DAYKO AMCA
Bir arkadaşımla, aracını değiştirmek üzere gittiğimiz bir araba galerisinde, satıcı, araçla ilgili bilgi verirken, aracın özelliklerini sıralıyordu: ABS, AFU, EBV …
Arkadaşım ise aradığı özelliğin ECT olduğunda ısrar ediyordu. Tartışmalar sürerken dalmışım , Dayko Amca’yı hatırladım.
Mahallemizde tek otomobilin sahibi Dayko Amca idi. Karşımızda ki gecekonduda otururdu. Evli idi. İki çocuğu vardı.
27 Mayıs ihtilali olalı birkaç yıl olmuştu. Öğretmenlerimizi sokakta gördüğümüz zaman,
durup başımızla selamlar, o gecene kadar hareketsiz kalırdık. Cebeci’den Kızılay’a troleybüsler çalışırdı. Evimizde su yoktu, mahalle çeşmesinden su alırdık. Fenerbahçe iki yıl üst üste şampiyon olmuştu. Kışın, merdivenleri kızak yapar kayardık.
Kızılay’ a hiç gitmemiştim. Çünkü Kızılay’a gitmek için ütülü pantolon, gravat ve beyaz gömlek gerekiyordu. İç donlarımızı Sümerbank patiskasından Annelerimiz dikerdi.
Yiyeceklerimizi tel dolapda saklardık. Babam radyoda ki akşam 7 ajansını hiç kaçırmaz ve ajans bitene kadar kimse konuşamazdı. Pazartesi akşamları 21.15 de “Arkası Yarın” ile
Çarşamba akşamları “Liselerarası bilgi ve kültür” yarışmasını dinlerdik.Haftasonları ise
“Halit Kıvanç” maç naklen yayını yapardı.
Dayko Amca’nın, sabahları otomobili çalıştırması ise gerçekten zordu , önce aracın kaputu açar, aracın yağ çubuğunu çeker , yağını kontrol ederdi. Mutlaka iki kez cubuğu daldırır, emin olduktan sonra motorun suyuna bakardı. O yıllarda antifiriz olmadığı için, her akşam arabanın soğutma suyunu radyatörden boşaltırdı. Boşalttığı sıcak su ile de her akşam ellerini sabunlardı.
Sabahları, sobanın üstünde ki güğümde ısıttığı ılık su ile suyunu tamamlardı. Yağ ve su tamamsa, sıra arabayı çalıştırmaya gelirdi. Akü olmadığı için aracın önüne takılan bir demir çubuğu elle çevirerek araç çalıştırılırdı. Dayko Amca ceketini çıkarır, demir çubuğu yerine yerleştirir, önce yavaşça, daha sonra hızlanarak ve kolu ile daireler çizerek çubuğu döndürürdü. Ama ilk seferde hiçbir zaman çalıştıramazdı. Denemeleri sonunda araba sarsılarak çalışmaya başladığında, demir çubuk kontrolsüz bir şekilde bir yerlere fırlardı.
Onun içinde, bizleri hiç yanında istemezdi.
Sıra lastikleri gelince, sayısız yamadan dolayı hava kaçıran lastiklere her sabah hava basmak gerekirdi. Ayak pompası ile yapılırdı bu iş. Otomobil bir yandan ısınırken, bir yandan da camları siler ve kendi oturduğu koltuğun minderini dışarı çıkarır , birkaç kez silkeledikten sonra yerine yerleştirirdi.
Tüm bu işler bitince büyük bir keyifle , koltuğuna yerleşir, direksiyonun altında ki vites kolundan, aracı birinci vitese takar, araç hafifçe sarsılır, hareketlenir ve yavaşça mahallenin köşesine kadar gider, köşede klaksona basarak gözden kaybolurdu.
Mahallemizin tek gürültüsü İşde bu Dayko Amca’nın modelini hatırlamadığım Ford marka otomobili idi.
Bizde ,iplik makaralarından yaptığımız tel arabaları Dayko Amca’nın Ford’una benzetmeye çalışırdık. Önce tek makaralı idi. Daha sonra mahallemizin üniversitede okuyan tek büyüğü , Nafi Ağabey’in projeleri ile iki ve daha sonra dört makaralı hale geldi. Direksiyonu önceleri, telin ucunu sadece bükerek yapmışken, geliştirerek Dayko Amca’nın direksiyonuna benzettik. Daha da ileri giderek telin etrafını bezle sararak daha çok benzettik. Vitesi bile direksiyonun altında idi.
Dayko Amca’nın otomobiline senede bir kez binebilirdim.Her yaz köyümüze giderken, Etlik garajına, Dayko Amca götürürdü. Günlerce önceden haber verilir, gitme vakti yaklaştığında , ayrıca her gün akşam hatırlatılırdı.Evde günlerce önceden hazırlıklar yapılır, boş çuvallar, sepetler hazır edilirdi. Tahta bavullar tıka basa hediyelerle doldurulur, kalın iplerle defalarca sarılırdı.
Dayko Amca’nın bagajı, tamirci dükkanı gibi olduğundan , eşyalar aracın üstüne yerleştirilirdi.Senede bir kez elime geçen bu fırsatı , en iyi şekilde değerlendirebilmek için gözümü dört açardım. Her ayrıntıya dikkat etmeye çalışırdım. Port bagajda ki eşyalarla kule gibi yükselen otomobil evin önünden zorla kalkardı. Arkamızdan bütün mahalle bizi yolcu eder, yaşlı teyzeler bildikleri bütün duaları mırıldanırlardı. Araç hareket edince arkamızdan sular serpilirdi. Hamamönü’ndeki Doğumevi geçildikten sonra Samanpazarı yokuşu gözükür, Dayko Amca’nın suratı değişirdi. Yokuşun ortasına kadar rahat gelirdik.Ancak vites küçültmek gerektiğinde , birtürlü ikici vitese geçmez, araç stop edecek olur , birinci vitesi dener, yine olmazdı. Yolun kenarında dururduk. Tekrar kalkmayı dener, balata kokuları arasında ,araç yokuşun başına geldiğinde muzaffer komutan edası ile arkasına yaslanır, rahatlardı. Samanpazarı’ndan aşağı boşa atar, Mevki Hastahanesi’ne kadar o hızla gelir, Etlik garajına ulaştırırdı.
Babamın, Dayko Amca’ya hiç para ödediğini bilmem. Ama, köyden dönüşte ceviz, bir büyük kavanoz pekmez, pestil, kayısı kurusu, kuru üzüm, kabak çekirdeği ve bir büyükçe çuval patates ve soğanın olduğu hediyeler hemen o akşam verilmeli idi.
Satıcının “Siz de çay alır mısınız? “ demesi ile irkildim. İnsanlığın yontma taş devrinden ,cilalı taş devrine geçmesi için binlerce yıl gerekmişti. Oysa elli yıl bile geçmeden olan bu değişiklikler hayret verici idi. Değişikliklerin sadece izleyicisi olmamız ise gurur kırıcı.
ÖMER GÜNAY
YORUMLAR
"Satıcının “Siz de çay alır mısınız? “ demesi ile irkildim. İnsanlığın yontma taş devrinden ,cilalı taş devrine geçmesi için binlerce yıl gerekmişti. Oysa elli yıl bile geçmeden olan bu değişiklikler hayret verici idi. Değişikliklerin sadece izleyicisi olmamız ise gurur kırıcı."
Tebrikler, güzel bir yazı güzel bir final...