Sen geliyorsun, yeni yıl gidiyor...
Az kaldı buluşmamıza... Yeni yıl gidiyor diye hiç üzülmüyorum çünkü biliyorum ki sen varsın... Zaten hiçbir zaman gazete sayfalarında olmadın ki. Tut elimi istersen yürüyelim ergenlik çağıma. Alnıma kakül düşsün istemezdin ya bak topladım saçlarımı senden yine sana. Hatırlıyorum da sen perçemimi düzeltirken ben düzen bozulacak diye küserdim. Oysa senden sonra hep dağınık kalacaktı saçlarım, bilemezdim. Hatta biliyor musun kimse de aldırmadı sen kadar küslerime.
İlk dansımızı hatırlıyor musun? Hani annemin diktiği mavi elbisemin eteği kısa diye ne kadar utanmıştım. Yüzüm kızarmıştı karşına çıkmaya ama sen elimden tutunca tüm korkularım yerini tatlı bir heyecana bırakmıştı. Pistin ortasında yalnızdık, ben gözlerimi yere indirirken sen öyle uygar bakıyordun ki kendimi alamamıştım sevecenliğinden. Sonraları yine senden öğrenecektim, utanılacak asıl şeyin erdemsiz olmaktan geçeceğini. Ellerin şefkat kokuyordu, biliyor musun senden sonra belki de aradığım tek şey şefkatindi. Ama değişen bir şey yok, hani hep merak ederdin ya bu dünya ne zaman sağduyudan nasibini alacak diye. Değişen bir şey yok üzülme göremediğine. Hala korkularıyla kadınlar sığınma evlerini dolduruyor. Onlarla çok da yabancı değiliz birbirimize, her gece farklı pencere önünde aynı hayali çiziyoruz camlarımıza… Biraz daha sevgi, biraz daha şefkat... Bir de tabi eteğimizi tutmaya çalışan çocuklarımız var, direnmemiz hep bu yüzden.
Bazen senden öğrendiğim ümit o kadar azalıyor ki hani hiçbir zaman aydınlığa çıkamayacakmışız gibi geliyor. Hep derdin ya "hayat sürprizlerle doludur". Hani nerede? Biz üstümüze düşeni yaptık Baba, yaptık da neden hala yalnızız. Bir sevincimizle henüz ışığını yakıyorken öyle söndürülüyoruz ki bilemezsin. Nasıl anlatsam yetişirim algılarına bilmiyorum, lütfen beni yine anlar mısın Baba? Bilirsin sen anladığında başımı yukarıya kaldırır, gökyüzüne kollarımı açar sonra sessiz odamın ortasında kendi etrafımda dönerim. Bu demektir ki mutluyum...
Bazı akşamlar elektrikler sık olmasa da kesiliyor. Ve ben bu anlarda hep sana kesiliyorum yine. Yine perdeyi aralıyor ay ışığını içeri alıyorum. Çocuklar bazen şaşırıyorlar yaptığıma, yaşattıklarını anlatınca buruk bir mutluluk yerleşiyor gözlerine. Sen perdeyi ben ve kardeşlerim korkmayalım diye açardın, bense bu açıklama ışığında özlemlerime aralıyorum.
O zamanlar ne kadar üzülürdün faili meçhul cinayet haberlerine. Ah belki de olması gereken zamanda gittin. Şimdi ne tarafa dönsek savaş ve kan, hatta iyi ki tanığı olmadın küçük bedenleri satılan çocukların. Senin çocuklarından da hala var elbette ama onlar öyle uzak tutuluyor ki (hala ne olduğunu çözemediğim) medeniyetten. Onların çoğu hala kızaksız ve yolsuz. Küçük ayaklarıyla büyük adam olmaya yürüyorlar her sabah zemheri ayazında. Biliyorum bir gün onlar da unutulacak senin gibi. Kirasını ödemeye çalışırken evlerine eksik götürecekler ekmeği. Hatta kimi zaman kandırılacaklar bir terfiyle. Tek umudum yüreğin kadar erdemli olmaları.
Kalemine hayranlığım hala taze bir simit tadında… Ben paylaştıkça martılarla, bulutlar güneşe göz kırpıyor. O dakikada bahçemize çok özenerek ektiğin kadife çiçekleri geliyor aklıma. Her bahçeye çıkışında peşine takılır kadife çiçeklerini hiç üşenmeden teker teker koklardım. Sana hiç belli etmedim ama onlarla içimden konuşurdum. Bana aldığın kırmızı ayakkabıları anlatırdım, onlar da en az senin kadar sabırla dinlerlerdi. Ah o ne muhteşem bir geceydi, sabah çabuk olsun diye gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Sabah herkes kırmızı ayakkabılarımı görecekti ve ben görüldükçe bir kez daha tozunu silecektim. Ayakkabılarımın heyecanıyla daldığım uykularımda seninle annemin dansını görürdüm sürekli. Nasıl da sevgiyle bakardın gözlerine, şimdi bilsen nasıl buğulu o gözler. Ne zaman senden konuşmaya kalksam incecik akıyor gözyaşları. Ben bu gözleri, bu bakışları hiç unutmadım. Hayata hep sizin gözlerinizden baktım yani demem o ki hala ayakta kalmamın en büyük sırrı budur.
Okuduğum kitaplardan bir sayfa çeviriyorum sana, şansına hep Reşat Nuri çıkıyor. Sonra Ömer Seyfettin konuk oluyor kitaplığıma. Seninle en çok da Aziz Nesin okuduğumuzda gülerdik. Onun nükteleri yaşamın ağırlığını bir çırpıda alırdı üzerinden. Ağırlık dedim de, meğer o zamanlar ne olduğunu bilmiyormuşum. Şimdi öyle doğru anlıyorum ki seni, anlamadığım tek şey her şeye rağmen her akşam soframızda nasıl yüzümüze tebessümle bakabildiğindi. Her sabah kolay mıydı içindeki acılara rağmen biz çocuklarını ulusal değerlerimizi unutmayalım diye bayrama götürmelerin. Sonra bir cenazenin arkasından, yaşamın nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini, gözlerini silerek alelacele yüzüne kondurduğun gülücükte anlatabilmek…
Bize öğretmediğin tek şey yokluktu. Keşke onu es geçmeseydin Baba, bak hala sersemliyoruz yokluğunda. Öyle çok düştük ki sen gidince adeta dağıldık lime lime. Ama çocuklarımız vardı Baba, onların hayalleri vardı bizimkiler soldurulmuş olsa da. Yokluğu da öğrenmiş olsaydık belki bu kadar ağlamayacaktık. Annem senin resmine bakarken ; ablam, kardeşim ve ben sürekli gizli ağladık. Daha doğrusu biz o gün gönlümüzce ağlayamadık Baba, ne zamanki insanlar çekildiler ve ne zaman ki annemi yaşama kattık, sonrasında evlerimizin karanlık bir köşesinde ağladık ağlayabildiğimizce.
Sil o zeytin gözlerini, bak sana güzel haberlerim de var. Ben aşkı öğrendim Baba, yani senin anneme neden öyle baktığını öğrendim. Meğer hayatın anlamı onda gizliymiş. Hani mutsuz olduğumu görünce üzülmüşsün benim için ve yüzümdeki gülüşün solduğunu söylemişsin ya anneme. Küçük kızını bir görebilseydin, aşık olduğunda gözleri nasıl da parlamıştı. Sana yaptığım o bol köpüklü kahve kadar tadına kavuşmuştu hayat.
Sonra çocuklarım, seni hiç unutturmadım onlara. Adın geçtiği yerde sevgiyle anıyorlar seni. Üstelik hayatı anladılar şimdiden ve başarma yolundalar. Yani sakın düşünme mutsuzlar mı diye. Onlar benden çok daha çabuk öğrendiler aşkı… Her gün okula hazırlarken çantalarına vefa koymayı unutmadım. Ve kulaklarına sürekli "sevginin en doğru anahtar" olduğunu fısıldadım. Her gece onlara iyi geceler öpücüğü vermeden uyumadım. Hasta olduklarında senin bana yaptığın gibi ateşli alınlarını okşarken "canınız hangi meyveden istiyor" diye sordum. Odalarının şeklinden bıktıkları zaman küçük manevralarla sevimlilik kattım eşyalarına. Saçlarını taradığım zaman yaşamın bu kadar uzun olmayabileceğini ama yaşama istersek sadece kendimizin anlam katabileceğimizi anlattım. Sonra haksızlığı dinlediler bir gün benden. Şimdi ne olursa olsun benden fazla çıkıyor sesleri haksızlığa... Yalanın bir mum kadar ömrü olduğunu anlatmama gerek kalmadı, çünkü beni izlemişlerdi. Kısacası onlar büyürken ben yine büyüdüm Baba... Ve her seferinde senden kopya çekmekle kalmadım ; Okudum, düşündüm ve izledim.
Haklısın zaman çok çabuk geçiyormuş, giderek farklı bir korku yerleşiyor yüreğime. Korkularını anlamıştım ama şimdi daha doğru hissediyorum. Ben unutulmaktan korkuyorum Baba, biliyorum şiir benden sonraki hayatım aynı zamanda, ama yine de korkuyorum. Belki de yaşımın bir göstergesi bu, eskiden çok zor ağlardım ve kimse tanık olamazdı gözyaşlarıma. Oysa şimdi çok çabuk ağlıyorum, biliyorum güneş mutlak yeniden doğar ama bu ağlamamı engellemiyor. Sanırım çocuklar gidince yalnız kalmaktan da korkuyorum.
Dur! Sen söylemeden ben söyleyeyim, öyle beyhude ki bu korkular, çünkü ben kimsesiz değilim. Kalem ve kağıdımla istediğim her yere gidiyorum. İstediğim zaman neşe içiyorum insanların öykülerinden, istediğim zaman kederlerine omuz oluyorum. Bazen Aspendos’da çok sevdiğim bir sevda öyküsünü izliyorum. Bazen de Van gölünün eşsiz maviliğinde serinliyorum. Sümela Manastırı’na her çıkışımda hala yükseklik korkumun geçmediğini bir kez daha anlıyorum. Biliyor musun Baba, benim artık Şair dostlarım da var. Birbirimize öyle pencereler açıyoruz ki ülkemin bunca sıkıntısı arasında birlikte nefes alıyoruz bir anlık için olsa da. O bir an bir ömre bedeldir, dediğini duyar gibiyim… Onlar beni senin gibi ve çocuklarım kadar doğru anlıyorlar.
Yaşamak ; erdemlice onurlu nefes almayı ve her mücadeleden alnı açık çıkmayı gerektiriyorsa ben başardım Baba başardım! Şimdi başarımı kadehime dolduruyor ve senin şerefine kaldırıyorum... Şerefe Baba şerefimize...
Mine Gültepe
YORUMLAR
bu yazıyı iki defa okudum,olmadı
bir daha okudum...
bu yazı öyle bir yazı ki herkesin hayatından kesitler bulması mümkün içinde....bunun için böyle tatlı ve hüzünlü...
Anadolu kokuyor...vefa var sevgi var,hayata karşı bir duruş
onca kirliliğe karşın bir direnme var
daha ne olsun....
yaşamak sadece nefes almak değil diyor bu yazı.hem sosyal hem psikolojik okuyucuyu doyuruyor...belki bu yüzden ayni hüzünlü tadı alabilmek için defalarca okuma gereğini duydum...
ve finalinde doğrusu gözlerime rüzgar değdi...
ancak bu kadar güzel bitebilirdi...
tebriklerimle
en derin saygılar yüreğinize....
Değişen bir şey yok üzülme göremediğine. Hala korkularıyla kadınlar sığınma evlerini dolduruyor. Onlarla çok da yabancı değiliz birbirimize, her gece farklı pencere önünde aynı hayali çiziyoruz camlarımıza… Biraz daha sevgi, biraz daha şefkat... Bir de tabi eteğimizi tutmaya çalışan çocuklarımız var, direnmemiz hep bu yüzden.
........
seninle annemin dansını görürdüm sürekli. Nasıl da sevgiyle bakardın gözlerine, şimdi bilsen nasıl buğulu o gözler. Ne zaman senden konuşmaya kalksam incecik akıyor gözyaşları. Ben bu gözleri, bu bakışları hiç unutmadım. Hayata hep sizin gözlerinizden baktım yani demem o ki hala ayakta kalmamın en büyük sırrı budur.
.......Kutlarım.
Okurken gözlerim doldu...