- 905 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Hüzün Çizdim Yine Yüreğimin En Dip Köşelerine
Yıllardan 1983, Mayısın yaza inat bahar kokusu açık pencereden girdiği yerdeyiz; İstanbul AKM’nin kafeteryası. Kültür ve Sanatın beşiğinde çalıştığım yıllarımın ilk basamağındayım.
Masada üç kişiyiz. Biri ben biri Opera ve Bale’nin koro sanatçısı Tanju Albayrak ve rahmetli Aziz Nesin oturmaktayız.
Az sonra sıcak köpüklü kahvelerimiz gelecek ve biz koyu bir sohbeti başlatacağız. Damak tadında bir sohbet hem de…
O zaman A. Nesin “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” in ikinci kitabını bitirmiş ve basıma hazırladığını söylemişti. Kitabın birincisini okumadığımı söyleyince rahmetli;
“Sen hiç kelle yedin mi, hani sokakta sıcacık pişmiş kelle satıcılarını anımsadın mı?” diye sordu.
Ben de “Hayır, kelle yemedim ama bozacıyı çevirdim” diye yanıt vermiştim.
Eskiye dair ne varsa anıları yarım saatte silkeledik. Eski bayramların kutlamalarından, bayram yerlerinden, kurulan panayırlardan, yabancı sirk dünyalarından, luna parkın içinde "korku" tünellerinden, dev aynalarının karşısında ki yaptığımız şaklabanlıkları kahkahalarımıza katık ederek anlattık. Yani, unutuluna geçmişimizi kısaca bir filimin şeridine sıkıştırdık. Gelecekten de bahsettik. Hayalleri vardı. Ve
“Eğer ömrüm yeterse, şu öksüz ve yetimleri de bir baş göz etsem, gam yemem artık…” dediğinde duygu gözlerinden okunmaktaydı.
Hayali gerçekleşecekti de. Henüz arsası ve yapımı başlanmış “kimsesizler çocuk evi” de sohbetimizin bir parçası olmuştu.
Daha sonra bana;
“Senin soyadın. İnsan adını taşırmış. Güzel yemekler pişirir misin Emine?” diye sordu.
Ona gülümseyerek yanıt vermiştim:
“ Eşimin babası soyadı kanunu çıktığında, nüfus memuru bir ad yazacakmış. Sormuş ne olsun, diye? Babası da;
“Ben lokantacıyım, yaz işte oraya bir şeyler” demiş ve “Pişiren” soyadını almış. Yemek pişirmekte her kadının kendine göre bir becerisi vardır. Ben pişirmekten ziyade yemeği daha iyi bilirim.” Dedim.
Daha sonra bize kendine soyadı nasıl aldığını anlattı. Aynen aşağıda kendi kaleme aldığı gibi. Ben de aynen size yazısını aktarıyorum. İçimi biraz hüzün doldurdu okurken
Keyifli okumalar.
Emine Pişiren/Edremit-Akçay/09.12.2008
"1934 yılında soyadı kanunu çıktı, her Türk kendine bir soyadı alacaktı.
Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık
duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ’eli açık’, dünyanın en korkakları
’yürekli’, dünyanın en tembelleri ’çalışkan’ gibi soyadları aldılar.Bir mektup
yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine
’Çevikel’ soyadının almıştı. Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle
Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı. Her türlü
yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım.
Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ’Nesin’
soyadını aldım. Herkes ’Nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime
geleyim istedim."
Aziz Nesin