- 480 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
IŞILDAK MANGASI (8)
YEDİNCİ SAHNE
(Devam)
(Dekor: Aynı… Güneş doğmuştur. Ozan kulenin dibindeki kütüğe oturmuş, dipçiği yerde olan tüfeğinin namlusunu iki eliyle tutmuş, alnını ellerine dayamış vaziyette uyuklamaktadır.)
(GALİP: (Dışarıdan sesi duyulur.) Yürrüüü!.. Taş arabaları siziii!
OZAN: (Sıçrar, tüfeği doğrultur.) Dur, kimdir o?
GALİP: (Dışarıdan) Biziz biz, parola istiklâl… (Önünde elleri bağlı, elbiseleri ıslak iki düşman askeriyle girer, tüfeğin namlusuyla askerleri itelemektedir.) Sizi gidi kefereler sizi!... Hanginiz vurdu lan Çakır oğlanı? (Arkadan Bican ve Mehmet girerler. Ellerinde ışıldak ve sırtlarında ikişer tüfek vardır.)
OZAN: Kim bunlar şişko Galip?
GALP: Anlayamadın mı hay akılsız Ozan? Türk milletini yok etmeye gelen keferelerden ikisi işte… Geçin lan şuraya!.. (İteleyerek kule dibindeki kütüğe oturtur.)
OZAN: Bunları sen mi yakaladın Galip?
GALİP: (Yorgun argın bir kaya dibine çöken Bican’la Mehmet’e bakarak) Aslanım Bican baba, tecrübeni konuşturdun yine!.. Nasıl yakaladın bu kefereleri, anlat bakalım.
BİCAN: Alaca karanlıkta baktım bi çalı kümesi titrer durur. İçimden “Ya çakal vardır altında ya porsuk…” diye geçirdim. Yine de her ihtimale karşı “Kim var orda? Parolayı söyle!” diye bağırdım. O saniyede kefereler elleri havada çalının dibinden çıktılar. No mo gibi bir şeyler söyleyerek o vaziyette yere yattılar.
GALİP: O anda basaydın mermiyi.
BİCAN: Aman diyene kılıç mı kalkarmış hay Galip? Adamlar sudan çıkmış fare gibi titrer durur. Elleri başlarının arkasında yerde kurbanlık koyun gibi yatıp inler…
OZAN: Şimdi bunları ne yapıcaz Bican baba?
BİCAN: Orasını komutan bilir.
GALİP: Kafalarına ikişer kurşun sıkıp atalım bir çukura. (Esirlere yaklaşır. Kızgın) Söyleyin lan, Çakır’ı hanginiz vurdunuz?
MEHMET: Sahi Çakır nerde? Durumu nasıl?
OZAN: Revir çadırına götürdüler. Doktor Hakkı’nın demesine göre durumu pek ağır değilmiş. Kan verilirse kurtarılırmış.
BİCAN: Zavallı Çakır, daha ilk geceden yaralandı!
MEHMET: Belki de bu sayede kurtulur Bican baba. Bizim akşama sağ çıkacağımız belli mi?
BİCAN: Haklısın Mehmet, her işte bir hayır vardır.
GALİP: Askerleri yakalarından tutup sarsarak) Oğlum, söyleyin, Çakır’ı kim vurdu?
ASKERLER: No,no ,no!..
GALİP: Beni delirtmeyin ulan!.. Siz no no’dan başka şey bilmez misiniz? Ne demek no no?
BİCAN: Hiç uğraşma Galip, ne sen onları anlayabilirsin, ne de onlar seni…
GALİP: Hazmedemiyom Bican baba… Çakır’ın o durumunu hatırladıkça çıldırıyom, acısını birilerinden çıkarmam gerek.
MEHMET: Çakır’ı bu korkaklar vurmuş olamaz Galip. Tüfeklerini muayene ettik, tek kurşun bile atmamışlar. Tüfekleri ve mermileri sırsıklam; patlaması mümkün değil.
GALİP: Sana da kızıyom şehit oğlu!.. Bu kefereler senin babanı şehit ettiler, sen eline fırsat geçmişken yan gelip yatıyosun. Ağızlarını burunlarını dağıtsana şunların! Beyinlerine birer kurşun sıksana!
MEHMET: Onları gördükçe tüylerim diken diken olur Galip kardeş. Hep senin dediklerini düşünürüm ve kendimden korkarım.Elleri bağlı birine vurmam mümkün değil. Kafalarına kurşun sıkarsam katil olurum, cani olurum.
GALİP: Kim bilecek ki!.. Bir çukura gömeriz cesetleri… Veya atarız Boğaz’a. Balıklar bayram etsin…
MEHMET: Peki beynimdekileri nereye atıcaz? Kalbimi nereye gömücez? Allah yok mu yukarıda? Allah görmez mi olup biteni.
GALİP: Allah her şeyi gördüğü için bu kefereleri bize teslim etti ya!.. Teslim etti ki biz cezalarını verelim.
BİCAN: Sus Galip, günaha giriyosun!.. Peygamber efendimiz esirleri öldürdü mü? Biz niçin öldürelim?
OZAN: Malazgirt kahramanı Alpaslan, İstanbul fatihi Sultan Mehmet Han esirlere eziyet mi etti? Onları katletti mi? Aklını başına topla Galip!.. O kadar istiyosan sen birer kurşun sık bakalım sıkabilcen mi?
GALİP: Sıkarım ulan, hem de ikişer üçer sıkarım!.. (Tüfeği esirlere doğrultup nişan alır.)
ESİRLER: (Yerlere yatıp ağlamaklı sesle) No, no, noo!
GALİP: (Vazgeçer. Öfkeli) Allah kahretsin, olmuyo… Ben de vuramıycam…
HAKKI: (Sahneye girerken) Müjde beyler müjde; Gazi Çakır’a kan verdik, Çanakkale’ye hastaneye sevk edildi. Bir ay içinde hiçbir şeyi kalmaz.
OZAN: (Ellerine sarılır.) Hay senden Allah razı olsun be doktor!..
GALİP: (Ellerini göğe açarak) Allah’ım, sana şükürler olsun yarabbim!
HAKKI: Esirleri fark eder. Şaşkın) Vay vay vaay!.. Demek iki balık yakaladınız!.. Kimmiş bunlar, neyin nesiymiş?
GALİP: Ne bilelim doktor kardeş! Adamlar no no’dan başka lâf bilmiyo ki!..
HAKKI: Hele bir de ben konuşayım şunlarla…
BİCAN: (Yerinden kalkarak) Onların dilinden anlar mısın?
HAKKI: Üniversitede biraz İngilizce öğrenmiştim. (Yaklaşır) Where are you from?
BİRİNCİ ESİR: I am from Australia.
İKİNCİ ESİR: I am English.
GALİP: Ne dedin doktor? Ne sordun onlara?
HAKKI: Nerelisiniz diye sordum. Kısa boylu olanı Avustralyalıymış. Şu sırık ise İngilizmiş.
GALİP: (İkinci esiri göstererek) Domuzun başı bu demek? Ötekiyse piyon… Sor bakalım şu geri zekâlı piyona; ne arıyomuş buralarda?
MEHMET: Doğru ya , sor. Ta Avustralya’dan buraya ne halt etmeye gelmiş?
HAKKI: (Birinci esire) Why did you come to Çanakkale?
BİRİNCİ ESİR: I didn’t come here with my own decision. I came here with my commender’s orders.
GALİP: Ne diyo ne diyo?
HAKKI: Hükümet karar aldığı için gelmiş.
BİRİNCİ ESİR: Please, untie my hands.
HAKKI: Ellerini çözmemiz için yalvarıyo. Ne yapalım Bican baba?
BİCAN: Çözün gitsin!.. Onlarda ne kaçacak göz, ne de saldıracak güç var.
GALİP: (Esirlerin ellerini çözerken) Bu kıyağımı unutmayın haaa!
BİRİNCİ ESİR: (Yalvaran bir sesle) Can you please give me cigarette!..
HAKKI: Sigara istiyor. Sigarası olan var mı?
GALİP: Hoppala!.. Selâm verdik borçlu çıktık. Ben hayatta sigara vermem bunlara.
MEHMET: (Tabakasını çıkarıp birer tane verir.) İçime sinmiyo pek ama, neyse...
BİRİNCİ ESİR: (Sigarasından birkaç nefes çektikten sonra cebinden bir fotoğraf çıkarıp Hakkı’ya gösterir.) The people in the photo are my wife and daughter. Please, don’t kill me!
GALİP: Aaa, kâğıdın üstünde insan resmi var. Kalemle çizilmiş resme de benzemiyo. Nasıl şey bu Hakkı?
HAKKI: Buna fotoğraf derler. Bir makineyle çekilir. Bu makine insanın görüntüsünü ayna gibi kâğıda yansıtır.
MEHMET: Hayret!.. Tıpkı insan… Sanki insanlar küçülmüş de kâğıdın içine girmiş. Kimmiş bunlar peki?
HAKKI: Eşi ve çocuğuymuş. Onu öldürmeyelim diye yalvarıyor.
MEHMET: Benim babamı Balkanlarda savaşta öldürdüler. Ben de burada ölebilirim. Benim eşim hamile. Doğurmak üzere… Benim babama yazık değil mi? Bana, eşime, doğmamış bebeğime yazık değil mi?
HAKKI: (Esirlere) Mehmet’s father wasmartyred during the war. And his wife is about to give birth to. Who will pay all of them?
BİRİNCİ ESİR: Churchill is guilty. If he hadn’t been so ambitious, there wouldn’t have been a war.
HAKKI: Suçu Çörçil’e atıyor. Bunların kabahati yokmuş. Suçlu olan Çörçil ve İngilizlermiş.
MEHMET: (Çok sinirli… İkinci esiri yakasından tutup ortaya çeker.) Vur ulan bana, vur!.. Hadi, saldır bana!
İKİNCİ ESİR: (Yere diz çöküp yalvarır.) No no, I’am not guilty!
MEHMET: (Belindeki süngüyü çıkarıp zorla ikinci esirin eline tutuşturup pozisyon alır.) Hadi saldır bana, öldür beni, hadi gel!
İKİNCİ ESİR: (Süngüyü atıp yere yüzükoyun yatarak) No, I’m not guilty, I’m not guilty…
BİCAN: (Mehmet’i belinden kavrayıp çadıra doğru uzaklaştırır.) Ne oldu sana şehit oğlu? Bu öfke niçin?
MEHMET: Vursun istiyom Bican baba, saldırsın bana… Saldırsın ki ben de ona vurabileyim.
BİCAN: Babanın intikamını böyle mi alacaksın Mehmet?
MEHMET: Kendi kendime yemin ettim, öcümü alıcam dedim.
BİCAN: Aldın bile hay şehit oğlu!.. Farkında değil misin? Bu gece kaç tane filika, kaç tane gemi battı görmedin mi?
MEHMET: Gördüm gördüm ama ben tek kurşun dahi atmadım.
BİCAN: Senin yaktığın o ışıldak olmasaydı vurulur muydu o gemiler hay şehit oğlu? Evelallah bu gece eksik manga vazifesini hakkıyla yapmış, yiğitçe savaşmış ve bi ferdi de gazi olmuştur. (İkinci esiri yerden kaldırıp birinci esirin yanına götürürken) Bunlar da emir kulu şehit oğlu!.. Kim çoluk çocuğundan ayrılıp da başka bi ülkeye gidip savaşmak ister? Yılanın başı hep siyasetçiler…
HAKKI: Haklısın Bican baba… Çörçil gibi mahlûklar haritalara bakıyorlar. Nehirlerin, dağların, ülkelerin çizgilerden ibaret olduğu haritalara bakıyorlar; şurayı alalım, burayı sömürelim, gücümüze güç katalım diye kararlar alıyorlar. O haritalarda insan yok, hamile kadınlar yok… O haritalarda şehitlerin akan kanları gözükmüyor. Yetim kalan çocukların gözyaşlarına yer yok o haritalarda..
İnsanların sevinçleri, korkuları, endişeleri, yok olan umutları belirmez o kâğıt parçalarında… Haritalara bakıp savaş kararı veriyorlar… (Esirleri gösterip) Bu zavallı piyonlar ne yapsın? Hepsi de emir kulu!..
BİCAN: Fakat bu sefer sert taşa tosladı Çörçil. Zannetti ki Osmanlı bitiktir, Osmanlı yılgındır, Osmanlı silâhsızdır…
GALİP: Evelallah bir ölür bin diriliriz!
TÜM ASKERLER: (Bağırarak) Bir ölür bin diriliriz!
(Perde iner)
(Devamı var.)