Bazen...
Bazen, hayata tutunmak istersiniz ve o sizden kaçar, bazen sesinizi duyurmak istersiniz duyanların yanlış anladığını görürsünüz. Sonu gelmiyecek sandığınız o günün acısını deniz kenarında oturmakla gidermeye çalışırsınız. Çevrenizde bir çok arkadaşınız vardır ama size yaklaşmasını bile istemezsiniz.
O an, tek başınıza oturmak ve düşünmek her şeye değer...
Bir yandan sudurcu monizm öte yandan zat ve vücudun reel ayrımı aklıma geliyor . Dalgalarının sakin duruşuna bakıyorum, dilimde döküleceklerin kendilerinin varlığını işaret edeceğini sanıyorlar. Oysa ki varlıklarıyla gözlerime sundukları estetiğin yanı sıra yüzme bilmeyenlere karşı acımazsızlıklarını biliyorum.
Güzel duruşlarının yanı sıra acımasız oldukları gerçeği canımı yakıyor...
Ama onlar da benim gibi bir varlık...
Evet, bir yandan sudurcu monizm öte yandan zat ve vücudun reel ayrımı aklıma yansıyor, temel de monizm gerekçesiyledir ki, esse’yi kabulde ’’ mümkünün ’’ pozitif yönelişine bazen düalizm zat sırası içine koymada, kendine istikamet vermiş gözükür. Bu değer içinde o, tamamen lojik olur ki; sonsuz basit bir varlık’tan, zorunlu ve edebi bir sudura kesret edebilsin ve varlık zatın ancak bir yansıması olsun.
Deniz kenarı bile acımı dağıtmıyor...
Düşüncelerimle köylerde geziniyorum, asma yapraklarının şekil ve rengine takılmıyorum bile, istediğim belki de üzüm asmasına uzanıp bir salkım üzüm koparmak, en alt kısmında yemeye başlamak, içinde bulunan aroma, su, şeker, renk tozu, ambalaj kısmına bile girmiyorum.
Fiziği ve kimyayı sadece para kazanmak için kullanıyorum, kainatta fizik ve kimya dengesini araştırmaya ve her noktanın bir hesap içine ’’hapsedildiği ’’ düşüncesi işime bile yaramıyor. Değişik bir düşünceniz varsa ve tek tik bir toplum içinde yaşıyorsanız sizin içinde geçerli olan en iyi tedavi şekli susmaktır ki, ben bunu yapmak istemiyorum.
Bir hedefi olmadığı halde yerinde sayan bir gemi içinde hep aynı tek tipçiliği dinlemek yerine ruhuma hitap eden edebi bir yazının özlemini yaşıyorum. Çoktandır bakınıyorum çevreme ve okurken gerçek bir yazı okudum diyeceğim az sayıda insanın da, yokluk ve varlık dengesinde gövde gösteri yapmak için hazır durduklarını görüyorum.
Ve üzülüyorum, canım yanıyor...
Ne kadar acı verici oluyor o an, oysa ki sevgi ile gerçek arasına girdiklerinde, varlık ile yokluk arasına giriyorlar. Bu dengenin oluşturduğu düşüncede sıyrılamadıkları gibi öfke ve kinlerinin eseri olmuş halde davranışlarının hükm ediciliğinde tek tipçiliklerini savunuyorlar.
Bazen karıncalar içinde yaşadığımı sanıyorum, kalabalık bir çoğunluk olduklarını hissettirmeye çalışan, hızlı hareket eden, birlik olduklarını sandıkları halde hep aynı yuvaya girip çıkan, başka bir dünyayı merak etmeyen, yuvalarında başkasını konuk etmek bile istemeyen ve kızdıklarında saldıran, toplu bir karınca sürüsünün bana verebileceği bir şey olmadığını düşünüyorum.
Ve deniz kenarında oturmak en iyi çözüm olarak görülüyor. Okuduğum yazıların edebi değere sahip olmamasının yanlızlığını yaşıyorum.
Hayran olduğum, hayat felsefesini hayat felsefesi olarak kabul ettiğim, canım sıkkın olduğunda onu okumakla moral bulduğum, sayın Ahmet ALTAN’ ın bir sözünün doğru olduğunu anlıyorum.
’’ Bazen, bir başka insan için kendinizden vazgeçebilirsiniz. Bazen öfke ile kamaşır içiniz. Kendi bilmezliğinizle yaptığınız bu karmaşık dansta adımlarınızı ayarlamak için size, sizi, hayatı, insanları, duyguları anlatan edebiyattır. ’’
....