Yağmur Damlaları II-
Yağmur heyecanla günleri saymaya başladı. Yüreği kıpır kıpır. Hayatında ilk kez ummadığı ve beklemediği bir anda yüreği çırpınıyordu ölürcesine. Bu heyecanın adı neydi diye düşünüp durdu günlerce. Yataklara düştü. Hasta sandı herkes. Bilemedi kimse Yağmur’un yas tuttuğunu. Hasta değil ama yastaydı. Aşık olabileceğine inanmak istemiyordu. Günlerce direndi, matem tutmak istedi. Yüreği ve düşünceleri her geçen gün birbirine söz geçirmeye çalışmaktan Yağmur’u tüketiyordu. Günler haftayı kovaladı ve Yağmur’un günden güne tükenmesine göz yummak istemeyen sevdikleri onu doktora gönderdiler. Tahliller yapıldı ve Yağmur’un neden halsiz ve keyifli olmadığının nedenlerini araştırmaya başladılar. Neticeler beklenenden de iyi sonuçlandı. Yağmur’un fiziki sağlığı gayet iyiydi. Geriye tek bir seçenek kalıyordu. “Ruhum” dedi aniden korkmuş bir şekilde. Kimseye anlatamıyordu ama kendisi farkındaydı. İnkar etmesine rağmen içinde yeşermekte olan aşkı hissedebiliyordu. Bastırmaya, görmezlikten gelmeye çalıştıkça inadına çoğalıyordu heyecanı. Başını yastığına koyup, uyumaya çalıştığı her saniye ateş gibi parlayarak gözünün önüne geliyordu. Çağresiz kalmış, ne yapacağını şaşırmıştı. Bir çözüm bulmak zorundaydı bu çocukça davranışlarına. Yetişkin bir bireye yakışmayan bu davranışlar hem kendi sağlığı için, hem de çevresindekiler için çekilemeyecek kadar huzursuzdu. Yüzünde ifade kalmamış, halsiz ve yorgun görünüyordu. Amansız bir hastalığa yakalanmışçasına, umudunu yitirmiş bir şekilde son günlerini sayar gibiydi. Bu çağresizlik yüreğindeki hayal kırıklıklarından kaynaklanıyordu. Sevgisine denk sevenini ve kendisine değer verilen gerçek sevgiyi tatmadığının farkındaydı. Yaşadığı hüzünlü yarım kalmışlıklar yüreğinde acı buz kütleleri olarak kanını dondururken hangi anda yeniden bu heyecanı hissedebiliyordu. Beklenmedik anda gelen aşkla ne kadar daha restleşebilirdi. Bu çelişkiyi düşündükçe kahroluyordu. Bu nedenle de tükenmişliğinin son zerresine sevdikleri yetişiverdi...
Günlerden Cuma, Yağmur sahil kenarında denizle konuşup durdu. Derman aradı ruh yorgunluğuna. Elinde kırmızı şarap şişesi, kalbinde sonu gelmeyen acılar ve karmaşa, bir de tarifsiz heyecan. Hangisi galip gelecekti ve Yağmur nasıl bir hayatı seçecekti kendisine. Hayal kırıklıkları ve acılarına mı saplanıp kalacaktı, yoksa bir adım daha atarak umutla aşka mı sarılacaktı. Ne yapmalıydı. Birçok soru sordu kendi kendisine. Ne istediğini düşünüp durdu. Düşünürken eli hiç boş durmadı. Sahilde bulduğu incecik ağaç dalı ile kumlara isimler yazıyordu. Dörtlükler ve dizeler. Hepsi de içindeki heyecan içindi. Aşka yazılıyordu Yağmur. Başını kaldırdı ve sağ tarafı dağ, orman manzarası ve sol tarafı uçsuz bucaksız olan denize baktı... Şu an yanında geçmişten birisini istiyor muydu? Cevabı gayet net ve keskindi. “Hayır” dedi sorusuyla peşisıra. Öyleyse neyi düşünüyordu ki! “Şimdiye kadar yaşadıklarım mazide kaldı” dedi ve başladı herşey...
Yağmur şarabın ve cd’de çalan müziklerin etkisiyle ellerini iki yana açarak dans etmeye başlamıştı. Hafif esintili rüzgar yanaklarına dokunuyor denize bakarak cd çalardaki Emre Aydın’ın söylediği şarkıya eşlik ediyordu. Sesinin güzel olmadığının farkındaydı. Umrunda da değildi nasıl göründüğü veya sesinin ne kadar çirkin olduğu! Tüm bunları düşünmek yerine içindeki tarifsiz duygusunu doyasıya yaşamanın kendisini ne kadar mutlu ettiğini kahkaha sesinden anlayabiliyordu. Dans etmekten başı döndü ve oradaki kayanın üzerine gidip uzandı. Sol tarafı uçurum, aşağısında kayalıklar ve deniz vardı. Başını sağa çevirdiğinde ise yemyeşil ağaçları görüyordu gözleri. Gerçi o kadar kendinden geçmişti ki etrafı puslu görüyordu. Net görememesinin bir nedeni de Aralık ayının başı olmasına rağmen güneşin tepede parıl parıl gözünü almasıydı. İçindeki Ateş üşümesine fırsat vermiyordu. Alev alev yanıyordu... Derken “yaşanacak ve paylaşılacak bu kadar güzellik varken neden üzülüyorsun Yağmur” dedi kendi kendisine. Ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Yaşadığı hayal kırıklıklarına rağmen yüreği halen sevgi kadar kutsal bir duyguyu hissedebiliyordu. Aşık olmuştu. Sevinmesi gerektiğini düşündü o anda. “Ben aşığım” diye bağırdı denize nazır kayanın üzerinden. İnkar etmeyi bırakmış, kabul etmişti gerçeği. İçini huzur ve mutluluk sardı. Derin bir nefes çekti ciğerlerine, tuttu bir süre. Sonra nefesini verirken tüm acıları atmak istercesine içinden bırakıverdi kendisini aşkın heyecan dolu hissine...
Rahatlamıştı. Gerçeği inkar etmesinin çözüm olmadığını, insanın ne kadar kırılsa ve acı çekse de geçmişe saplanıp kalmasının anlamı olmadığının bilincine vardı. Sevmeyi, sevilmeyi mutlu bir yaşam sürüp değer görmeyi herkes arzuluyordu.
Yaşadığı mutsuz ve hüzünlü ayrılıkları nedeniyle kendisine değer vermeyen, hayal kırıklığına uğratan, güvenini sarsan o insanlar için neden bu acılarla yaşayıp sevmemeliydi ki! Ne kadar anlamsız geliyordu bu düşünce şimdi ona. Oysa bunu anlaması ve doğruyu bulması haftasını almıştı. Kendisini tüketip durmuştu. Yeniden başlamak için erken diyerek kendisini telkin ediyor, aşık olmak hissini yaşamaması gerektiğini düşünerek inkar ediyordu. Kendisine gelmeye ve mantıklı, olgun bir insan gibi düşünmeye başlamıştı. Kalp atışlarına engel olmak ve duygularını bastırmak yerine kendisini özgür bıraktı. Seviyorsa seviyordu! Hayatta sevmek ve aşık olmak kadar doğal bir şey var mıydı ki... Derdine derman olmuştu yalnız ruhlar cenneti ismini takdığı uçsuz bucaksız deniz kenarı. Ruhunu özgür bıraktı sevginin kollarına, hayata, umuda ve yaşamaya başladı yeniden. Kendisini bulmuştu orada. Kaybettiği sandığı umutsuzluğundaki umudu. O günden sonra içinden geldiği gibi aşkına dizeler yazdı, yazılar. Şimdilerde aşkı yaşıyor tüm benliğiyle. Reddetmiyor, restleşmiyor sadece hissettiğini yaşıyor, hislerini yazıyor. Gözleri ışıl ışıl parlıyor. Gülümsüyor hayata. Mutlu ve huzurlu.
Geçmişe saplanıp kalmamalıyız. Biz de Yağmur gibi gidene git, bitene bitti diyerek yolumuza devam etmeliyiz. Hayata bir kez geliyoruz. Mutlu ve huzurlu yaşamak bizim de hakkımız. Birileri hayatımıza girip bizi mutsuz edip arkalarına bakmadan aldatıp, terkedip, değer vermeyip üzüyorsa seviyorum diyerek tereddüt etmeyiniz ve geleceğinize umutla bağlanarak emin adımlarla yaşamın tadını çıkarınız. Bırakınız giden gitsin. Değer vermeyen yoluna devam etsin. Sizi hak etmeyen ve mutsuz eden kimse için hayatınızı mahfetmeyiniz. Bazen erken deriz, inkar ederiz aşk kadar özel bir duyguyu. Sonuçta zarar gören kendimiz oluruz. İnanın ki değmez. İnanıyorum ki gerçekten seven insan durduk yere mutluluğunu kendi eliyle bozup sonra da karşı tarafın gönlünü almadan huzur bulamaz. Eğer sizi üzüp, duygularınızla oynuyorsa ve gönlünüzü almıyorsa o insan gerçekten sevmiyordur.
Gerçek anlamda sevgiden haberi olmayan, sevgiyi alıp göstermeyen; değeri görüp vermeyen kimseye kalbinizi emanet etmeyiniz. O zaman gün gelir siz de aşkı reddedecek noktaya gelirsiniz. Tekrardan hayal kırıklığına uğramamak için mazinin yasını tutmaya kalkarsınız. Hayat yaşamaya değer.
Aldatılsanız da, terkedilseniz de, çok sevip değer vermenize rağmen karşınızdakinin size aynı değeri vermediğini ummadık bir anda farketseniz de geç kaldığınızı düşünmeyiniz. Her son inanın ki en ummadık bir anda farklı bir heyecanla, umut dolu yarınların kapısını açıyor. Ruhunuzu özgür bırakınız. Gidenler gidecektir. Dur deseniz de karşı taraf için anlam ifade etmiyorsanız gider, elden birşey gelmez. Kalbiniz gün gelir doğru yürekle karşılaşır. Sevmekten, umut etmekten vazgeçmeyiniz. Hayat sevince anlam kazanıyor. Sevgisiz hayat yaşanılası olmaz. Kalbinizden sevgi, yüzünüzden gülücük eksik olmasın.
Yağmur sırılsıklam aşık ve mutlu. Gerçeği kabul edip, inkar etmediğinden bu yana hayatı anlam kazandı. Seviliyor mu derseniz kendisi de bilmiyor. Yaşaması gereken aşkını yaşıyor yüreğinde. Beklentisiz, çıkarsız... Kendi hissettiği kadar yeterince mutlu. Kahkahaları bol ve içten. Yüzü gülüyor. Kendisini huzurlu hissediyor. Daha ne!
Sevilmese de olur, Yağmur hissettiği kadar yaşıyor...
Yağmur Damlaları...
05.12.2006
Salı