zorlanan insan
Yaşadığımız çağda insanlar teknolojinin ve bilincin olumlu yönde evrimleşmesiyle daha insanlaşmıştır. Bizim insanlık yolunda ileriye dönük aldığımız her yol yapıları bizimkiyle aynı olan hayvanlardan bizi biraz daha uzaklaştıracaktır. Zeitgeist diye nitelenen zamanın ruhundaki merhamete ve bilgiye sahip her potansiyel alışkanlıklar bir önceki ruhu anlaşılmaz ve kabul edilemez kılmaktadır. Yakın zamana kadar beyaz amerikan vatandaşları zencileri insan sınıfına dâhil etmekten korkarken şuan aynı ulusun başında korktukları bir renge sahip bir insan en üst düzeyde yönetime seçilmiştir. Avrupa düne kadar kadınlara sokakta sigara içme yasağı uygularken kadın haklarına en duyarlı insan formu şuan Avrupada soluk alıp vermektedir. Kısacası tarihin yaşadığımız zamana kadarki taşıdığı ruhu bizim anlamakta güçlük çektiğimiz detaylarla örülüdür. Kat ettiğimiz yolun sevindirici olmasının yanında önemli birtakım yan etkileri de mevcut. Bunların başında benim çok önemsediğim zorlanan insan tipinin ortaya çıkmış olmasıdır. Yaşamda zorlanmayı izin verirseniz çağımızın belası olarak adlandırmayı isterim. Peki, nedir zorlanmak?
Zorlanmak hayatta karşımıza çıkan zorlu engelleri aşmaya çalışırken fizyolojimizde beliren zararlı unsurlardır. Buna genel olarak stres deriz. Stresi de kalpten başlayıp tüm vücudumuza yayılan zararlı titreşimler olarak tanımlayalım. Sadece bu tanım içinde kalan etki vücutta birçok hastalığın oluşmasına ve insanı içten içe çürüterek en sonunda erken bir ölüme sürüklemesine neden olduğu için önemsemeliyiz. Ne yapar zorlanan insan? Stresi yenmek için meditasyon ve benzeri uygulamalar önerilse de bunların devamlılığı olan bir çözüm getireceğini sanmıyorum. Çünkü hayat çizgimizde stres kaynağı olabilecek sayısız engeller mevcuttur. Okuyucu beni bağışlarsa, bilim adamları ve ilgili kişiler insanları zorlanmanın etkisi ve kötücül gücüyle baş başa bırakmış ve hatta terk etmiştir demek isterim. Bu yönde yapılan hiçbir olumlu gelişme kaydedemeyişimiz çok acıklıdır. Konuyu abarttığımı düşünenlerin yazının devamını okumasını rica ederim.
Stresin kaynağı basit bir korku unsuru olabileceği gibi devamlılığa sahip ruhsal çöküntüler ve saplantılar da olabilir. Ancak yaşadığımız stres kişinin kişiliğine göre farklılık gösterecektir. Kimisi korku, kimisi heyecan, kimisi arzu ve istekten stres olur. Anlaşıldığı gibi duyguların insana has göreceliğe sahip olması gibi stresin kaynakları da kişiye has özelliklere sahip olabilir. Benim topluluk içinde konuşmaktan duyduğum heyecana karşı bir başkası aynı durumda mutluluk hissine boğulacaktır. Bunun yanında kalıplar aynıdır, duygu düzeyinde yaşanan göreceli zorlanmalar. Giyotinle başı kesilecek ortaçağ adamını ele aldığımızda onun çok korktuğunu söyleyebiliriz. Ancak giyotinle bir insanın başının kesilmesi gerçekten korkunç denilebilecek bir olay mıdır? Korku bizim olaylar hakkındaki hükümlerimizdir. Evet, her insan giyotinle başı kesilecekken korkar ancak korkmayabilir de. Dikkat edildiğinde pek çok korkunun başında ölüm düşüncesi vardır. Gelişmiş sinirlere sahip olduğumuz için de acıdan uzaklaşırız. Ölümü korkunç yapan nedir ve sinirlerimiz olmasaydı kolumuzu kesmekten korkar mıydık? Herhalde sinirlerimiz olmasaydı Ömer Seyfettin in diyet hikâyesindeki gibi kızdığımız patronumuza ‘al diyetini’ diyerek kolumuzu bir anlık öfkeyle kesmekten çekinmezdik. Sebebi her ne olursa olsun stres zararlı bir etken olarak önümüzde duruyor ve biz bu etkiyi yenmek için beynimize hükmedemiyoruz. Stresi yenmek için beyne hükmetmek gereklidir. Sakinleştiriciler bu amaca hizmet ederler. Peki, neden beynimize hükmedemeyiz? İnsan beynini kullansa da beyin kalp gibi kendi başına çalışmayı sever, bazı durumlarda onu kandırmayı denemek (uyuşturucular hariç) faydalıdır. Panik ataklar yaşayan bir insan kalp krizi geçireceğini düşünerek korkar, öleceği düşüncesi tüm benliğine hâkim olmuştur. Oysa sadece hasta beyninde oluşan bir saplantıya yenik düşmüştür. Korku had safhadadır. Vücut bir tehlikeyle karşılaşıldığını sandığından kalpte çarpıntı, kan basıncında yükselme yaşanır. Görüldüğü gibi panik atak yaşayanları korkuya sürükleyen pek çok fizyolojik değişiklik aslında vücudun iyi işlediğini ve tetikte olduğunu göstermektedir. Ne üzücüdür ki bu hastalar durumun farkında olmadan uzun süreler boyunca zorlanarak yaşamak durumundadır. Yapılan ilaçlı tedaviler her ne kadar olumlu bir sonuç almaya yeterli gelse de
,; işte yazının gerçek amacına, ana fikre geliyoruz, hasta çok sık aralıklarla korkusunu yenmek için sıkıntılı anlar yaşamak adına kendi iradesiyle baş başa kalmak zorunda bırakılmıştır. Bu mağduriyeti yaşayan sadece ruhsal hastalıklara yakalanmış kişiler değil tüm insanlıktır. Peki çözüm nedir?
Aklınıza kızlarla konuşup tanışmaktan çekinen, topluluk içinde konuşmaya korkan bir genç getirin. Bir iki kadeh içkiyle eminin bu gencin cesaretini sınırlayan önceden oluşturduğu önyargı kalkanları ortadan kalkacaktır. Bunun nedeni olarak içkinin beyne olan etkilerini gösterebiliriz. Bu genç ayıkken yapamadığı eylemleri artık içki içerek aşmayı deneyecektir çünkü sarhoşken kendine daha faza güveni vardır. Hastanede sakinleştirici için doktora yalvarıcı gözlerle bakan ameliyat olacak hastaları düşünün. Duydukları heyecanı bastırabilmek ve cesaretle ameliyat olmak için sakinleşmeleri gerektiğini bilirler. Tabi bunlar uç örnekler. Ben düşünüyorum ki hepimizin yaşadığımız günlük strese, heyecan korku ve tedirginliklere karşı ayakta durabilmemiz için almamız gereken bir nevi ilacın artık icat edilmesi gerekli. Evet, insan aşabilir korkularının üstüne gidip galip gelebilir ancak en çok işittiğimiz uyarıların başında stresin kalp krizine neden olduğu ve Türkiye de en çok ölümlerin kalp krizinden kaynaklandığını belirten uyarılar geliyor. Ve üzgünüm ki insan zorlanmaya karşı iradesini kullanacak derecede güçlü bir varlık değil.
İcat edilebilecek ( nasıl olacak o bilmiyorum) bir ilaçla insanlar korku, heyecan ve sıkıntılarına arkası dönük yaşayabilir. Peki, her insanın cesaretli olması ve herkesin sanki uyuşturucu içmişçesine yüzünde silemediği bir tebessümle etrafta dolaşması sakıncalı değil midir? Zorlanmanın göreceli olduğuna ve bir tür saplantı şekline büründüğüne değindik. Yani normal olan zorlanmak değildir. Normal olan zorluklarda güçlü kalabilmektir. Benim düşlediğim budur. Bilim adamları ilersi için daha gelişmiş beyinlere sahip insanlar dizayn etmeyi düşünüyorlar ancak zorlanan insana henüz çözüm bulabilmiş değiller.
YORUMLAR
Stresin sadece insan fizyolojisi ve psikolojisi üzerindeki kötülcül etkilerininin söz konusu edildiği izlenimi vermekte yazının bütünü...
Yazının ihtiva ettiği örneklemler her ne kadar uç olduğu doğru olsa da beğenimi kazanan yönleri yazının...Kelimeler, cümleler, düşüncelerin ifadesini bulduğu paragraflar yerli yerinde gibi duruyor olsa da teknik açıdan bir iki detayın gözden ırak tutulduğu gözden kaçmıyor...
Sanırım makale türünde oluşturulmuş yazının okuyucuya iletmek istediği bilginin, uyarının, ilgililerden beklentilerin ve belkide bir yakınma durumunun etkileyici ve sürükleyici bir üslub ile ifadesini bulmuş olması yazıyı çekici kılan etkenlerden biri...
İzninizle özenle kaleme aldığınız güçlü sözlerinize ve bilgilerinize kendimce edindiğim bilgileri eklemek istiyorum...
Konuya dahil etmediğiniz en önemli ve en elzem husus insanların uhrevî, kalbî, ruhî ve vicdanî melekelerinin tutulduğu rahatsızlıkların, saplantıların, ölçüsüzlüklerin ve korkuların ilaçlarla, doğrudan insanın fizyolojisine etki eden kimyasallarla tedavi edilemeyeceği gerçeğidir...İnsanı buhranların ve çelişkilerin ardında sürükleyen, süründüren materyalist bir anlayışın dışa vurumu gibi durmakta sözleriniz...İnsanı, insanlık gerçeğini, insan olma gereğini çok dar bir açıdan, çok dar bir boyutta ve çok dar bir alanda değerlendirdiğinizin yol işaretleri mahiyetinde vermek istedikleriniz...
Eksikliklerin kuşatımı yazınızın değerine gölge düşürmemiş olmalı ki yazınızı büyük bir keyifle, iki defa okuyabilecek kadar keyifle ve dikkatle okudum...
Yürek dolusu sevgiler...