- 494 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUDZA HÜSEYİN (Cuma Yazıları)
Yarım asır önceydi. Yayla komşumuz yaşlı karı-kocanın çocukları yoktu. Fakirdiler. Sakallı adam evin dışındaki kenefe güğümle giderdi. Onun kenef sefasını herkes bilir, orda burada konuşurdu. Herkes bir ibrik suyla kıçını yıkarken, ona bir güğüm bile yetmezdi. Üstelik her tarafı tahtadan yapılmış olan apteshanesinin gideri de ahırın gübrelerinin üstüne idi. Yani hayvanlarınkiyle insanlarınki karışır, bahçelere-tarlalara gübre olarak verilirdi o zamanlar. Olağan. Öyle ya kimyasal değişim, maddeyi değiştiriyor. Solucanı yiyor tavuk, yumurtaya dönüştürüyor. Çocuklar da yumurtayı yiyor, o güzel bedenlerini oluşturuyorlar. Olay kimyasal veya biyolojik her neyse. Hücre yapısı değişiyor, hatta molekül yapısı.
Aradan yarım asır geçti. Yaşlı adam şimdi yoktur sanırım. Kimyasal değişime uğramıştır. Göç etmiştir. Hak’a yürümüştür. Vefat etmiştir. Rahmetli olmuştur. Ex olmuştur. Ebedi dinlenmeye çekilmiştir…….
Yani Kudza Hüseyin yok şimdi. Belki nesli de yoktur. Evi de yok olmuştur onca sene içinde. Zaten bizde binaların ömrü kaç yıl ki.
Ganga(ganj nehrinin ana kolu ya da bengalicesi) kenarında insanlar ölülerini yakıyorlar, küllerini nehre serpiyorlardı. Güle oynaya. Trampet çalarak. Tempo tutarak.
-Ölen kimdi, dedim.
-Ortanca kardeşimdi, dedi altı kişilik defin ekibinden biri.
-Üzülmedin mi, böyle güle oynaya yakıyorsun, dedim.
-O iyi insandı, tekrar gelecek, ama böyle fakir değil. daha zengin kardeşim olacak, dedi.
Yaşam ego zeminine oturtulmuş olmalı. Var olma, hayatı idama.
Birey sonlu olduğunu biliyor, kabul etmek istemese de, biliyor. Bir şekilde kalıcı olmak için elinden geleni yapıyor. Elde ettiklerini arttırmak istiyor.
Bir de bazı kayıpları olmaya görsün; feryadı basıyor. Hayatını kaybetmek en büyük kayıp. Bunu bir türlü hazmedemiyor. Kalıcı olmaya çalışıyor. Zürriyetiyle yani çocuk-torun torba ile.
Eserler bırakma içgüdüsü de buna bağlı olsa gerek.
Daha önemlisi hayatın devamı olduğu düşüncesi imdadına yetişiyor. Ebedi hayat var, başka bir kılıfta bile olsa yeniden bu dünyaya gelme var….. var da var.
Gerçi son zamanlarda mukaddes kitaplardan İncil’i farklı yorumlayan özellikle uygar hıristiyanların olduğunu duyuyorum. Diyorlar ki mesela; hayat tektir, ikinci bir hayat yoktur.
Büyük cesaret bu. Böyle düşününce, zavallı insan, o bir tek hayatı nasıl geçireceğini bilemez. Panik olur, deliye döner. Bittimiydi, küllüm bitti. Kimyasal değişim.
Ya da her saniyesini güzel yaşamak ister. Ama bu çok ileri seviye gelişmişlik ve erdem-kültür ister sanırım.
Güzel yaşamak nasıl olur. Yolu yordamı, kuralları var mıdır?
Eğer vahşiler söz konusuysa o bir tek hayatı birbirlerini yok etmekle geçirecektir, yok tersiyse kötülüğe zaman ayırmayacaktır……
Kudza Hüseyin uzun zamanlarını harcadığı ve belki de en mutlu olduğu apteshanesinde, tahtaların arasına paralarını gizlermiş.
Kocakarısından da habersiz. Biraz saftirik, bi-omuz, tevekkel halleri vardı zaten.
Bir gün dövünerek, haykırarak, ağlayarak çıktı apteshaneden, kendini yerden yere atıyordu. Bu feryat-figan haller sanırım üç ay kadar sürdü. Ondan sonra da eskisi gibi olamadı derlerdi.
İnsan kaybettikleri için üzülür, kaybolanın değeri kadar, kişiye yararlılığı oranında.
Sevdiklerimizi kaybedince, onlarsız hayatımızın ne kadar eksileceğini bilir de üzülürüz.
Sonraki yıllarda büyük ağabeyim iş kazasında ölmüştü. Selvi boylu sarı saçlı, becerikli, espirili biriydi. Dediğini yapar, attığını vurur, tuttuğunu koparırdı. Babamın en sevdiğiydi. Arkadaşı, can yoldaşıydı. Ava beraber, gezmeye beraber, işe beraber giderlerdi.
O, babam için ölürdü de öldürebilirdi de.
Ama öldü işte. Babam da bitti onun ölümüyle. Evlat acısı dediler, teselli edemediler, kalan ömrünü -ki fazlada kalmamış- yarım ve amaçsız geçirdi. En değerliyi kaybetmişti. Hayatı alt-üst oldu. Nasıl üzülmesin.
Kudza Hüseyin galiba ineğini satmış, paranın fazlasını da kenef tahtalarının arasına zulalamış. Birisi de gelmiş parayı oradan aşırmış.
Demek kaybettiklerimize üzülüyoruz. Yararlılığı oranında. Üzülüyoruz, kendi güçsüzlüğümüz, muhtaçlığımız oranında.
İnsanları, zayıflar ve güçlüler diye ikiye ayırdım şimdi; soyut güçlerine göre.
Kaybedilen sevgililere hangi açıdan bakacağız?
Dirençli yani güçlü mü olacağız,
Kendini bırakmış, salıvermiş mi ?
Ben savaşımı yeğlerim. Acıyı göğüsleyecek gücü oluşturmayı.
Savaşımı yeğlerim. Kaç tane hayatım olursa olsun , şu anda elimdekini korumayı yeğlerim.
Dünya yaşamına halel getirenlerle amansız savaşmayı yeğlerim.
Benim dayanağımı, çadırımın orta direğini kıranları asla affetmem.
Yüreğime ateş düşürenleri asla affetmem, yakalarını bırakmam.
İster kimyasal, ister fiziksel olsun, ister biyolojik.
İsterse bin tane yeni hayat vaat edilsin.
saygılar
YORUMLAR
ben kuca hüseyinin torunuyum
dedemin iki kızı birde oğlu yani babam var 50 ye yakında torunu var züriyetine heryılda yeni kişiler katılıyor.dedemin kenefe güğümle gittiği doğru hatta daha sonralari güğümde yetmedi ona pantolonu pislenmesin diye dizlerine kadar katlardı ve yanandozdaki evimizin önündeki dereye gidip tuvalet ihtiyacını görürdü.orda istediği kadar yıkardı.1974 yılında vefat etti.para konusuda parasi calınıpta aklıni oynatan UFAK ALİ dır yani dedemin kardeşi.dedem böyle bişe olduğunu duymadık zaten onun parasi olmazdı.keşke o fakir saf ve temiz insanlardan yaşadığı koşullardan ders cıkaranlar olsa.Siz hiç gelmiyorsunuz doğduğunuz topraklara ama unutmamişsınız belli.neden gelmiyorsunuz ibrahim bey yoksa dedemin kenefe sakladığı paralari senmi calardın.