- 1897 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Cem Adrian'a Dair
Kısaca bugüne kadarki Cem Adrian’dan bahsedecek olursak: 1980 doğumlusunuz. Henüz çok genç olmanıza rağmen müzikle iç içe bir geçmişiniz var .İlkokuldayken bile sesinizi kasetlere kaydediyormuşsunuz.Edirnelisiniz.Liseden sonra yine Edirne’de yerel bir radyoda 6 yıl boyunca d.j.’lik yaptınız. Ardından İstanbul’a geldiniz ve Fazıl Say tarafından keşfedildiniz…
1.)Keşfedilene kadar onca terslikle karşılaştınız. Bunca tersliğe rağmen bir gün keşfedileceğinize inanmak zor olmuyor muydu?Yani mektubunuzda da dediğiniz gibi: İnanmak.Her yeni güne.Güvenmek getireceklerine.Her ne olursa olsun…
Bu kadar kolay mıydı?
Sadece başaracağıma inanıyordum. Öyle keşfedileyim diye bir düşüncem yoktu. Kötü mü oldu hayır tabii ki. Olayların akışı hızlandı ve değişti. Tamamen tesadüfü bir olaydı çünkü. Kimseye keşfedilmek için gitmemiştim. Ama filmlerdeki gibi oldu her şey. Bu nedenle çok güçlü olmalı ve inanmalı herkes. Bir gün istediği şeyleri yapabileceklerini bilmeliler.
2.)Çıkardığınız 3. albüm “Essentials I /Seçkiler 1” bir türkü albümü. Bu kadar zengin bir sese sahipken yani pop, caz veya etnik birçok tarzda söyleyebilirken sizi bir türkü albümü çıkarmaya iten, bu kadar etkileyen şey ne oldu?
Ben ilk albümden beri türkü yorumluyorum. Konserlerimde de sıkça yer veriyorum. Zaten kendimi tek bir kalıba sokamadım hiç. Jazz söylemem benim türkü söylememi engellememeli. Ya da etnik, aria vb. müzikte sınırlara inanmıyorum bu nedenle müziğim deneysel temalar taşıyor. Türkülere gelince de bu Ulus olarak üstlenmemiz gereken bir durum.
-Kim kaçabilir kendinden?
3.)“Ben Bu Şarkıyı Sana Yazdım” adlı ilk albümünüzün hazırlık tarihine dönersek; ilk albümünüz, ilk kez dinleyici ile tanışıp tepkilerini alacaksız.Bunların hepsi birer risk ve siz albümü stüdyoya girerek değil Edirne’de d.j.’lik yaptığınız dönemde kendi kaydettiğiniz o yalın haliyle insanlara sundunuz. Bir anlamda riskleri daha da artırmadınız mı?
Fazlasıyla büyük bir riskti. Ama kazanmazsanız kaybedersiniz. Başka bir alternatifi yoktur. Hele ki Türkiye gibi bir ülkede sanat ve kültür anlayışı olgunlaşmamış, tam tersine her geçen gün daha da aşağı inen bir yerde yaşıyorsanız çok fazla seçeneğiniz yok. Ya diğerleri gibi düşeceksiniz basit işler yapacaksınız ya da bir şeyleri değiştirmek gerektiğine inanıp lider olacaksınız.
Ben o şarkıları kaydettiğimde hiçbir sanatsal ve ticari kaygı taşımıyordum. Yaşadığım hissettiğim şeylerdi. Ve stüdyoya girilmeye karar verildiğinde Fazıl Say’ın isteği ile şarkıları o ilk günkü hali ile bırakmaya karar verdik. Çünkü ruhunu yitirecekti şarkılarım. Estetik her insanı güzel yapmaz bizce. Bu elektronikten teknolojiden kaçtığımız anlamına da gelmiyor. Teknolojinin müziği düşürdüğü söyleniyor. Ruhsuz bulanlar da var makineleri bilgisayarları. Ona o ruhu katacak olan yine bizleriz bu nedenle müzikal anlamda her türlü riski göze almaya hazırım.
4.)Sizi tanımaya başladığımız dönem sesiniz hakkında en az şarkılarınız kadar konuşuldu.4.5 oktav, 7oktav diyen oldu doğrusunu bize açıklar mısınız?
Oktavlarım güçlü evet ama bu konu bir şehir efsanesi oldu ve gülünç hale geldi tabii. Özellikle müziğimden çok sesimin ön plana çıkarılması beni çok rahatsız etti. 9 oktav diyenler bile çıktı. Doğrusu şudur ki şarkı söylerken 4-5 arası oktav kullanıyorum maximum. Üstüne çıktığım doğru fakat o şarkı olmaktan çıkıyor o zaman. Kimseye gücümü kanıtlamak zorunda değilim ki.. Kabul ediyorum çok ender rastlanan bir durum ama bu konuyu konuşmak bile rahatsız ediyor beni.
5.)Kadın, erkek, çocuk sesi veya tenor, soprano gibi seslerin yanında klarnet, trombon ve hatta sivrisinek sesi bile çıkarabiliyorsunuz. Sizin için “tek kişilik orkestra” demek yerinde olur muydu?
Sivrisinek sesini çıkardığımı nerede duydunuz J
Geçmiş dönemde teknik yetersizlikten dolayı kendi şarkılarıma vokal yapar, zaman zaman çocuk sesi ile söyler, müzik aleti olmadığından da trompet vb sesleri kendim çıkarırdım. Tek kişilik koro tabiri doğru oluyor bu noktada. Zaten “Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti” adlı şarkımda tüm sesler, koro, davul vb. hepsi bana ait. Mütevazi olamayacağım kadar başarılı bulduğum bir şarkı ve albüm zaten. Acapella olarak 300 kanallı kaydedildi ve hiç de kolay değildi. Ama sanıyorum ki değdi.
6.)Soyadınızın hikayesini alabilir miyiz?
Ben Edirne’liyim ve şehrimi en iyi temsil etmenin yolu da ismini almak. Edirne’nin eski adını araştıracak olursanız soyadımın nereden geldiğini bulabilirsiniz.
7.)Şarkı söylerken Cem Adrian sanki şarkıyla bütünleşiyor. Sizi bu kadar etkileyen ne? Ne oluyor da hareketlerinizi bile etkileyecek kadar içten hissediyorsunuz?
Bunun özel bir sebebi ya da manası yok. Sanıyorum yaptığım işe fazla güveniyor ve inanıyorum. O şarkıları yazarkenki ruh halim ne ise söylerken de pek farklı olmuyor. Yani anlatmıyorum yaşıyorum şarkılarımı söylerken.
8.)Eğitim değil yetenek sahibi olmaktan yana olduğunuzu söylemiştiniz bir röportajınızda. Peki Cem Adrian hayata nasıl yaklaşır? Kadercidir diyebilir miyiz?
Kadere inanırım ama yolunuzu uzatmak ya da kısaltmak sizin elinizdedir.
Eğitim konusuna gelince de belki akademisyenler bunu pek hoş karşılamayacaklar ama ben sınırları sevmeyen bir insanım. Bohem bakıyorum biraz müziğe ve sanata. Nota olmadan da şarkı söyleyebiliyor ve yazabiliyorum. Ruhumu notalar oluşturmuyor. Okullarda verilen eğitim çok basma kalıp geliyor bana. Herkes gibi olmayı öğretiyorlar, notalara doğru basmayı. Oysa kalbinize söz geçiremezsiniz ki.. Bu durumu da en güzel “Aşktan korkma” şarkım özetliyor sanırım. Benim işim herkes gibi olmak değil, herkese kendimi göstermek.
9.)İnsanlar değerli bir şeye sahip oldukları zaman onu kaybetmekten korkarlar. Sizin için de sesiniz öyledir. Eşine çok az rastlanan bir sese sahip olduğunuzu herkes söylüyor ve bu sizde hiç onu kaybetme korkusu yaratıyor mu?
O korkuyu hiç taşımadım. Zaten sesim olmasa yapacağım başka şeyler olur. Yazı yazmayı, müzik yapmayı daha çok seviyorum şarkı söylemekten.
Korkularıyla yaşayan bir insan değilim. Şarkılarımdaki kırılganlıktan ötesini taşıyorum. Hayata karşı yeterince güçlüyüm ve bir şeyi kaybetme korkusunun onu kaybetmenin ilk adımı olduğunu çok iyi biliyorum. Bu nedenle olumlu bakmak gerekir hayata ve yaşadığımız onca serzenişe.
“Yalnız da ayağa kalkabilirim”….