sürgün çocuklar
kökleri batık kentlere uzayan ağaç gibiydi gözleri taşlara sıkışmış bir ülke..
bağ evlerini, üveyikleri anımsatan bir yanı vardı yine de. yavaşça oturdum yanına. ellerini giderek daha hızlı vurmaya başlamıştı yeşil çuha örtülü masaya.
- iyi görünmüyorsun mehmet, ne oldu?
- ne olsun, sabaha kadar hastane bahçesinde yatsan, sen nasıl olurdun ki?
bu kaç yıllık taragedyasıydı! ama, böyle suları ihtilale hazır sarnıç gibi görmemiştim hiç onu. belli ki, başka yaralarda üşüşmüştü üşümüşlüğüne, sırtının, boynunun ağrılarına..belki nehir havzalarına gitmişti; gübresiz, yağmursuz çocukluğuna..
annesi, üç yaşındayken ölünce babası yetiştirme yurduna vermişti mehmet’i. sonrasında yaprak kendini düşüren dalı bağışlamadı hiç; sonbaharı rüzgarları ne denli hesaba katsa da.. kolayca unutup yeniden kaynaşmıyor kendi insanlarıyla sürgün çocuklar.
yetiştirme yurtları: bağışların, bağışıklık kazandığımız duydumduymazlık mikrobu sayesinde kolayca cebe indirildiği, çocukların da az çok doyurulduğu yetimhaneler..ve zaman zaman okuduğumuz haberler: ’öksüzlere dayakla eğitim! kız çocukları zengin işadamlarına pazarlanıyor..’ sonrası belli bir yaştan sonra kapınan kapılar..
’bak, her şey senin; hava, yağmur, toprak kokusu, açlık ve yalnızlık bedava.. koş, kucakla dünyanı!’
hiç mi yoktu gizli pınarlar gibi yüreğini akıta akıta orman çocuklar büyüyen öğretmenler bu yurtlarda? vardı.. afyonlu bakışlarıyla üstümüze gelen kentlere yalım gibi yürüyen ’sürgün çocuklar’ yetiştirdiler.
ah ki ah!
bu derinlik ancak delirtmeye yetti çoğunu. yurtlardan çıkar çıkmaz; ne hangi heyelanla geldiklerini soran oldu ne de hangi suyun izine gittiklerini..öğrendikleri her şey onlarla alay ediyordu sanki; paspas yaparken, halde küfe taşırken, jeton satarken..
anımsadıklarım yormuştu beni. mehmet’i de eski nehir havzalarından çekip almak istedim.
- hani, ethem’le ev tutuyordunuz ne oldu o iş?
öfkeyle avuçlarını vurdu masaya;
- depozit, üç aylık kira eder bin beş yüz ytl . üstelik sigara satan iki bekar adama kim ev vermek ister ki...
- ben konuşurum emlakçıyla..
- zaten çok geç. ethem bir akrabasının yanına sığındı. tek başıma kümes bile tutamam.
ben bir şey yapamamanın umarsızlığı içinde ondan sıkılmaya başlamıştım, o da benden. eskilere daldık yeniden: tekin vardı bir zamanlar, topkapı hali’nde hamal. bize gelirdi akşamüstleri söyleşmeye, koltuğunda ’das capital, martin edeni eluar’dan şiirler..
konuşur, konuşurduk... çok istedim ona yardım etmeyi.. bir iş bulduk. dağ otları gibi büyümüş bir çocuk, üzerine sosyalist rüzgarlar..asi, şıvgın gibi. hiçbir işe tutunamadı. ortadan kayboldu sonra. bir gün çok acı bir haber aldık: akıl hastanesine yatmış kendi isteğiyle. dış dünyaya uyum sağlayamadığını, dostlarının başına dert olmak istemediğini söylemiş. hepimiz ağlamıştık duyunca ’ suları sızan bir testi gibi’.
öfkeyle yeniden konuşmaya başlayınca yanımda oturduğunu anımsadım mehmet’in:
- siz, şimdi bizim ne istediğimizi sanıyorsunuz aydınlardan: iş mi, ekmek mi, ev mi? bize bakacak paranız olmadığını biliyoruz. kendi başınızda daha büyük dertler olduğunu da.. biz kimliğimizi istiyoruz, kabul görmek istiyoruz..
- bu çevrede kimse seni incitecek tek şey söylemedi bugüne kadar..
- yanlarında konukları varken selam bile vermiyorlar ama.. gözlerinin beni dışladığını hissediyorum..karnımızın doymasına gelince; ağır konuşacağım kusura bakma..işsizlik, çürüme dev gibi büyürken siz bin parçaya bölünmüş, birbirinizi suçlayıp duruyorsunuz. bu nasıl halkı düşünmek böyle?
- beynime elektrik verilmiş gibi sarsıldım. bu muratsız toprakların hayırsız bulutu değiliz biz, olamayız. çoğuz, bilinçli ve duyarlıyız; gelecek tufanları sezebiliyoruz..derneklerde, platformlarda, kültür merkezlerinde farklı seslerden, farklı ezgilerden bir orkestra büyütebiliriz. tüm dağlar ve denizler dinlemek için susuncaya dek söyleyebiliriz türkülerimizi, karışırız çavlanların sesine kimseler durduramaz bizi..
bütün nisan bulutları birleşin. senin gözlerin gri diye yalvarıyor kuru dallarıyla o ağaç: istersen yaşatırsın beni!..
mehmet ertesi yıl öldü. 28 yaşındaydı. aşırı tepkisel yapısı yaşamak zorunda kaldığı koşulları daha fazla taşıyamadı.
tekin akıl hastanesinde yatarken erzincanlı bir gençle arkadaş oldu. sonra onun kızkardeşi ile tanışıp evlendi. bir kız çocukları var. iş hayatına hiç uyum sağlayamadı. sürekli kavga edip, iş değiştiriyor. ailenin yapıcı tutumu ayakta tutuyor. onlara çok bağlandı. kayınbiraderim. kayınpedrim sözü dilinden düşmüyor. yine çok kitap okuyor..
feodal sığınaklar yeni yaşam biçimleri için mantıklı çözüm olmasada şanslı’sürgün’ tekin. koruyucu bir ailesi var (!)