- 421 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
IŞILDAK MANGASI (4)
DÖRDÜNCÜ SAHNE
FONDAN SES: Aynı mekân, aynı gün… Akşamüstü… (Perde açılır.)
(DEKOR: Aynı… Ozan bir kütüğe oturmuş saz çalmaktadır. Bican bir leğende çamaşır yıkamaktadır. Çakır bir kayaya sırtını vermiş tüfek bakımı yapmaktadır. Mehmet gözcü kulesinde çevreyi gözlemektedir.)
BİCAN: Eee Mehmet; oradan senin köy görünür mü?
MEHMET: Görünmez Bican baba, görünmez. Ama o güzelim Boğaz öyle güzel görünür ki!.. İnce, uzun, kıvrım kıvrım, masmavi… Gel de bu güzelliği kana bulamak isteyenlere kızma!
GALİP: (Soldan girer; elinde içi dolu heybe vardır. Çadıra girerken) Müjde beyler müjde!.. Siz burada miskin miskin otururken Galip kardeşiniz ne işler çevirdi bir bilseniz!.. (Çadıra girer, az sonra büyük bir tencereyle çıkar.) Doktor Hakkı nerde yahu?
ÇAKIR: Karargâhın revir çadırına gitti. Doktorlara yardım edecekmiş birkaç saat.
GALİP: Desene bizim eksik manga, yarım manga oldu…
BİCAN: Söyle bakalım müjdeli haber neymiş?
ÇAKIR: Ateşkes mi ilân edildi?
GALİP: Daha önemli bir haberim var.
BİCAN: Daha önemli haber ne olabilir ki?
MEHMET: Savaş mı bitti yoksa? Terhis mi olacağız? (Kuleden iner.)
GALİP: Daha önemli dedik ya! Bakın… (Heybeyi tencereye boşaltır. Boşalttığı değişik renkte, boyutta otlardır.)
BİCAN: Ne bunlar be?
GALİP: Ya’ baba Bican, sen de hiçbir şey bilmiyosun. Buna mancar derler mancar.
MEHMET: Müjde dediğin bu mu?
GALİP: Ya ne zannettin? Cephede bundan iyi haber olur mu?
BİCAN: (Kızgınlıkla işine devam ederken) Hadi be sen de!.. Verdiği müjdeye bak!..
GALİP: (Bir tutam alıp gösterir) Şunlara bak Bican baba: Tazecik semizotları, nefis kaldıraklar… Bunları bir pişireyim, parmaklarını yalayacaksın.
MEHMET: İyi etmişsin de toplamışsın Galip; kuru ekmekle bakla yemekten mide fesadı olduyduk.
GALİP: Hele sen pınara kadar git de iki testi su getir.
MEHMET: Ne demek, getiririm tabi… (Çadıra girip testilerle çıkar, sağdan kaybolur.)
ÇAKIR: (Ozan’a yaklaşır.) Ya’u garip Ozan, sevdiceğim için bi türkü uydursana.
OZAN: Ne demek türkü uydurmak?
ÇAKIR: Yani bi türkü söyle ki sadece onu anlatsın.
OZAN: Sevdiğinin adı Elif’ti değil mi?
ÇAKIR: Evet, Elif’ti…
OZAN: Peki onun bakışlarından etkilenir misin?
ÇAKIR: Etkilenmek ne kelime Ozan ağbi? Bakışları bir oktur onun; kalbimi deler de geçer.
OZAN: Peki elleri ak mıdır?
ÇAKIR: Bu da sorulur mu garip Ozan? Aktan daha aktır, apaktır yani.
OZAN: Peki ona hiç yaklaşabildin mi?
ÇAKIR: Nasıl yani?
OZAN: Yani dudak dudağa geldin mi hiç?
ÇAKIR: Bu ne biçim soru garip Ozan? Bizim töremizde bir kızın kocasına götüreceği en büyük çeyizi öpülmemiş dudaklarıdır.
OZAN: Yanlış anladın Çakır. Yani şunu demek isterim. Onunla burun buruna geldin mi? Kısaca ak gerdanının kokusunu alabildin mi?
ÇAKIR: (Utangaç) Bir defa öylesine yakınlaşmıştık.
OZAN: Kokuyu hissettin mi kokuyu?
ÇAKIR: Hissettim garip Ozan.
OZAN: Nasıl kokuyodu peki? İlkbaharda yaylalar gibi kokuyodu değil mi? Yayla çiçekleri gibi… Öyle değil mi?
ÇAKIR: Aynen öyle Ozan ağbi… Yayla çiçeği gibi kokuyodu. Sen bunları nerden biliyon peki?
OZAN: Ben değil Karacaoğlan bilmiş, söylemiş önce.
ÇAKIR: Karacaoğlan da kim?
OZAN: Bizim gibi âşıkların piridir Karacaoğlan. Yüzyıllar önce yaşamıştır, şimdi toraktadır ama sözüyle ve sazıyla gönüllerdedir. Bana iş kalmadı Çakır, ben en iyisi Karacaoğlan’ın Semaîsini okuyayım sana. Sen de ezberler, köyüne gidince Elif’e okursun.
ÇAKIR: Oku be Ozan ağbi, oku!.. Ben de öğrenip iyice ezberliyem.
OZAN: (Saz eşliğinde okur.) İncecikten bir kar yağar / Tozar Elif Elif diye / Deli gönül abdal olmuş / Gezer Elif Elif diye
Elif’in uğru nakışlı / Yavru balaban bakışlı / Yayla çiçeği kokuşlu / Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar / Gamzesi sineme batar / Ak elleri kalem tutar / Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak / Elif’in elinde bardak / Sanki yeşil başlı ördek / Yüzer Elif Elif diye
ÇAKIR: Hay diline sağlık Ozan ağbim. Ne kadar güzel söyledin! Bu türküyü bir kâğıda yaz da ezberliyem.
OZAN: Kaçkıncı değiliz ya Çakır. Yazarız bir gün. Beraber okuruz… Öğretirim sana.
MEHMET: (Elinde dolu testilerle gelir.) Al bakalım aşçı başı, iyice yıkayasın mancarları.
GALİP: Sağ olasın Şehit oğlu.
BİCAN: (Çömeldiği yerden kalkıp gerinir, çevresine bakınır.) Hay mübarek, ne güzel hava!.. Buraları bizim Erzurum’a hiç benzemez. Mart ayı buralarda bahar, bizim orada kar…
OZAN: Bican baba, bu çavuş bize silâh tutmasını, tüfek bakımını öğretti ama daha tek kurşun bile atmadık. Hiç atış talimi yapmadık.
BİCAN: Osmanlının cephanesi çok mudur ki atış talimi yapıcaz?
MEHMET: Mermi atmanın ne zorluğu var ki! Bütün mesele gez, göz, arpacıkta.
OZAN: Gezi de, gözü de, arpacığı da öğrendim ama hiç kurşun atmadım ki!..
MEHMET: Bugüne kadar hiç tüfek kullanmadın mı?
OZAN: Kullanmadım.
(Gülüşmeler.)
MEHMET: (Çadıra girerken) Benim tüfekle birkaç fişek at, heyecanın yatışır. (Tüfekle çıkar.) Gel bakalım yanıma. (Yardım ederek) Dipçiği sağ omzuna sıkıca yapıştır. Hah şöyle!.. Sonra gez, göz, arpacık nişan alıp çekeceksin tetiği. (Çevresine bakınarak) Bak, şu meşenin tepesinde bir kuş var, nişan al.
OZAN: (İrkilerek) Dolu mudur bu tüfek?
MEHMET: Ya ne sandın? Haydi, ateş etsene!..
OZAN: (Tüfeği indirir.) Bir teneke kutuya falan ateş etsem olmaz mı?
GALİP: Ne yapacaksın tenekeyi falan be kardeşim? Hazır hedef var ağacın tepesinde. Vur şu kuşu da yemeğe katıp yeriz.
OZAN: Yazıklar olsun sana be!.. Sana şişko Galip diyoduk ya, artık demiycem. Bundan sonra senin adın obur Galip… (Gülüşmeler) Parmak kadar kuşun etini mi yiyecen?
BİCAN: Bırak gevezeliği Ozan, ateş et de görelim… Nasıl olsa vuramıycan…
OZAN: Ben kuşa ateş etmem Bican baba!..
MEHMET: Ne yani, şimdi sana bir yılan falan mı bulucaz?
OZAN: Yılana da ateş edemem. Ben canlı bir varlığa kıyamam.
BİCAN: Hoppalaaa!... Çattık belâya!.. Peki kefereyle karşı karşıya gelince ne yapıcan? Ateş etmiycen mi?
GALİP: Ne ateş etmesi Bican baba? Tokalaşıp kucaklaşır.
OZAN: (Üzgün ve düşünceli) Orasını bilmem gayrı.
GALİP: (Yerinden kalkıp tüfeği alır.) Ver şunu bana, bak kuş nasıl avlanırmış gör.
OZAN: (Tüfeğe sarılır.) Ne olur ateş etme, ateş etme!.. (Gülüşmeler)
GALİĞ: (Tüfeği kurtarıp kaçar, uzaktan nişan alır.) Git ağacın dibine, şimdi düşürücem kuşu.
OZAN: Galip nişan alırken ayakkabısını çıkarıp ağaca atar gibi sahnenin dışına atarken kuşu bağırarak ürkütmeye çalışır.) Kuş kuş, hişt, kaç… (Tüfek patlar. Ozan sevinçli) Oooh, gördün mü, vuramadın…
GALİP: (Kızgın) Kuşu ürkütüp kaçırırsan vuramam tabi. (Gülüşmeler) Midemiz et yüzü görecekti; senin yüzünden fırsat kaçtı.
ÇAKIR: Midemiz et yüzü göremedi ama ot yüzü görecek. (Gülüşmeler)
(Perde iner.)
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.