyecek ve hatta ihanetle bile suçlayacak kadar ileri gidenler olmuştur. Asıl anlaşılmaz olan ise 53 yaşına varmış, sanat, fikir ve mücadeleyle şiiriyle, karakteriyle kendini ispatlamış bir insandan beklenenlerdir.
1- Akif için Türkiye’de 1923 sonrası deniz bitmiştir. Önceki inandığı çizgisinde ne yazsa suç teşkil edecektir. Hicret ederek istiklal marşı şairini, istiklal mahkemelerinde mahkûm olmaktan kurtarmıştır.
2- Sözde aydınların kaypaklığı, yalakalığı, dünyalık ikballer uğruna düne kadar savundukları değerlere sırt dönmeleri ve Akif’in de kendileri gibi olmalarını beklemelerine Akif çok içerlemiştir. İlmin ve sanatın izzetinin ayaklar altına alınması Akif’i çok yaralamıştır. Akif’in şahsiyeti icabı böyle yağcılığa gireceği zaten düşünülemezdi. Gelenin keyfi için kalkıp geçmişine sövemezdi.
3- Peşine emniyetten hafiyelerin takılması karşısında da “ Ben hain miyim, katil miyim de peşime adam takıyorlar” diye maruz kaldığı muamelelere isyan etmiştir.
ŞAHSİYETİ
Mehmet Akif ömrü boyunca inandığı hakikatleri hiç çizgi değiştirmeden yaşamış abide bir şahsiyettir. O, manayı maddenin temeline oturtan bir mütefekkir, bir alim, bir şair, bir dava ve bir meslek adamıdır.
Bir cemiyetteki abide şahsiyetler o cemiyete ait özellikleri ve değerleri hakkıyla temsil eden çok cepheli büyüklerdir.
Burada ele alınan o şahsiyetlerin hayat hikayeleri değil, ruh ve mana dünyaları, zenginlikleri, devlet ve millet için yaptıkları hizmetlerdir. Sanatlarının özellikleri ve sırlarıdır. Bu günün dinleyenlerine ve yarının nesillerine verdikleri mesajlardır.
Bize vatan hazırlayanlardan, bu uğurda maddi manevi cihad yolunda gecesini gündüzüne katan, varını yoğunu kaybeden büyüklerden bize ve gelecek nesillere ibret ve örnek olacak ferdi ve milli şahsiyetlerimizi olgunlaştıracak gerçek bir kahramandır Akif.
Şarkı da garbı da yerinde gören, yüzü istikbale müspet ilme, teknolojiye ve medeni kalkınmaya dönük, gönlü de imanla islamla dolu olan bir münevverdi.
“ Doğrudan doğruya Kurandan alıp islamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz islamı”
Millet hayatında, kahramanlarını unutmuş kitleler varlık ve dirlik içerisinde olsalar da, bir ruh ve maneviyat çıkmazında kaybolup boğulurlar.
Dünü unutan bu günü bilmez ve yarınlar için ümit beslemesi de uzak bir ihtimaldir.
İç ve dış âlemi realist bir görüşle ve müşterek bir pota içinde birleştirmesini bilmiş, müstesna bir şairdir. Bu yüzdendir ki iman heyecanı ile milli duyguların birleşik mahsulü olan sanatı, onu tarihimizin abide şahsiyetleri arasına dahil etmiştir.
Onun sanatını besleyen ve kıvama getiren her daim tazeliğini ve ihtişamını kaybetmeyen idealidir. “ŞÜHEDA FIŞKIRACAK TOPRAĞI SIKSAN ŞÜHEDA” VOLTAJI YÜKSEK MİLLİ HEYECANLAR SİLSİLESİDİR.
Mehmet Akif Ersoy’un kurtuluş mücadelesinin başladığı günlerde bir gün yöneticisi olduğu Sebil’ür Reşat mecmuası idaresine gelerek Eşref Edip’e, Bırak dergiyi mecmuayı hazırlan gidiyoruz. Top ve tüfeğin patladığı yere. Artık burada duramıyorum dediğini, ertesi gün Balıkesir’e giderek Zağanos Paşa camiinde kürsüye çıktığı halkı milli mücadeleye sevk için oradan da Kastamonu’ya geçtiği, Nasrullah caminde ve Anadolu’da pek çok ilde ve camide aynı kar kış demeden gidip, benzer konuşmaları yaptığı görülmektedir.
Bilhassa ölümünden sonra uğradığı tenkitler, iftiralar ve hakaretler tacizlere gerçek sebep olarak yok edilmek istenen kıymetlerimizin bu Müslüman Türk evladının şiirlerinde en güzel ifadeyi bulmuş olmasındandır.
BATIYA BAKIŞI
Zararlı çıkmamak için karşındaki farklı medeniyetleri hakir görmemek ve ondan yararlanma yoluna gitmek lazımdır. İnce bir ruh ve karakter taşıyan şark medeniyeti de maddeci ve akılcı garb medeniyeti ile iyi komşuluk münasebetiyle birbirine yardımcı olmalı ve karşılıklı mübadeleler yapmalıdır.
Dev adımlarıyla ilerleyen garba aynı silahlarla karşı koymak, hatta ondan daha ileriye gitmek lazımdır.
ASIM
Yüreğinde iman, kalbinde vicdanı, namusu şerefi ve manevi değerlerle dolu, aklı beyni ve düşüncesiyle de müspet bilimlere, teknolojik gelişmelere açık, hata hep ileriye gitmek gayreti içinde olan umut neslinin öncü birliğidir asım. İdeal genç tipidir. Bir elinde kuran bir elinde bilgisayar olan, tarihine, edebiyatına, milli kültürüne ve medeni değerlerine sahip çıkan umut neslidir.
“”Asım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek”” M.A.ERSOY
VEFATI
27 Aralık 1936 da Beyazıt Camii avlusunda garip ve kimsesiz bir tabut vardı. Üzerindeki kağıtta kısa bir not yazılıydı “Mehmet Akif ERSOY”
Bu, mahkûmu olduğu beden mahpushanesinden can kuşunu uçurup ebedi hayata yol alan milli şairimiz Akif’ten başkası değildi. Kimseye duyurulmamış, kimsesizliğe terkedilmiş naşı bile.
Birkaç genç gurubu tevafuken öğrenmiş cenazenin Akif olduğunu. Hemen sahaflardan bir Türk bayrağı bulmuşlar ve tahtadan tabutun üzerine örtmüşler bayrağı. O esnada tüm üniversitelere, okullara, çevreye yayılmış bu haber ve Beyazıt meydanı ile bağlı tüm caddeler insan seliyle binlerce yürekle dolup taşmış dalga dalga.
Edirne kapı şehitliğine omuzlarda taşınmış
Hayattayken en sevdiği dostları Babanzade Naim ve Süleyman Nazif’le birlikte yan yana yatmakta. Milletin gönlüne gömülen Akif, Edirnekapı’ daki mezarında da kıyamet sabahını beklemektedir.
SON BÖLÜM
Gerçek şu ki bir dava insanı 2 türlü yaşar:
1- Fiziki varlığıyla
2- Misyonuyla.
Ve bir dava adamı iki kez öldürülebilir.
1- Fiziki varlığını ortadan kaldırarak
2- Misyonunu ortadan kaldırarak.
Bir yüce dava adamı fiziken ölse de misyonuyla yaşıyorsa, misyonu yaşatılıyorsa o, gerçekten yaşıyor demektir. Eğer ortadan kalkan ve kaldırılan misyonu ise, işte o insan asıl o zaman ölmüştür, öldürülmüştür.
Topluma mal olmuş büyük dava adamlarının özel hayatları olmamıştır olamaz da. Çilesiz bir hayatları da olmamıştır. Toplum adına, bir inanç, bir ideal ve bir dava adına çektikleri eziyet, çile ve sıkıntıdan dolayı da hiçbir zaman şikâyetçi olmamışlardır. Doğru bildikleri yolarından hiç geriye dönmemişlerdir, zira Tarık b. Ziyad gibi gemileri yakmışlardır.
Canını millete adamış bir fedai olan Akif, öfkesini şahsi dert ve davalar için harcayan birisi değildi. Onun için de gayesi adına sevinen, gayesi adına öfkelenen büyük şairin ızdıraplarından bu gün öğrenilecek çok şey var.
Eğer tarihimize bir göz atacak olursak, gerek Orta Asya, gerek Selçuklu, gerek Osmanlı Türklüğünün mayasını yoğurup kıvama getiren kuvvetin askeri ve siyasi yönüne paralel olarak vicdani ve toplumsal şuuru uyandıran prensip adamlarının müşterek gayreti olduğu görülür.
Her fani gibi Akif de dünya hayatını terk etmiş bulunuyor. Ama ölümsüz olan fikirleri ve ideali eskisi gibi taze, canlı ve gelecek nesillere yol gösterici olarak yaşıyor.
Geçti, bir adım attı
Birinden diğerine
Kavuştu karşıda
Kaybettiği sevdiğine.
Bu gün kutsal vazifelerimizden biri onu tanınmazlık ve bilinmezlik hücresinden kurtarıp, onun samimi ve coşkun heyecanını hayatımızın içine sokarak geliştirip üretmektir. Zira fikri, aksiyona tercüme etmesini bilip yaşatanlar, dünün, bu günün ve yarının esaslarını bu canlanmış prensiplerle kurmasını bilen milletlerdir. Ki şanla ve şerefle yaşamaya ancak onlar hak kazanmış olurlar.
ARDINDAN NELER SÖYLEDİLER
“Akif sadece bu yüzyılın değil, gelecek asırların da örnek şahsiyetidir.” Ahmet KABAKLI
“ Bizim medeniyetimizin bir fizik boyutu bir de metafizik boyutu vardır. Avrupa bizim bu metafizik yönümüzden hâlâ çekinmektedir.” M. NİYAZİ ÖZDEMİR
“Mehmet Akif Ersoy fikir dünyası tarafından yeterince irdelenmedi. İstiklal Marşı’nı yazmış olmasından dolayı diğer eserleri ihmal edildi. Klasik ve yeni şiir arasında bir köprü oldu.” TYB Başkanı Doç.Dr.Hicabi KIRLANGIÇ
“Bu önemli şairimizin anılması için üniversiteler seferber olması gerekirken, ne yazık ki hiçbir faaliyet yapılmadı.” TYB Onursal Bşk. D. Mehmet DOĞAN
“Akif, bizim en realist sanatçımız olarak değerlendirilebilir. En önem verdiği şey ’sözün dosdoğru’ olmasıdır. Akif, bir iman ve İslam şairidir. Ülkü adamıdır. Ülküsü bütün Müslümanlar’ın başı dik yaşayabilmesi, ilimde, teknikte Avrupa’yı geçmesidir. Bu sebeple, bütün şiirlerinde Müslümanlar’ı uyarmaya çalışmış, onları silkelemiştir. İdeallerine bağlılığı ve bunun için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayışı Akif’i yalnız bırakmıştır. Ancak dostu ve düşmanı olan herkes onun doğruluğuna, ülkü adamlığına ve dünyaya önem vermeyişine daima takdirle bakmıştır. Mert, sözünün eri, paraya önem vermeyen, imanlı bir kahramandır. Bu yönleriyle gençliğe örnek olacak kişilerin en başında gelir.” Araştırmacı İsa KOCAKAPLAN
“Mehmet Akif Ersoy’u anmak için çeşitli illerde düzenlenen toplantılara konuşmacı olarak katıldım. Bu toplantılarda anlattıklarımızı dinleyenler, ’Biz bugüne kadar Mehmet Akif’i, fesini çıkarmamak için Mısır’a kaçan şair olarak tanıyorduk. Sizin anlattığınız Akif bambaşka diyorlar. Bu safsataların temelinde okumamamız ve büyük değerlerimize karşı kapalı kalmamız geliyor. Elbette Mehmet Akif, doğu ve batı dünyasını iyi kavrayan bir kişi olarak fesin batıdan geldiğini ve İslam’la hiçbir bağlantısı bulunmadığını çok iyi biliyordu” Yavuz Bülent BAKİLER
“İslam ahlak anlayışını soranlara onun hayatı anlatılabilir. O mükemmel bir dinin, mükemmel bir temsilcisidir. Akif, milli kültür değerlerine sahip, mükemmel bir aydındır. Tam bir seciye ve kanaat sahibidir.” Doç. Dr. Ayhan ÖZTÜRK Erciyes Fen-Ed. Fak. Tarih Böl.
www.tarihsuuru.net (Mehmed Akif ERSOY’u anma ve anlama konferans)
YORUMLAR
Güzel bir çalışma olmuş, işte makele dediğin böyle olmalı. Yazar bütün kabiliyyetini ortaya koymuş ve güzel sonuc almış. Kardeşim Mehmet AFİK ERSOYU AZERBAYCANDA DA ÇOK OKUYORUZ,SEVİYORUZ,TUTUYORUZ.
KALEMİNE SAĞLIK.
TEBRİK EDİYORUM.
AZERBAYCANDAN SAYGILAR DOST ÖLKEMİZE
Mekanı cennet olsun.
Tarihimizin bu çok önemli şahsiyetini yeni nesillere yeniden hatırlatan önemli bir yazı olmuş..
ONun ülküsünü anlayamayanlar, İstiklal Marşından dahi içindeki din, iman, şehadet, şüheda, Hakka tapmak gibi kelimeler nedeniyle gönülleri uzak tutmaya çalıştılar.Hiç Türkü, maneviyatından sıyırabilir misiniz?
Yeni nesiller dilerim onu daha iyi daha çok anlayacak ve yaşatacaklardır..