- 731 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
DOKUZ BAYAN
En son gittiğim Batık kent Kekova- Myra antik kenti gezimde Alman uyruklu turistlerin yanı sıra, dokuz tane Hollanda’da yaşayan bayan bir grup vardı.Orta yaştaydılar.Hepsi de çok neşeli, sempatik bilgili ve kültürlüydüler.
İstanbul’dan Hollandaya göç etmiş, Ermeni asıllı yurttaşlarımızdı bunlar.Anlaşılan o ki , Türkçe’yi o kadar çok benimsemişler ve o kadar düzgün konuşuyorlardı ki dillerine bakarak ve davranış biçimlerine bakarak onların farklı bir kültürden geldiklerini söyleyemezdiniz.Hepsi de çok içten, cana yakın ve samimiydiler.Hatta samimi bir itirafta bulunayım ben tanışmamın ilk günü onların Ermeni olduklarına dair, hiç bir ayrıntı dikkatimi çekmedi.Hepsi de İstanbul Türkçesi ile çok düzgün konuşan Türk insanıydılar; ben öyle algıladım.
Bu tip gruplarda önceki yıllardan edindiğim deneyimlere bakarak, kendilerine yeni bir gezi programı önerdim.Kapalı grup diyebileceğimiz, özel ilgi grubu sınıfına giren bu müşterilerimiz, teklifimi cazip bularak proğramı kabul ettiler ve ikinci bir gezi daha yaptık dün.Kemer’de konaklayan grubu acentamızın şoförü Antalya’ya getirdi.Ben Antalya’dan itibaren gruba rehber olarak nezaret ve refakat ettim.
Önce Düden Şelalesi’nin denize döküldüğü yerdeki muhteşem manzarayı seyrettirdim onlara.Buraya Aşağı Düden Şelalesi denir.Bayıldılar manzaraya.Bir zamanlar, kırk metre yüksekliğindeki kentin güney tarafını denizden dik bir duvar gibi çeviren falezlerin(Yalıyar) üstünde her yanından denize çağlayanlar dökülürmüş.
Hatta Bergama kralı II.Attalos,( M.Ö.159-138) emrindeki kavimlere;
’Gidin bana yeryüzünde öyle bir yer bulun ki, orada tüm kralların gözü kalsın, bakışlarını asla oradan ayıramasınlar ! Orada yeni liman kentleri kurduracağım...’
der ve kafile başkanı Antalya Körfezine gelince bir bakar ki; falezlerin üzerinde köpük köpük çağlayan sular,ardında yarım ay biçiminde uzanan karlı yüksek dağlar, eteğinde yemyeşil bereket saçan , kan düşse can bitecek, ’Bastonunu diksen yeşerecek! ’ ovalar; hayran kalır bu güzellik karşısında ve ’Ooo ; şükürler olsun sana Zeus, nihayet Attalos’a lâyık olan memleketi bulduk...’ der.
Kentin adı Bergama kralı II.Attalos’un adına izafeten ’ Attaleia ’ olarak adlandırılır.Daha sonra bu isim Adalya; Cumhuriyet Dönemi’nde ise Antalya olarak anılmaya başlanır.
Bu güzel şelalede güzel hatıra resimleri çekildikten sonra, KURŞUNLU Şelalesi’ne gittik.Orada da çok güzel doğanın içinde asırlık çınarların ,mersin, defne ,pelit, tesbih ağacı,kesme,yabani üzüm ,sarmaşık ve zakkumların bulunduğu akarsu vadisi boyunca yedi taraçavari gölcük vardı, ilkyazla niliüferlerin çiçek açtığı...
Burayı çevreleyen çam ormanlarının altında günü birlik On bin kişinin piknik yapmasına elverişli çok geniş bir piknik alanı vardı.
Irmak vadisi boyunca gezimizde 1985 yılında, açılışı o zamanın Sayın Cumhurbaşkanı Orgeneral Kenan Evren tarafından yapılan tesiste ona ithafen yapılmış bir köşkü de her defasında olduğu gibi, önünden geçerek gördük.
Hatta o an aklıma gelen bir anımı anlattım gruba:Bir gün çok fena ateşli hasta idim, antibiyotik tedavisi alıyordum ve yerime rehber bulunamadığı için hasta hasta tura çıkmak zorunda kalmıştım ve bu köşkün önünden geçiyordum , saati geçirilmemesi gereken antibiyotiğimin yapılması gerekliydi, gezi grubumda bir doktor vardı.Hemen o ara binanın iç temizliği yapılmakta, çarşaflar falan değiştirilmekteydi bu köşkte.Oradaki hizmetliden rica ettim, bir enjeksiyon yapılabilmek için uzanmam gerekliydi yatağa.
Hemen oracıkta Kenan Paşa’nın yatağına uzandım ve doktor iğnemi yaptı.Dedim ki gruba; ’ Ben Kenan Paşa’nın yatağına yattım desem kimse inanmaz ,ama bu gerçek! ’, hep birlikte gülüştük...
Tam bu köşkün önünde dalları suya paralel uzanan görkemli bir çınar vardı.O görkemli dal bu görüşümde kırılmıştı.Burada Pekin Ördekleri vardı çok sayıda ve bildiğim kadarıyla bu ördekler Çin devlet makamlarınca Kenan Paşa’ya (Beş adet )hediye edilmişlerdi.Geçen yılki yağmurlarda sel basan akarsu vadisinde bulunan ve vadinin iki yakasını birbirine bağlayan yerdeki köprü yıkılmış ve yerine yeni ve daha yüksekçe bir sağlam köprü inşa edilmişti.En çok kırılan çınar dalına üzüldüm.Çünkü o öyle güzel ,upuzun dal sulara paralel sevdayla salınır dururdu...Bu gidişimde ördeklerin sadece iki adedi gözlerime ilişti;ne olduğunu merak etmedim dersem yalan olur? Tilkiler mi yemişti yoksa? İki ayaklı olmasın sakın tilkiler diye de düşündüm.
Buradaki gezimizi tamamlayıp biraz yorgunluktan sonra bir çay içelim dedik;ama içerideki işletmenin ihale süresi bitmiş, yeniden işletmeye verilmesi için yeni ihale yapılacakmış ve bu yüzden tesis kapalı idi, yüzlerce ziyaretçi içecek su bile alamadan gidiyordu.
Biz molamızı başka bir yerde yaptık.Çayımızı kahvemizi neşeyle içip Aspendos Tiyatrosu’na gittik, orayı gezdirdim ,sonra Irmak kıyısında(KÖPRÜÇAY) Şelale Restoran’da güzel bir öğle yemeği yiyip, Zeytintaşı Mağarasına yollandık.
Serik ilçesinin 16 km. kuzeyindeki mağara daha bir kaç yıl önce ziyarete açılan ve kuaförden yenice çıkmış, takmış takıştırmış bir gelin güzelliğinde, doğanın tezyin ettiği küçük ama harikulâde bir mağaraydı.Makarna (spagetti) sarkıt oluşumları ile dikkati çeken mağarada oluşumlar devam etmekteydi,havlu ve battaniye görünümünde yaprak yaprak doğanın dokuduğu desenler, balık biçiminde oluşan sarkıtlar , Peribacalarını ve Pamukkale travertenlerini andıran sarkıt ve dikitler eşsiz büyüleyici bir güzellik kazandırıyordu mağaraya.
Bizimle birlikte içeri gelen mağara bekçisi dokuz bayanı görünce dayanamadı benim anlattığım bilgilere ek açıklamalar yaptı, kendince açıklamaları ve anlatımlarını süsleyiş biçimleri bayan grumuzu kahkalara boğuyordu; kışın yağmurlu zamanlarından mağara tavanından damlayan suların çokluğundan söz ederek ;’ Üç güzel ses var biliyorsunuz, su sesi , para sesi , kadın sesi !Bunların hepsi de insanı rehabilite eder ! ’diyordu, eh gerçeklik payı yok sayılmazdı...Mağaraya stresli giren streslerinden arınmış olarak çıkarmış bekçimizin dediğine göre ve özellikle kışın gelmeliymiş...
Buradan çıkınca mağara dibindeki kahvede nefis ,tazecik gözlemelerden yedik ve orada satışa sunulan Toroslar’dan toplanmış kekik ve ada çaylarından herkes satın aldı.Müşterimin bir tanesi dalında mersin( mirt ) istedi, beraberinde götürüp evdekilere gösterecekmiş.Anlatmıştım onlara tazecik yaprakları toplanır , kurutulur ve ve kına gibi dövülüp ezilerek pudra haline getirilir ve bebelerin koltuk altllarına, yaz günü pişik yerlerine ekilir, biz buna sazak deriz demiştim.
Arabaya binip çamların arasındaki orman yoluna düştüğümüzde ; bir şarkı türkü tufanı başladı kendiliğinden ,coşan grubumuz, bir o kadar da eğitimli seslerdi sanki, öyle güzel türküler okudular ki, yurt dışında kalmışa da benzemiyorlardı hiç....Kim demiş bunlar Ermeni, hepsi de benden öte Türktüler.Serik’ten Antalya’ya
kadar türkülerle geldik,şarkılarla geldik.
Sizlere doyum olmaz, seneye yine gelirseniz aynı acenta kanalıyla bana ulaşabilirsiniz sadece sizlere özel ,çok güzel pogramlar yapabilirim dedim, Kapadokya , Pamukkale; Afrodisyas,Efes ;Fethiye ; Göller Bölgesi; ülkemiz o kadar güzel ki gez gez bitmez dedim ...
Ah dedim içimden; kim der şimdi bu ülkede Kürtler eziliyor, eziliyorsa bilin ki ezen yine Kürt...Turizmin içinde yüzlerce otobüs , doğulu güneydoğulu bu illerde turist taşıyor, para kazanıyor,otel inşaatı yapıyor,bar işletiyor,otel işletiyor diskotek, mağaza işletiyor.Var mı niye çalışıyorsun diyen yol kesen? İşte burada bir yığın lokanta; Adana Ocakbaşı, Güneyliler Urfa Restaurant, Tatlıses Lahmacun; kimse demiyor ki buranın sahibi Kürttür ;biz burada yemeyiz.Herkes gidiyor;Türkü, Kürdü Çerkesi hepsi de aynı lokantada yemek yiyor...Herkes para kazanıyor...Burada para kazananlar keşke biraz da doğuya kendi bölgelerine yatırım yapsalar, yok onlar ayrılmaz artık buralardan çünkü iyi kazanıyorlar.Benim eniştem mesela,bir daha hayatta Bingöl Kiğı’ya gidecek ha?!
O da en az benim kadar Türk şimdi...
’ Damda birlikte yatmışız, öküzü hoşça tutmuşuz,incittik mi kanadını serçenin, hor baktık mı karacanın yavrusuna, ya nasıl kıyarız insana, nasıl kıyarız cana? ’
Grupla vedalaşıp, evimin yoluna düştüğümde, buruk bir hüzün çöktü içime, aklımda bir tek soru vardı;
YA BU BÖLÜCÜ TERÖR NEYİN NESİ ?Başka bir el aramalıydı arkasında bu perdenin!!!
Şaban AKTAŞ
10.11.2008
YORUMLAR
Değerli Dost,yazılarını da şiirlerin gibi mümkün oldukça takip ediyorum,hani bazen işine heves duymuyorda değilim.İnsanlarla ilişki içerisinde olmak elbette güzel.Konuyu böyle getirip bağlayınca sanırım biriki söz düşmem uygun olacak...
Malazgirt'ten sonra biliyoruz ki buranın meskun halkı ağırlıklı Rum ve Ermeni'lerden oluşmaktadır.Fetih yapılınca Rumlar tedrici olarak sahil bölgelerine çekilmişlerdir,Ermeniler ise daha çok Doğuanadolu,Çukurova ve Değişik yörelerde yoğunluklu olarak yaşamaktaydı.Bu demografik yapı Yavuz dönemine kadar çok değişmemiştir.Rum, Ermeni ve diğer ekaliyetler birlikte yaşamıştır.Son Ermeni vatandaşımız benim köyümden 1975 Yılında ayrılmıştır.Askariden 1000 Yıl boyunca bu topraklarda insanlar harmanlanmış ve kültür alışverişinde bulunmuştur.Bunda yadsınacak bir şey yok.Osmanlı'nın da güçlü idari yapısını unutmamalı.İmparatorluk zayıf düşünce fitne harekete geçmiş ve bildiğimiz tehcir olayı gerçekleşmiştir.Bugün izlenen yolun bundan zaman boyutu dışında hiçbir farkı yorktur.Burada da problem-soğan-ekmek değildir.Zaman geçtikçe bunun böyle olduğunu daha derin hissediyoruz ve edeceğiz.Herşeye rağmen Bu toprakların sağduyusuna ben güvenmeye devam edeceğiz,yara aldık mı?Elbette kanayan yanlarınmız var...Kutladım efendim.Selam,saygı...
’’ Damda birlikte yatmışız, öküzü hoşça tutmuşuz,incittik mi kanadını serçenin, hor baktık mı karacanın yavrusuna, ya nasıl kıyarız insana, nasıl kıyarız cana? ’’
Grupla vedalaşıp, evimin yoluna düştüğümde, buruk bir hüzün çöktü içime, aklımda bir tek soru vardı;
YA BU BÖLÜCÜ TERÖR NEYİN NESİ ?Başka bir el aramalıydı arkasında bu perdenin!!!
çokça hassas tı yazı okudukça çekti derinlere...
bölücü terör dediğimiz nedir bir kaç çapulcu takımı arkasında avrupa var...gücü ve kaynagı belli ve bizim saf insanlarımız nasıl bir beyin yıkamaysa bu anlayamadım nasılda kanar düşman olurlar kardeşlerine ahbaplarına kanayan yaramızdır bizim terör en kısa zamanda kapanması tek temenimiz elbette duyarlı kaleminizi kutlarım hocam çok begendim yazınızı
saygımla
øyle guzel anlatmissiniz ki hocam geziyi, bir an kendimi ordaymisim gibi hissettim zakkum agaclarinin kokusu bile geldi sanki burnuma.. orda olmak vardi dedirttiniz bana sabah sabah..
akliniza takilan soruya gelince;
bølucu terør demissiniz.. adi ustunde iste. asla "birlestirici" olmayan ve aslinda "kendini avutmaktan" baska bi eylem yapmayan yapamayan ve de yapamayacak, yaptirilmayacak olan bir "KARA BULUT" sadece.. yagarsada kendi bølgesine yagiyo ama bununda farkinda degil bu zavallilar..
saygilarimi ve sevgilerimi yolladim sahsiniza..
ATAMI HEM ANMA, AMA DAHA COK "ANLAMA" GUNU OLAN BU GUNDE, "ANLAMLI" BIR SORU ILE NOKTALADIGINIZ BU ANI-YAZINIZ ICIN YUREKTEN TESEKKURLER..!