- 645 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bomba İhbarı ve Bem
Sonbaharın ikinci ayının ortasında, yaprakların sarararak ağaç dallarını yoğun bir şekilde, inat edercesine terk etmeye başladığı bir gündü. Dışarıda sanki yaz gününden kalmış pırıl pırıl bir güneş vardı. İnsanın tenini yakmayan, güneşin parlaklığı altında esen rüzgârın serinliğini iliklerimizde hissettiren bir sonbahardı.
1979 yılının ekim ayının 14’dü Pazar günüydü. Türk demokrasisi için özel bir gündü. Cumhuriyet senatosu 1/3 yenileme seçimi ve milletvekili ara seçimler yapılıyordu. Ülke bir kargaşa ortamından kurtulmaya çalışıyordu.
Ben bu gün, gün boyu Kuşadası sokaklarında dolaştım durdum, Hoyratlıkla haytalığımı birbirine katarcasına. Öküz Mehmet paşa kervansaray karşısındaki, Kayserili halıcı Hacı’nın yanına, biraz limana, birazda, adanın gülü kral Mehmet’in yanına takıldım. Öğle yemeğini de kral Mehmet’le yedik. Saat 17.00 gibi çalıştığım Otel olan, Otel Belvü’ye döndüm. Çünkü saat 19.00 itibariyle otel resepsiyonunda görev alacaktım.
Saat 19.00 da gündüzcü olan arkadaştan görevi devraldım. Yapılan işleri kontrol ettim. Otelde garson olmadığı için, saat 20.00 de müşterilere verilecek akşam yemeğinin servislerini, masalara hazırlamaya başladım. Saat 20.45’te salata ve zeytinyağlılarını da koyarak, müşterilerin masalarda yerlerini almasını bekledim. Müşteriler geldikçe diğer sıcak yemek çeşitlerinde getirip masalara koyuyordum. Artık yemek salonunda hafif Slav bir müzik ile çatal kaşık sesleri vardı. Dünyanın değişik yerlerinden, değişik insanlarla olmak ne güzeldi. Tam bir kaynaşma örneği diye düşündüm.
Artık aradan tam bir saat geçmişti, salon artık iyiden iyiye boşalmıştı. Boşalan salonu ve masaların temizliğini yaptım. Bende rahat ve huzur içerisinde yemeğimi yiyerek, salonun son bir kontrolünü yaptım. Salonun elektrikleri kapatarak asıl görevim olan resepsiyondaki yerimi aldım. Resepsiyon önündeki salonda, loş bir iki ışığın dışındaki diğer lambaları da söndürdüm. Salonda benden başka kimse yoktu. Televizyonu açtım. Televizyon seçim haberlerini veriyordu. Arada bir yorumcular çıkıp seçimle ilgili görüş ve düşüncelerini ortaya koyuyorlardı. Seçim haberlerini ve yorumlarını izlemek beni sıkmış olacak ki televizyonu kapattım. Benim yalnız anlarımda hep yaptığım bir şey vardı. İşte onu yaptım. Yalnız anlarımda yalnızlığımı paylaştığım Dostoyevski’nin ezilenler romanını elime alarak, kaldığım yerden okumaya devam ettim. Kitabın son sayfalarını okuyordum artık. Benimle kitap aramdaki sessizliği, telefonun çalan zil sesi bozdu. Telefonun ahizesini kaldırarak:
- Alo buyurun otel Belvü
- Alo İstanbul istemiştiniz, İstanbul’unuz hazır. Görüşünüz.
Telefon görüşmesi bittikten sonra tekrar kitabıma dönerek okumama devam ettim. Heyecan dolu sürükleyiciliğiyle, bir atın dörtnala koştuğu gibi, artık kitabın son sayfalarına koşuyordum. Patronlarım, patronlarım diyorum, çünkü iki ortaktılar. Onlarda yemeğe çıkmışlardı. Resepsiyondaki oturduğum yerden kalkarak, salondaki koltuklardan birine geçtim, elimdeki kitabı önümdeki sehpa üzerine koyarak televizyonu tekrar açtım. Secim haberleri hala devam ediyordu. Arada birde yayın akışı içerisine sıkıştırılmış parodileri izlemeye başladım. Saat 00.30da patronlarımdan Gencer Bey otele geri dönüş yaptı. Aracını park ettikten sonra resepsiyon salonuna girerek;
- Ne haber. Arayan soran var mı?
- Hayır, ağabey şu ana kadar yok
- İyi ben odama çekiliyorum, yatacağım.
- Peki, ağabey Allah rahatlık versin.
Resepsiyonun yanındaki kapıdan dışarıya çıkarak, merdivenlerden aşağıya indi. Merdivenlerin bitiminden sola dönerek zemin kattaki 103 numaralı odasına doğru yöneldi. Ben kapıları kapatarak tekrar, salondaki koltukta kitabımı okumaya başladım. Aradan yarım saat ya geçti, ya da geçmedi telefon çaldı. Elimdeki kitabı sehpanın üzerine koydum. Telefona bakmak üzere yerimden kalktım. Hızlı adımlarla telefona yaklaşarak telefonun ahizesini kaldırarak;
- Alo buyurun Otel Belvü. Der demez karşı taraftan kalın boğuk bir sesle bağıra bağıra.
- Kahrolsun Faşizm! Faşizm’e ölüm! Halka hürriyet! Dedi. Arkasından sakin bir şekilde otelinize bomba konmuştur, beş dakika içerisinde patlayacaktır.
Ben daha okuduğum kitabın etkisinden kurtulamamışken, şaşkınlık içerisinde, telefonda söylenenlere bir anlam veremeden;
- Efendim! Efendim!
- Aç kulağını beni iyi dinle. Kahrolsun Faşizm! Faşizm’e ölüm! Halka hürriyet! Otelinize bomba konmuştur, beş dakika içerisinde patlayacaktır.
Ben bu ihbarı duyunca, şaşkınlıktan mı, kokudan mı bilemiyorum? Hafif bir gülümsemeyle bende atılan sloganları tekrarlamaya başladım.
- Kahrolsun Faşizm! Faşizm’e ölüm! Halka hürriyet! Telefon birden bire şak diye suratıma kapandı. Şaşkınlıkla, korkularımın da giderek artmasıyla;
- Alo! Alo!
Dedim ama nafile. Bir kere telefon kapanmıştı. Ok yaydan çıkmıştı. Olacakları düşündükçe, kan basıncım yükselmiş, tüylerim diken diken olmuştu. Bir anda kan ter içerisinde kalmıştım. Bir o kapıya, bir diğer kapıya ve çay ocağının bulunduğu kısma doğru serseri mayın gibi gidip gelmeye başladım. Kafam allak bullak olmuştu sanki beynim uyuşmuştu. Bir an durdum, ziya sen ne yapıyorsun. Kendine gel dedim. Hemen Gencer Bey aklıma geldi. Kapıyı açarak koşar adımlarla, merdivenleri indim. 103 numaralı odanın yanına giderek kapıyı hızlı bir şekilde çaldım. İçeriden;
- Evet!..
- Ağabey benim bir konu oldu onu arz etmek istiyorum.
- Gel içeri.
Kapının kolunu çevirdim kapı açılmadı. İçeriden kilitliydi.
- Ha dur kapı kilitli açıyorum ziya. Hala heyecandan titriyordum, beklemeye başladım.
Kapı açıldı. Gencer Bey karşımdaydı. Üzerinde yakası işlemeli, topuklarına kadar uzun genellikle bayanların giydiği bir gecelik vardı.
- Hayırdır ziya, gecenin bu saatinde.
- Şey ağabey, (titrek bir sesle) bir telefon geldi. Dedim ama tıkandım. Otele bomba koymuşlar, beş dakika içerisinde patlayacağını söylediler. Bunun yanı sırada slogan da attılar.
- Ne dediler?
- Kahrolsun Faşizm! Faşizm’e ölüm! Halka hürriyet! Dediler.
- Tamam, sen şimdi sakin ol, ben giyinip geleceğim. Sen git polise haber ver.
- Peki, ağabey dedim.
Oradan hemen geri dönerek, resepsiyona geldim. Telefonun ahizesini elime alarak, rehberden polis telefonunu buldum.1022’di. numarayı cevirdim.
- Polis karakolu buyurun
- Şey efendim dedim.(titrek bir sesle)
- Evet, buyurun dedi polis memuru
- Ben otel Belvü’den arıyorum. Biraz önce bir telefon geldi. Otele bomba koyduklarını, beş dakika sonra bombanın patlayacağını söyleyerek, telefonu kapattılar.
- Başka bir şey söylediler mi?
- Evet, slogan da attılar.
- Ne dediler.
- Kahrolsun Faşizm! Faşizm’e ölüm! Halka hürriyet! Dediler.
- Tamam, ben şimdi ekip arkadaşları, konuyla ilgili olarak gönderiyorum.
- Peki, beyefendi teşekkür ederim.
Daha telefonu kapatmadan aşağılardan bir yerlerden siren sesleri duyulmaya başladı. İtfaiye veya ambulans olabilir diye düşünmeye başlamıştım ki. Siren sesi gittikçe yaklaşıyordu. Yerimden kalktım kapıya yöneldim. Dış kapıdan aşağılara doğru baktığımda bir itfaiyenin yokuşu tırmanarak, otele doğru gelmekte olduğunu gördüm. İçimden kendi kendime hayırdır inşallah herhalde yangın var diye düşünürken itfaiye araçları otelin önünde durdular. İtfaiye görevlileri bir telaşla araçtan inerek, hazırlıklarını yapmaya başladılar. Yanlarında bir polis ile birde belediye zabıtası vardı. Ellerimi havaya kaldırarak;
- Ne oluyor? Bir dakika birader, neler oluyor burada?
İtfaiye Şefi benim hareketlerimi görünce yanıma doğru yürürken bir şeyler söylüyordu. Ama aracın sesinden hiçbir şey duymuyordum. Yanıma geldiğinde;
- Arkadaşım yangın ihbarı aldık, Hani yangın nerede.
- Kardeş burada yangın falan yok. Bana da bomba ihbarı verdiler. Siz yanlış gelmiş olmayasınız.
- Yok, be kardeşim yanlış gelmedik, bizi arayan şahıs ismini de verdi. Otel Belvü olarak söyledi.
Bende hayır dercesine kafamı sallayarak gülümsedim. Bu gülüşüm polisin gözünden kaçmamış olacak ki;
- Niye güldünüz…
- Hiç. Oyuna geldik galiba. İtfaiyeye yangın ihbarı veriliyor. Burayı da arayıp bomba ihbarı veriyorlar. Tabi bende emniyeti arayarak durumu anlattım.
O sırada Gencer Bey yanımıza geliyordu. Polise dönerek;
- Patronumuz Gencer Bey geliyor.
- Ne oldu ziya, ne var. Bu itfaiyenin ne işi var burada.
- bilmiyorum ki ağabey. Birileri itfaiyeyi arayarak otelimiz de yangın olduğu şeklinde ihbarda bulunmuş. Biliyorsun bize de bomba konulduğunu söylemişlerdi.
Gencer Bey polise dönerek;
- Polis bey, şaşırmacı bir taktik olmasın. Burayı hedef göstererek ekipleri buraya çekip başka bir yerde eylem konmasın.
- Olabilir bey efendi. Şuradan merkeze bir telefon edebilir miyim?
- Tabi, tabi buyurun.
Polis kapıdan içeriye girerek resepsiyon üzerindeki telefona yöneldi. Telefonun ahizesini kaldırarak 1022 yi cevirdi. Telefon meşguldü, kapattı. Arka arkaya üç defa daha aradı telefon hala meşguldü. Telefonu dördüncü arayışında telefon çalıyordu. Bir an;
- Alo ben Polis memuru Mehmet, ben şimdi otel Belvü’deyim oradan arıyorum. Efendim! Nerede? Sanat okulunda mı? Tamam geliyorum.
Polis telefonu kapattı. Gencer beye dönerek;
- Sayın ağabeyciğim olay senin dediğin gibi oldu. İhbar burası, asıl olay başka yerde.
- Ne oldu konu neymiş.
- Turizm sanat okulunun yanında, bir yığılma olmuş oraya gitmemizi söylüyorlar.
- Allah, Allah şu işe bak.
- Neyse size iyi geceler.
Polis itfaiye şefinin yanına giderek;
- Turizm sanat okulu yanına gidiyoruz. Orada bir yığılma varmış.
Araçlara bindiler. Tekrar sirenler çalınarak, geldikleri yöne doğru gittiler. Patronum Gencer Bey bana;
- Kapıları kilitle içeride otur. Ara sırada pencereden dışarıya bir göz at. Ben yatmaya gidiyorum.
- Peki, ağabey iyi geceler. Dedim.
Gencer Bey gittikten sonra, kapıları kilitleyerek, resepsiyona geçtim oturdum. Bir ara gözüm resepsiyon salonunda mışıl, mışıl uyuyan köpeklere gözüm ilişti. Bunların burada ne işi var diye düşündüm. Yerimden kalktım. Her iki köpeği de uyandırarak, kapıdan dışarı çıkardım. Tekrar içeriye girerek kapıları tekrardan kilitledim. Resepsiyonun sağ tarafındaki koltuğu, hafif yana çevirerek, hem yolu gözetleyecek, hem de televizyonu seyredecektim. Artık heyecanım ve korkularım tamamen yatışmıştı. Bu arada gözüm saate ilişti. Saate baktım, saat iki idi. Her taraf sessizdi. Dışarıda zifiri bir karanlık vardı. Beni zifiri karanlıktan ve sessizlikten kurtaran tek şey televizyondu. Artık dışarıdaki köpeklere de güveniyordum. Dışarıyı kontrol etmeme gerek yoktu. Oturduğum koltuktan kalkarak resepsiyon üzerindeki kitabı elime alarak kalan sayfaları okuyup bitirdim.
O gece sabaha kadar gözüme uyku girmedi. Sabah oldu bende oldum.
Ziya Bekar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.