- 582 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DAHA VAKİT ÇOK ERKEN
DAHA VAKİT ÇOK ERKEN
Bu gün günlerden 26/10/ 2002 sıkıntı veren bir uykunun ardından sabah saat 08.30 da uyandım. İstisnalar kaideleri bozmazsa tabi.Vücudumun dirençli,enerjik kalarak zindeliğini koruyacağıma inandığımdan, benim için vazgeçilmez tutkularımdan olan, sabah ve akşam mutlaka ve mutlak yaptığım bir iş olan duşa girdim.
Cumartesi sabahının vermiş olduğu rahatlıkla, duştan çıkıp üzerime eşofmanlarımı giyerek mutfağa yöneldim. Yemek masası üzerinde bulunan zeytinlerden iki tane ağzıma atarak onları yemeye çalışırken bir taraftan da cay suyunu ocağa koydum. Buzdolabındaki kahvaltılıkları da çıkarıp, bir özenle masaya yerleştirdim. Yağda yumurtayı da pişirdikten sonra, önce hanımı sonrada çocukları kaldırarak;
- Hepinizi on dakika içerisinde kahvaltı sofrasında hazır olarak bekliyorum.
Bir taraftan da, çocukların odasından;
- Of ya baba! daha saat kaç ki? sabahın köründe bizleri yataktan kaldırıyorsun? Cumartesi günü bari biraz uyuyalım. Diğer günleri okul için erken kalkıyoruz zaten.
- Haydi kalkın söylenmeyin bakayım. Kaldı beş dakikanız. Bakın layt erkek babanız bu gün size kahvaltılık hazırladı.
Siz düşünmeden önce ben söyleyeyim. Benim bu yaptıklarıma belki kızanlar olacak. Bu satırları okuduktan sonrada ne adam be, tam bir layt erkek diyeceksiniz.vallahi bir şey söyleyeyim mi? Kimin ne düşündüğü önemli değil. Ben bunu severek yapıyorum içimden geldiği gibi. ister buna layt deyin isterseniz başka bir şey. Güle oynaya, hoş sohbet içerisinde kahvaltıyı yaptıktan sonra sıra günlük gazeteleri karıştırmaya geldi. Eşim de bir taraftan çamaşırları, çamaşır makinesine atarak, mutfağa geçip bulaşıkları yıkamaya koyuldu.
Bir ara duvardaki asılı olan saate baktım. Saat 11.00‘i gösteriyordu. Eşim mutfaktaki işlerini bitirmişti.Yanımıza gelerek gazeteleri karıştırmaya başladı. Eşim oda içindeki gazete sayfalarının cağış, cuğuş sesten başka duyulmayan sessizliği bozdu.
- Dün akşam annen aradı. Çocukları sordu onları özlediğini söyledi ve telefonda ağladı.Birde çamaşır deterjanları bitmiş. Babamda sana o makine’yi kim aldıysa, onlara söyle çamaşır deterjanını da onlar alsın demiş.
Bende;
- Ne yapalım hanım, o öyle düşündüyse bizde gereğini yaparız. Kaç paralık matah bir şey ki bu. Üç kilogramlık bir deterjan onlara altı ay gider. İki kişiler öyle değil mi.
Biraz sessizlikten sonra eşim;
- Kara bağlar pazarına gidelim mi?
- Gidelim, oradan da Mümtazlara uğrayıp hem geçmiş olsun deyip, hem de halamlara bir hoş geldin diyerek, biraz otururuz dedim.
Saat 11.30 gibi evden çıktık, önce Mümtazlara daha sonrada pazara uğrayarak alışverişimizi yapıp eve döndük. Kızım selin ağabeyi ile birlikte dershaneye gittiler. Evde bir Kör oğlu ayvaz kalmıştık. Saat 14.00 sıraları idi. Hanım bir ara;
- Hadi sende git de Cemreden mi alırsın, yoksa Tansaş’ta mı? Annenin deterjanı alıver. Akşamüstü de bizi Şirin yerden trene bindirirsin, sen oradan işe geçersin.
- Tamam olur bence de uygun.
Vestiyerde asılı duran kabanımı giyerek merdivenlerden aşağıya indim. Apartmanın çıkış kapısından dışarıya çıktım. Sağ tarafa dönerek Eve beş yüz metre ileride eski İzmir caddesine doğru yürümeye başladım. Caddeye vardığımda sağa dönerek, on, on beş metre yürüdüm. Bu vesileyle o mesafedeki esnaflarla selamlaşmış olduk. Yolu kontrol ederek yolun karşı tarafına geçtim. İşte şu anda yan yana duran iki marketin önündeydim. Sağımda Tansaş, solumda Cemre vardı. Her ikisine girip fiyat kontrolü yaptıktan sonra, hangisinde fiyatlar uygunsa o marketten alışverişimi yapacaktım. Önce hangisine gireyim diye karar vermeye çalışırken, marketlerin ön tarafındaki çöp konteynırları yanında bir şahıs gördüm. 1.60 boyunda, zayıf, esmer tenli, beyazlamış uzun sakallı ve kısa saçlı, üzerindeki giysiler kirli vaziyette idi. Sırtından ceketini çıkardı. Bir güzel katlayarak çöp konteynırlarının yan tarafına yere bıraktı. Ben bu şahsı ilk etapta çöplerden kağıt veya plastik toplayan şahıslardan zannettim. Önce Cemre markete, ardından Tansaş’a girdim. Deterjanlarda promosyonlu satışlar olduğundan daha avantajlı geldi. Alışverişimi yaptıktan sonra dışarıya çıktığımda çöp konteynırlarının yanındaki kişiye gözüm ilişti. Halen çöpleri karıştırıyordu. Çöplerin içinden çıkan yiyecekleri hiç çekinmeden ve hiç kimseyi umursamadan, milletin şaşkın bakışları arasında oracıkta yiyerek karnını doyurmakla meşguldü.
Şöyle bir düşündüm. Buda insan dedim, buda yaşıyor, oda bu ülkenin vatandaşı, hem de seçime az bir zaman kala, yanından bağıra bağıra propaganda yapan, seçim araçlarını fark etmeden veya fark edercesine, kendisinden ve vatandaşlardan oyunu isteyen çıkar çevrelerine ve ayrıca onun bu halini seyredenleri de aldırmadan, o kurmuş olduğu kendi dünyasındaydı. Moralim bozuldu kendi kendime kahrettim. Geri dönerek Tansaş’a tekrar girdim. İçeriden bir ekmek bir paket de helva aldım. Dışarıya çıkarak adamın yanına gittim;
- Bak hemşerim dedim. Sana helva ekmek aldım. Bırak çöp karıştırmayı da bunları ye.
Vatandaş çöp karıştırmayı bırakarak eğilip yerden ceketini aldı yavaş yavaş sırtına giydi.
- Al bunları dedim.
Bir taraftan da kafamın içinden neler geçmiyor ki. Memleketin haline oturup ağlamak mı lazım.
Memleketin gündeminde neler yok ki ?
Memleketin gündeminde seçim var.
Memleketin gündeminde ekonomik sıkıntı var.
Memleketin gündeminde işsizlik var.
Memleketin gündeminde terör var.
Neler yok ki memleketin gündeminde; hortum’lanmış bankalar, kapısına kilit vurulmuş fabrikalar, açlık sınırı altında inleyen insanlar. En önemlisi de ABD ve AB kriterleri ile bizi fakirleştiren İ.M.F var.
Memlekette saymakla tükenmez sorunlar vb konular var.
- Al bunları. Bunlarla karnını doyur dedim.
Yavaş, yavaş mırıldanarak, yüzüme bile bakmadan, bana ne dedi biliyor musunuz?
- Daha vakit çok erken.
- Erken olan ne dedim.
- Daha vakit çok erken dedi.
Helva ve ekmeği almadan ağır adımlarla, yavaş yavaş yürümeye başladı. Elim sanki havada asılı kalmıştı. Oracıkta donup kalmıştım.
“Daha vakit çok erken.” Neydi erken olan. Bir taraftan bunu düşünüyor, bir taraftan da onun gidişini seyrediyordum. Ta ki gözden kaybolana kadar. İçim burkuldu. Hüzünlendim. Yaşamak buysa oda yaşıyor, bende yaşıyorum. Birileri daha var yaşayan, biraz önce bangır bangır hoparlörlerin sesi sonuna kadar açılmış olarak geçen, seçim otobüsleri içerisinde ki gözleri kör, etrafı görmeyen insanlardı.
Beni kandıracaklardı. Onu kandıracaklardı. Ama unuttukları bir şeyler vardı. Bakalım bizler kanacak mıydık. Karmaşık düşünceler arasında eve geldim. Olan bitenleri eşime de anlattım. o gün ben koptum. Ben bende değildim. İlerleyen günlerde o kişiyle tekrar karşılaştım. Her karşılaştığımda yüzüme bakmıyordu gözleri hep aşağılarda yere bakıyordu. Hep o cümle aklıma geliyordu.
“daha vakit çok erken.”