- 1275 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O BİR İŞKENCE ALETİDİR!...
Rüya, Türkiye’den 1978 yılında gelen gurbetçi bir ailenin kızıydı. Geldikleri yıl doğmuş ve Türkiye’yi hiç görmemişti. Gurbetçi olmanın tüm zorluklarını hissediyordu. Sıla hasretini; anne ve babasının köyleri için söyledikleri güzel sözler nedeniyle yaşamadan hissetmeye başlamıştı sanki. Rüya ailesine destek olmak amacıyla bir fabrikada çalışıyordu. Zaten ailesinin amacı neydi ki para biriktirmek ve bir an evvel sılaya dönebilmekti. O da bu sılaya dönüşün hızlanmasına ne kadar katkı yaparsa o kadar mutlu olacaktı. Bir fabrikada, üretim hattında çalışıyordu.
Her gün önüne gelen aletin 14 yerine vida takıp, sıkıştırıyor; gergiyi sağlayan yayların uçlarını vidalayıp kaynak yapıyordu. Sonra da yanındaki hatta çalışan İranlı Şaheste’ye gönderiyordu aleti. Bu hatta tam 9 kişi çalışıyor, her biri aynı alet üzerinde farklı işlemleri yerine getiriyordu. Hattın en sonundaysa Rüya’nın çaprazındaki Cezayirli Sellami Amca vardı. En hüzünlüsü oydu. Hiç gülmezdi, yanaklarındaki gamzeler hariç. Sonunda alet büyükçe bir poşete giriyor, tahta kutuya konuyor ve içine köpükler yerleştirilip, Rüya’nın en sevdiği renk olan mavi ve kırmızılı ambalajına giriyordu.
İş çıkışı başka fabrikalardan buluşup eve birlikte gittiği arkadaşları gibi; o gün yaptıklarından bahsedemiyordu Rüya. Bir arkadaşının anlattığı gibi daktilo imal etmiyorlardı onlar. Onlar ne imal ediyorlardı… Her gün montaj yaptığı alet ne işe yarıyordu. Bu alet bir zengin çocuğunun oyuncağı mıydı acaba; yoksa bir araba parçası mıydı? Yaptıkları alet manyetoluydu, bir oyuncak olamazdı. Neydi?
İşyerinde hiç kimse bilmiyordu, hepsine tek tek sormuştu, biz ne imalatı yapıyoruz, bu alet ne işe yarar diye… Hiç birisi bilmiyordu; ama sadece Sellami Amca suskun kalmıştı; bir şeyleri anlatıyordu sanki, üzüntü ve ezinç verici bir şeyleri, sanki suskunluğuyla bir şeyleri anlatıyordu. Belki de söylemiş olmanın oluşturacağı olumsuz ortamdan haberdardı, hiç mi sormamalıydı acaba. Birden bu korku ağına takılmıştı. Sormamalı mıydı acaba?...
İşten çıkarken Sellami Amca’ya soran gözlerle baktı. Aldığı cevap; “O bir işkence aletidir!...”
Aldığı cevap, sanki çok basitti ki sabah işe gelip üretim hattındaki yerini alana kadar hiç önemsememişti. Ancak aletin vidalarını sıkıştırmaya başlayınca sanki kendi kemikleri sıkışmıştı. Yayı gerdirdiğinde ise kollarının ve bacaklarının kopacağını zannetti. Kaynak yaparken kendi eti yanıyordu sanki. Neyse ki ilkini atlatabildi. Ama gelen ikinci alette, bu aletin bir insana verebileceği zarar aklına geliyordu.
Vücuda giren elektriğin bir et parçasının ateşe düşmesi halinde havaya yayılan yanık et kokusunu hissetti, bu et kokusuyla birlikte titreyen; titrerken çatlarcasına irileşmiş gözlerine kan yürüyen kurbanının ağzından, dökülen salyalarıyla birlikte koparılan büyük bir çığlığın bomboş odalarda ve koridorlarda çınladığını hissetti...
Ve kurbanın, gözlerini kontrol edemediği için gözbebeklerini işkenceci adamın gözlerinde odaklayamadığı; aynı anda gözlerini kurbanının gözbebeklerine odaklamaktan kaçınan dehşet bir celladın kaçamaklı bakışlarını sanki kendi vücudunda hissetti. Çünkü gözbebeklerinin çakıştığı nokta insanlığın kendini hissettiği nokta olacaktı. Cellat, kurbanının gözbebeklerine hiç bakamadı; bu nedenle de cellat insanlığın, kendini hissettiği noktaya hiç ulaşamadı.
Rüya, üretim hattındaki sandalyesinde yığıldı kaldı. Bir işkence aleti yapıyor olmanın nesi olabilirdi diye düşündü. Yine tornavidayı eline aldı; ama önünde duran alete dokunamadı, her hamlesi boşa çıktı, önünde duran işkence aletine hiç dokunamadı.