- 822 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİLİ GÜNLÜĞÜM
Sevgili Günlüğüm,
Sana artık bir şeyi itiraf etmemin zamanı geldi de geçiyor bile...
Üşümekte yüreğim...
Hem de çok büyük özlemin eşliğinde...
Bir zamanlar bu koca şehrime Florance Nightingale’de tutuklu kalmıştı. Bu kimine göre mesleki bir özveri, idealist bir kadın önderliği idi, kimilerine göre "kutsal" bir vazifeydi. Ama o güzel eller Selimiye Kışlasında yaralı askerleri otama yaparken, sembolü olan ve tini aydınlatan sarı kandilin ışıklarında; ailesine bir kaç satır karalamış ve gitmemişti İngiltere’ye.
"İstanbul vazgeçemeyeceğim bir güzelliğe sahip. Büyülendim bu koca şehrin güzelliğine..."
Bu sözleri cerrahi dersi okutan hocamız anlatırdı, sık sık. İstanbul aşığı olan sadece o güzel yürekli hemşire miydi? Hayır, değil tabi ki.
Şair ve yazarlarımızdan en güzel örnek vermek gerekirse ben Nazım Hikmet yerine, Yahya Kemal Beyatlı’dan söz etmek isterim. Neden mi? Bir anısı var üzerimde...
Edebiyat hocalığı yaptığı dönemlerde bir öğrencisi olan Sedat İçgören ağabeyim, dostum ve her duygumu paylaştığım o değerli insanın anlattıkları gelir aklıma. Yaşıyor ise Allah sağlık versin, dünyasını değiştirdiyse de mekanı nurlarla dolsun.
"...Bir gün Y. Kemal Beyatlı ve arkadaşları Küçüksu tepelerinde bir konağa davetli olurlar. Sedat İçgören O sıralar bir konservatuar öğrencisi ve son sınıfta oku maktalarmış. Her şair ve davetli eşleri ile gelmiş. Tabi ünlü şairde kendisine hayran bir kız öğrencisiyle davete icabet etmiş.
Yemek sonrası konağın geniş bahçesinden muhteşem İstanbul Boğazı ve az sonra batacak günün kızıllığı hakim. Her insan ve orada bulunan o zamanın edebiyat duayenleri, tek tek kadehlerini "şerefe" kaldırmakta en sevdiklerine. Yani yanlarındaki hanımefendi ve eşlerine...
Sıra Yahya Kemal Beyatlı’ya gelir. Bütün gözler onun üzerindedir. Yanında genç ve nazenin bir güzel, heyecanla onun dudaklarından az sonra dökülecek dizeleri, yutarcasına bir bekleyiş halinde...
Kalp çarpıntıları hızlanmıştı. Bir eliyle göğsünü sıkıca bastırmaktaydı. Orada bulunan herkes büyülü bir sükunet içindedir, soluklarını tutmuş bir halde ünlü şairin "ne?" söyleyececeğini beklemekteler.
Ve o an gelir...
Kan kırmızısı kadeh yavaşça yukarı doğru kalkar. Üstat yüksek sesiyle kadehini batan günün ışıklarına tutar. Sessizlik hakimdir.
"İstanbul_umum. Kadehimi Sarayburnu’ndan batan güneşine kaldırıyor_um. İstanbul_um."
Yıllar önce istemediğim ve hazır olmadığım bir anda bağrından kopartıldım bende senden "İsatnbul_ummm" bir doğa olayı ile.
Tatildeydik ve saat sabahın üçüydü. Karanlığın döşüne başlarımızı yaslamıştık. Bir anda yaşam rotamızı değiştirecek yolcuları olmuştuk, 1999 Ağustos gecesinin…
Ve bir çok anıyı içine çekip yutacak oaln zaman bizim kaderimizi değiştirdi. Tüm Marmara’da yaşayan insanları maddi manevi sarsıp kayıplar yaşatan artçı sarsıntılar hala yüreklerimizde devam etmekte...
Sevgili Günlüğüm,
İşte ben ve ailem, yılların anısını ardımızda bıraktığımız İstanbul’umu istemeden terk etmiştik. Kalacak başka yerimiz, barınacak bir yuvamız olan yazlık evimizde, İda’nın zümrüt yeşili eteklerine tutunmuştuk.
Dört candık ve yaşıyorduk.
Umutlarımız hala yeşildi.
Ama özlem her an yüreğimizin kapısında nöbetteydi.
Dün gece İstanbul’umu yine rüyamda gördüm.
İda’nın içimi üşüten ayazına aldırmadan uyku halinde karaladım bu satırları. Hem de içim acıyarak. Ve dağları aşan özlemlerimi biriktirdim, duygu kumbarama.
Belki de;
"Seni özlemeyeceğim artık, bana yar olmasını bilemedin" dediğim İstanbul_umu özledim de, kendime itiraf etmekten sakınıyor ve üşüyor yüreğim...
Kim_bilir?
Emine Pişiren/Edremit-Akçay/2008/Kasım
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.