Kısa Zannedilen Yıllar...
Dün gece İzmir e gelmek için bir ay önce hazırda param varken biletini aldığım Ulusoy firmasının otobüsüne bindim. Otobüs “royal class” dedikleri vip hizmetmiş, adsl bağlantısı varmış, ve tek kişilik koltuk… o kadar İzmir’e gidip gelirim ilk kez bu kadar lüks bir otobüse binecektim. Ben bu otobüs tarzının yeni olduğunu düşünürken meğer Enver Abi, yıllar önce İzmir’e bu tarz otobüslerle gider gelirmiş. Çok geri kalmışım çok… ne paralı zamanlarım vardı bunlara binmek için, uyuyormuşum da haberim yokmuş.
Ama otobüste adsl bağlantısı fos çıkmaz mı, üstelik İzmir’e gelince Bornova servisinin tembel şoförünün gazabına uğradım. Serviste iki kişiydik ve ikimiz de ata durağına gidecektik ama servis şoförü sabahın yedisinde Bornova meydanında bıraktı. Onca yükü yaklaşık bir kilometre taşıdım. Eee hizmette ve lükste sınır yok yaa. İster istemez yurdum insanının kurdukları ve övündükleri o beynelmilel şirketlerinin içinin nasıl boş olduğunu hissettim.
Ve sabah eve varıp bizimkilerle hoşbeş ettikten sonra, yattım saat 14.30 kalktığımda, önce İzmirli dostlarımın bürolarına gittim. Ama cem dışında hiçbiri yoktu. Cemle çok fazla samimi hiç olamadım, bir de bende, samimi olmadığım insanlarla yalnız kalma fobi benzeri garip bir huyum vardır ya o yüzden hemen kalktım. Sonra kendimi yollara attım Bornova’nın ilk hiper marketi Kipa’ya gider iftara kadar vakit geçiririm diye düşündüm. Kipayla da geçmişte ne anılarım oldu ne anılar… ooo anlatsam şaşarsınız. Ama gönlümde hep güzel bir iz bıraktı, adını duyduğumda hep tebessüm ettirecek kadar.
Ah ramazan ayı ah beni mecnuna çevirir. Tamamen salaklaşırım, eskiden iyice asabi olurdum ama bu ramazan enteresan bir hal oldu bana. Pek sinirli olmuyorum. Hatta geçen ramazan İzmir’deyim, katil ruhlu olduğumu anlamıştım. Valla beni tanıyanlara söyledim de pek inanır gibi olmadılar. Geçen ramazanda alemimde Fatih bey vardı onun yaptığı kişiliksizlikler ve tehditleri gündemimdeydi. Ama zaman işte unutuluyor veya önemsizleştiriyor. İşte böyle zamanlarda demek ki zaman tüneline girmek gerekiyormuş, keşke öyle bir tünel olsa da o garibim kader mahkumları tam mahkum olacakları sırada tünele girip, kaderlerinin cezasını çekmekten kurtulsalar.
Neyse Kipaya giderken benim ilk gençlik yıllarımın geçtiği, Suphi Koyuncuoğlu Lisesinin önünden geçiyordum bir baktım ki bahçe kapısı açık. Kendi kendime ya Yusuf gir içeri bugün nostalji günündesin, içimdeki sesi dinleyip içeri daldım. Son zamanlarda gördüğüm bahçe kapısına bir bekçi kulübesi yapılmış ve bekçi olacak adam tam yedi gün 24 saat orada ve kapısı da kilitli oluyordu.”Ya abi aslında ben bu okulda öğrenciydim tam 27 yıl önce…” falan gibi kibar ağa abi rollerinde laf anlatacağım ifade vereceğim biri de yok hemen sıvıştım içeri.
Okulun gizemi, caddeden gördüğünüz kısımda değil içerdeki iç avluda saklıdır. Çünkü son iki senemin geçtiği lise iki ve son yılımı kaderimin şekillendiği ilk bilinçli hayal kırıklıklarımı yaşadığım bina içerde gizli kalıyor. Zaten içeriye girdiğimde gözlerim lise son sınıfımı aradı. Aa buldum zannederken o olmadığını fark ettim. Bu nasıl olurdu ya bina iki katlı ve binanın ön kısmındaki en alt soldaki sınıf değimliydi o. Öyleydi ama geçen zaman büyüyen şehir bana oyun oynamıştı. Meğer her kata 4 dershane toplam sekiz dershanelik bir bina eklemişler, haliyle 12 derslikli şirin okulumuz toplam 20 derslikli bir hale dönmüş. Kötü mü olmuş? Yoo valla iyi de olmuş, yanda Ege üniversitesinin abu derya arazisiyle bitişik çok küçük yan bahçesine yapılmış. Zaten bahçenin çok da mühim bir parçası değildi. İçimden yaa madem değiştiriyorsunuz bu “yaa kardeşim madem yapıyorsunuz okulu baştan yıkıp dört katlı sıfırdan yapıp, o güzelim bahçeyi beton yığını olmaktan kurtarsaydınız” diye geçti. Çünkü bahçenin en önünde nizami standartlarda toprak futbol sahamız vardı. Sahanın tam içinde kocaman bir bina dikmişler sanırım kapalı spor salonu olmuş. Hatta o da yetmemiş sekiz yıllık eğitime geçilmesi yüzünden c blok dediğimiz yere 2 kocaman blok daha dikmişler. Birini ilköğretim okulu diğerini ise Suphi Koyuncuoğlu Anadolu lisesi yapmışlar.
Gerçi Anadolu Lisesi de yapıldığını duymuştum ama bu kez olaya gözlerimle vakıf oldum. O c bloğun bulunduğu bahçede yapılan bloklar beni o kadar tedirgin etmemişti ama o futbol sahasına yapılan bina beni gerçekten üzdü. Oysa diyeceksiniz ki ulen sen futbol mu oynardın orda da bu kadar üzüldün. Yoo belki iki belki üç kez oynamışımdır. Futbol konusunda yeteneksiz olduğumu da zaten orda anlamıştım. Ama beni o sahaya çeken asıl duygularım neydi bilinmez ama, ilkokuldan sonra böylesi büyük bir okula gelmiş olmak ortaokullu, liseli olmak böyle bir şey dedirttiren bir sahaydı o. Ben oynamasam da oynayanları bilinçsizce seyretme imkanım vardı, orada. Ama şimdiki gençlerin böyle bir şansları olmayacak çünkü artık her bir karışı nefret ettiğim beton olan ve küçülen bir bahçeleri var. Ama onlar benim gibi üzülmeyecekler çünkü geçmişlerinde o sahaları yoktu ki. Artık onlar için böyle nizami futbol sahası olan ortaokul imajları ile “bir ortaokul ve lise tam böyle olmalı” diyecekleri tümceleri de olmayacak.
Sonra orada kaç yaşlarında kaça gittikleri üzerine kafa yorduğum altı genç, futbol sahasından arta kalan yerde yapılan sahada, basket maçı yapıyorlar, oturdum onları izledim, tek izleyenleri olarak. Onları lise birde olduklarını kanaat getirdim hatta onlarla aynı zamanda yaşasaydık acaba hangileriyle dost olurdum diye de düşündüm. Sonra alıcı gözlerle baktığımda hepsinin efendi çocuklar olduğuna kanaat getirdim. Sonra tekrar yıllar öncesine gittim o dönemde de birkaç kişi hariç hemen hemen herkes efendi çocuklardı. Demek ki insanı yıllar ve yaşam bozuyor diye düşünmekten de kendimi alamadım.
Sonra okuldan çıktım tekrar Kipaya doğru yöneldim. Kipa on üç yıl önce ikinci üniversitem olmuş Ege üniversitesinin okuduğum ilk yıllarında, o geniş arazinin içinde, bir kenara kurulmuş çok hoş bir hiper market. Kampüse girdiğinizde yaklaşık bir kilometre daha yürümeniz gerekiyor. O yüzden ben de kampüse girdiğimde çok keyif alarak okuduğum yabancı diller bölümüne doğru yönelmek istedim. Eskiden olduğu gibi, aynen okula gittiğim patika yollardan geçtim.
Benim asıl merak ettiğim ise yabancı diller bölümü değildi. Merakım ise, o yıllardaki hayatımın odağındaki Belkıs’la yaşadığım yerlerdi. Aşk var ya aşk insanı hayatta diri tutan duygunun bu duygu olduğunu benliğimde hissettim. Oysa şuan ben Belkıs’a aşık da değilim ama geçmişte yaşadığım bu duygu beni oralarda dakikalarca kalmama yetti. İftara geç kalmasam belki saatlerce kalabilirdim. Öğle tatillerinde oturduğumuz yerlere baktım, değişmişti. Hatta o büyük alandaki peyzaj, ağaçların büyümesiyle bahçenin havasını çok değiştirmişti. Şaşırdım, inanır mısınız, birkaç senedir bazen İzmir’de olduğum zamanlarda gelirdim oraya ama bu kez oldukça değişmiş. Hele bahçenin bir köşesine ona yakın düzenli bir şekilde üçer metre arayla palmiye ağacı dikmişler ve o palmiyelerin yaprakları birleşerek hiçbir şekilde güneşi içine sokmayan gölgelik odalar haline getirmiş. Ve muhteşem güzel olmuş. Zaten üç dört metre yüksekliğinde büyümüşler içinde çok sıcak yaz günleri ne keyifli oturulur diye iç geçirdim.
Ve zaman ne çabuk akıp geçiyor tam on sene olmuştu bu okuldan çıkıp, tekrar İstanbul’a dönmem ve ister istemez bu olmadığım on senede geçmişteki yaşadığım on senenin değişikliklerini gördüm.
Meğer on sene ne kadar büyük bir zaman dilimiymiş, ağabeyimle şirkette yaşadığım dolu dulu beş yıl ölümünden sonra ise beş yıl. hayatıma giren kadınlar, Romanya maceram, Asuyla yaşadığım birkaç yıl ve Tekke maceram, intihar gibi bir evlilik maceram ve son senemde de bir türlü düzelmeyen sıkıntılı bir iş kurma serüveni. Hep çok kısa bir zaman dilim sandığım on yıl, o kadar uzunmuş ki yarısı da bir o kadar güzel yıllarmış. Yani ilk beş yılı.
Sanki hayatımdaki her güzel şey ağabeyimin ölümüyle bitti. Son beş yılım hep acı, zevksiz ve tatsız geçti.
Artık benim bundan on yıl öncesi gibi hayata başlayan o güzel zamanlara ihtiyacım var, oysaki son beş yılımdaki gibi hayatımdaki hiçbir yere gitmekten zevk almadığım yerlerin olmasını istemiyorum.
Yıllar sonra da “vay be ne günlerdi” diyeceğim günleri ve yerleri çok özledim.