MAVİ BONCUK
Daha güneş doğmadan, iki odalı evinden dışarı çıktı, Hamal Hayati. Her zaman aynı saatte evinden çıkar, el arabasıyla şehrin pazar kurulan semtine doğru ilerlerdi. Dört tane tahta ile iki araba tekerinden meydana gelen ve yük taşımak için kullanılan el arabası, Hamal hayatinin ekmek teknesidir. Pazar yerine getirilen tonlarca mal ve eşya hamallarla taşınır. Kimi sırtta, kimi el arabasıyla taşınır yükler. Üstelik azıcık bir meblağa.
Hamal Hayati, hamallardan biridir sadece. Kendisi gibi onlarca hamal vardır şehirde. İşleri yük taşımaktır. Kimi sırtında kimi arabayla taşır yükü. Sırtında yük olan hamal yorgun ve mutludur. Mutludur çünkü sırtı boş hamal işsizdir. O gün eve daha az parayla gidecektir. Geçinmekte daha fazla zorlanacaktır. Zor iştir hamallık. Hani yapılacak son iştir denilse yeridir. Sadece yük çekmez hamal. Mal sahibinin kaprisini, bazı müşterilerin nazını da çeker. Hayatın çilesini, gamını çeker. Yükün yorgunluğu çıkarda sözün yorgunluğu çıkmaz. Cadde ve sokaklardan geçerken kimseyi rahatsız etmemelidir. Yoksa “doğru gitsene be adam, önüne baksana biraz!” gibi sözlerine maruz kalır. Ya da “ kıracaksın, dökeceksin, sakarlık yapma!” gibi mal sahibinin uyarı ve ikazlarının muhatabı olur.
Taşınan yüke mi, işitilen azara mı yanar hamal ? Hamal Hayati on yılı aşkın yapar bu işi. Kendisiyle işe başlayan hamallardan birkaç tanesi kalmıştır yanında. Çok şey paylaşmıştır eski arkadaşlarıyla. Ne yükler taşımıştır gündüz, gece, yaz ve kış. Ne azarlar işitmiş ne uyarılara maruz kalmıştır. Ne nazlar, ne dertler çekmiş, ne acılar kederler görmüştür.
Hamal Hayatinin arabasında mavi boncuk asılıdır. Arabaya nazar deymesin diye. Hani diğerlerinden daha fiyakalıdır onun ki. Bir kere tekeri beş sene ancak kullanılmış özel otomobil tekeridir. Hamal lugatına göre “kabak” değildir. Tahtaları ise az kullanılmış döşeme tahtasıdır. Bu sebepten asar mavi boncuğu Hamal Hayati. Bu yüzden arabasına Mavi Boncuk ismini vermiştir. İşlerin durgunlaştığı vakit üç-beş hamal bir araya gelir arabalarını yan yana dizerler ve üzerine doğru uzanıverirler. Bir hamal için en doyumsuz andır o an. Birde sigara tüttürdün mü değme keyfine. Koyu bir muhabbet başlar aralarında.Askerlik hatıralarından tutun da, haftanın maçlarının yorumuna kadar her şeyi konuşurlar. Kısa süreli bir dinlenme faslıdır. Hem de dertlerini dökerler birbirlerine...
Hamal Hayati askerden geldikten sonra iş arar sağda-solda. “Ne iş yaparsın?” diyenlere “Ne iş olursa” der. Ne kadar uğraştıysa bir iş bulamaz. Sadece bu yüzden uzun süre evlenmez. Ne işi vardır ne de eşi. Tek başına yaşar dünyada bir zaman.
Sonunda hamallık yapmaya karar verir. “Kendi işimi kendim görürüm” der.Hurdacıdan iki eski araba tekeri ile çürük çarık dört tahta temin eder. Sonra pazar kurulan semtleri dolaşır. İşe başladığında gençtir. Vücudu da daha dinç.. Gece gündüz demez yük taşır, her türlü hava ve iklim şartlarına rağmen. Yalnız iken, küçük pilli radyosu arkadaşlık eder ona. Ses olur. Yalnızlığını paylaşır, gamını dağıtır onunla. Hem yük taşır hem dinler radyosunu. Haberleri dinler, radyo tiyatrolarını takip eder. Her Anadolu insanı gibi Türk Halk Müziğini sever. Radyo onun yoldaşıdır. Akşam olunca yorgunluktan sızar, sabaha kadar radyoda onunla birlikte dinlenir.
Bir gün şehrin varoş tabir edilen mahallesinden geçerken, gönlünü kaptırdı bir dilbere. Öyle ya bekardı.Gönlü boştu. Birde işi vardı.Helalinden kazanıyor kimseye muhtaç olmuyordu. Ne yolsuzluğa adı karışmıştı ne usulsüzlüğe. Bilek gücü ile geçimini temin ediyordu. Boğazı doyuyor üç-beş kuruşta tasarruf ediyordu. Bir yuva kurmanın zamanı gelmişti. Hazır gönlünü de düşürmüşken şu varoşlu kıza... Ama nasıl söylemeliydi.İşte onu bilmiyordu. Askerden sonra hep yük taşımıştı. Bu işlerin yolu yordamı olmalıydı. Ortaokul tahsili de vardı ama, tam konuşacağı zaman nutku tutuluyordu. Artık o sokaktan daha sık geçmeye başladı. Daha fazla görünmek hatta daha fazla görebilmek için... Arabasıyla yük taşıyorken sanki gönlü ile dünyayı taşıyordu.
Yine bir gün aynı mahalleden gönül verdiği kızı bir erkekle konuşurken gördü. O mahalleden geçmeye başladığı süreden beri görmediği biriydi. Gönlüne tarif edemediği bir ateş daha düştü. Yoksa sevdiği birisi mi vardı?Yüreğine düşen ateş kor oldu.Ne yapacağını bilemiyordu. Hemen radyosunu açtı. Canı sıkılınca öyle yapardı. Sanatçı yanık sesiyle Hamal Hayati için söylüyordu sanki.
“Mühür gözlüm seni elden
sakınırım, kıskanırım”
Hamal Hayati “benim için söylüyor sanki” diye geçirdi içinden. Kıskanmıştı o genci. Daha sonra ağabeyi olduğunu öğrenince sevindi, ferahladı. Sonraları o türküyü her duyduğunda o anı hatırladı Hamal Hayati
“Mühür gözlüm seni....”
Hamal Hayati kazandıkları ile önce iyi bir ev kiraladı.Sonra lüzumlu eşyalarını tamamladı. Araya hatırı sayılır kişiler koydu ve varoşlu kızla mutlu bir evlilik yaptı. Artık işinin erken bitmesini istiyordu. Ardan geçen süre içinde ikiz çocukları oldu bir kız bir erkek. Kızına kendi anasının ismini oğluna da kayın pederinin ismini koydu. Böylece hanımının da gönlünü aldı. Kızının gözleri kendi anasına benzerdi. Onu “mühür gözlüm” diye severdi. İsim koyma işinde kayın validesi biraz pürüz çıkardı. Her ne kadar “sen gençlerin işine karışma çocuk onların” dedilerse de, kıza kendi ismi verilmemesine içerledi. Halbuki Hamal Hayati adil davranmıştı. Evlenme sırasında da biraz pürüz çıkarmıştı zaten.
Hamal hayati ile karısı çok mutluydu.
***
Zaman ilerliyordu... Hamal Hayati mutlu yuvasının ihtiyacını alın teriyle kazandığı paralarla alış veriş yapıyor evinin ihtiyaçlarını karşılıyordu. Kimseye muhtaç değildiler. Bedeni sağ oldukça çalışacak, çocuklarını büyütecek, okutacak ve kendisi gibi hamal yaptırmayacaktı.Gerçi yaptığı işin yüz kızartıcı bir tarafı yoktu. Zordu, zahmetliydi, sabır isterdi. Ama sağlıkta isterdi. Ya hasta olursa... İşte o zaman ne yapacaktı. Bir sosyal güvencesi yoktu. Hep beden ile çalışacaktı. O yüzden çocukları okumalıydı.
Hamal hayati’nin karısı mahalleye gelin geldikten kısa zaman sonra, mahalleye alıştı. Oradaki insanlarla tanıştı ve kısa sürede kaynaştı. Hatta gün bile düzenlediler. Yakın komşusu Hamal Hayati’nin karısına “hafta sonu Ayfer Hanımlardayız, sen de gel ” dedi. Hamal Hayatinin karısı teklifi kabul etti. Hafta sonu Ayfer Hanımlarda toplandılar. Önce aralarına yeni gelenler varsa onlar tanıştırıldı.Sıra Hamal Hayati’nin hanımına geldi.Oradakilerden birisi sordu:
-Kocan ne iş yapar?
-...
-Kocan ne iş yapar hanımefendi?
-Şey..şey yapar... Yük taşır.
-Hamal yani?
-Öyle ama, sırtında değil... Arabası var.
-Kamyon mu?
-Otomobil lastikli el arabası.
-Olsun. Hamal da insan.
-...?
-İnsan namusuyla çalıştıktan sonra...
-Tabi, tabi, evet.
Ev sahibi Ayfer Hanımın soruları balyoz gibiydi. En çok: “Hamal da insan” sözüne içerlemişti. Hatırından uzun süre o cümle çıkmadı. “ Hamal da insan...”
Hamal Hayati’nin karısı o akşam üzgündü. Kocasını seviyordu. Hamal olmasından gocunmuyordu. Üstelik kocası da onu çok seviyordu. Gelin geldiği günden beri kocasının sevgisi azalmamış,doğan yavrularla birlikte daha da artmıştı. Kocasının kötü bir alışkanlığı yoktu. Sigara dahi içmezdi. Sadece işini yapar, pilli radyosunu dinler, molalarda çay içerdi. Eve gelince bütün vaktini çocuklarıyla ve karısıyla geçirerek yorgunluk atardı. Ama şu çevredekilerin sözleri insanı çileden çıkarıyordu. “Hamalın Karısı” gibi aşağılık ima edecek ses tonuyla söylenen sözlere bir başkasının sözde savunma yaparak “olsun hamal da insandır” demesi yok mu? Ne taraftan bakarsan ters bir durumdu.
Hamal Hayati işten dönmüş,eve gelmişti. İlk olarak banyoya gider günün kirini üstünden atardı. Temiz elbiseler giyer karısının hazırladığı sofraya otururdu.Yemekten sonra iki tane yavrusuyla vakit geçirirdi. Özel durumlar hariç hep böyle yapardı.
O akşam karısını biraz durgun görmüştü. O gün bir şeyler olduğunu sezdi.Ama yemeğin sonuna kadar sabretti. Yine çocuklarıyla oyuna başladı. Karısı sofrayı kaldırdı. Hamal Hayati göz ucuyla karısını takip ediyordu. Karısı kendine has işleri bitirdi ve bir koltuğa oturarak dantel örmeye başladı. Tam bu sırada Hamal Hayati karısına seslendi :
- Neyin var?
-Yok bir şey.
- Günün nasıl geçti?
-İyi.
Hamal Hayati bu kısa konuşmanın ardından karısının bir şeylere canı sıkıldığını sezdi. Ama kendisinden neden saklıyordu? İşte buna bir mana veremedi. Bu zamana kadar her şeyi paylaşmışlardı. Şimdi kendisinden bir şeyler saklıyordu. Bu duruma çok canı sıkıldı.
Hamal Hayati devamlı göz hapsinde tuttuğu karısı için “var bir şeyi” diye geçirdi içinden. Aynı anda karısı da kocası için aynı şeyleri hissediyordu. “Anladı canımın sıkıldığını, şimdi benden sebebini öğrenmeye kalkar” diye düşünüyordu. Hamal Hayati’nin karısının içi içini yiyordu. Hala gündeki konuşmaların tesiri altındaydı.
Hamalın karısı...
Hamal da insan...
Namusuyla kazandıktan sonra...
Hamal Hayati’nin karısının ruhunda fırtınalar kopuyordu. Zonklayan bir baş, incinen bir yürek. Kimsenin göremediği iki damla yaş... Ummana bedel...
“Hamalın karısı...!”
***
Hamal Hayati artık bir şeylerin farkındaydı. Hanımına yaklaştı, müşfik bir sesle sordu
-Bir derdin mi var ?
-Yok bir şey.
-Seni üzen şey neyse söyle. Beraber çare arayalım. Yoksa aile huzurumuz kaçar. Hani biz iyi günde kötü günde birlik ve beraberlik içinde olacaktık.Hani bir birimizden gizli sırrımız olmayacaktı. Hani sırrımız ortak olup bizimle mezara gidecekti. Şimdi neden bazı şeyleri benden saklıyorsun? Ne olduğunu anlatmayacak mısın?
Hamal Hayati’nin karısı artık gözyaşlarına söz geçiremedi. Bir süre ağladı. Sonra kocasına döndü. Olup biteni baştan beri anlattı. Bana: “Demek sen hamal karısısın” dediler, küçümseyerek.
Hamal Hayati sükûnetle dinledi sonuna kadar.Yaptığı işin kötü olmadığını düşündü. Karısının bu duruma üzülmemesi gerektiğini düşündü. Evlenirken de bu işi yapıyordu şimdide. Durumunda değişen bir şey yoktu ve bunu karısı biliyordu. “Kadın işte, hassas oluyorlar” dedi içinden. Evet “Hamalın karısı” ifadesinde biraz alay ve küçümseme vardı. Ama yaptığı iş gizli saklı değildi. “Derlerse desinler” diye düşündü. Üstelik iş aramak için elinden geleni yapmışlardı. Hem karısı hem de herkes hamallık yaptığını biliyordu. Sonradan bu hale gelmemişlerdi. Hem sonradan olsa bile ne fark ederdi. Bilek gücüyle çalışıyor kimsenin hakkını yemiyordu.
Zihninde resmi geçit yapan bu düşünceler devam ederken koltukta uyuya kalmış iki yavrusuna ilişti gözü. Beyninde şimşekler çaktı birden.
Hamalın kızı...!
Hamalın oğlu...!
Hamal Hayati’nin dünyası değişti. Bu durum karısı için söylenen “hamalın karısı” ifadesine benzemiyordu. Karısıyla hamal iken evlenmişti. Ama bu yavrular ebeveynlerini seçme hakkına sahip değillerdi. Hamal Hayati titriyordu. Karısı ise kendisine üzüldüğünü sandı. “ Demek oda çok üzüldü” diye geçirdi içinden. Hamal hayati ne yükler altına girmişti de “sen misin ?” dememişti. Ya bu yükü nasıl kaldıracaktı? Bu ne biçim yüktü? Omuzları çöktü hamal hayatinin. Olduğu yere yığılır gibi oturdu. Yorgun vücudu ve mahzun gönlü ile yavrularına bir daha baktı.
Hamalın kızı...!
Hamalın oğlu..!
Hamal Hayati o an kararını verdi. Bir an evvel kurtulmalıydı bu hamallık işinden. Gece yatağına bu düşüncelerle yattı. Sabaha kadar çare düşündü.
***
Sabah olmuştu. Hamal Hayati’nin karısı her zamanki kalkıp kahvaltıyı hazırladı. Hep kocasından önce kalkardı. Sonra kocasının iş elbiselerini bir torbaya doldurur kahvaltı masasının yanına getirirdi. Yine öğle yaptı. Kocasını uyandırdı. Hamal Hayati önce tıraş oldu. Her zamankilerden farklı olarak en yeni elbisesini giydi. Sofraya oturdu. Karısı hayret ile baktı kocasına.
- Bu gün işe gitmiyor musun?
- Hayır.
- Neden?
- Başka işim var.
Hamal Hayati evden çıktı. Bütün yatırımını düşündü. Aklından defalarca hesap yaptı. Sonunda bir galeriye gidip temiz kullanılmış ikinci el bir kamyonet ile ilgili bilgi aldı. Daha sonra arkadaşlarının çalıştığı semte gitti. Fikrini onlara da açıkladı. Onların da fikirlerini almak istedi. Hepsi de “iyi edersin” dediler. “böyle el ile yük taşımak zor. Zor ama ne çare? İmkanımız olsa biz de senin gibi yapardık” dediler. Hamal Hayati rahatlamıştı. “Öyleyse bu el arabasını satar, elimdekilerle birleştirir, kalanını çalıştıkça öderim” diye düşündü ve bu düşüncesini arkadaşlarına açıkladı.Arkadaşlarının dualarını ve manevi desteğini aldı. Kimisi borçlarına biz kefil oluruz derken kimisi de maddi katkıda bulunacaklarını söyledi. Hamal arkadaşlarının kirli paslı görünümlerinin altında altın gibi yürekleri vardı. Arkadaşlarının davranışlarından Hamal Hayati duygulandı. Onlar kadar samimi davranmadı. Çünkü gözyaşlarını onlardan saklamıştı. Ama arkadaşları durumun farkındaydılar. Bir kusur olarak görmediler. Hamal Hayatinin damlayan yaşları en azından sezilmişti. Ama arkadaşlarının hüznünü Hamal Hayati fark etmedi bile. Kamyonet demek aralarından ayrılan biri demekti. Hamal Hayati artık onlarla olmayacaktı.
Yangın sadece gönüllerde idi. Birde firkatin hüznü...
Mavi Boncuk’un üzerine “Satılık” diye kağıt astı.
Mavi Boncuk yeni sahibini bekliyordu.
Bir gün sonra bir müşteri Mavi Boncuk’u satın aldı. Orta yaşlı bir kişiydi.Mütebbessim bir çehresi vardı.
***
Hamal Hayatinin artık kamyoneti vardı. Güneş, yağmur, rüzgar ve soğuk onu daha az etkiliyordu. Kamyonete aldığı yükleri kendi arkadaşlarına doldurup boşalttırdı. Yani onları bir manada korur gözetirdi.Ne zaman birine ihtiyacı olsa hemen arkadaşlarının yanına giderdi. Böylece onlara karşı vefa borcunu ödüyor hem sohbet edip hem de eski günleri yad ediyorlardı. Bu arkadaşları açısından da iyi oluyor. Uzak mesafelere yük taşımadan yani daha az yorularak daha fazla kazanıyorlardı. Hamal Hayati bu yüzden çok seviliyordu.
Hamal Hayati eski çalıştığı semte her uğramasında Mavi Boncuk’u görünce içi bir tuhaf olurdu. O arabayla olan mazisini hiç unutamıyordu. Kısa zamanda borçlarını ödedi. Şimdi hem çalışma şartları eskiye göre daha iyi hem adı hamal da değildi. Taşımacılık yapıyordu. Zamanla geliri arttı. Eve daha az uğramaya başladı. İşler ona mani oluyordu. Önce ilk aldığı ikinci el kamyoneti satıp, yeni model bir kamyonet daha aldı.Eski semtten kopmamıştı. Hamal Hayatinin işi değil lakabı Hamal Hayati olmuştu. Bu lakaptan da gocunmuyordu. Yeni işinden dolayı maddi olarak geliri artıyor, insanlığında bir değişiklik olmuyordu. Adam gibi adamdı Hamal Hayati.
***
Mavi Boncuk’un yeni sahibi çalışkan bir adamdı. Sanki Hamal Hayati gitmiş yerine o gelmişti. İnsaniyetli idi. Biraz okumuş bir hali vardı. İbadetini aksatmaz, molalar da kitap veya dergi okurdu. Başı dertte olana yardım eder, kimseye kızmaz ve kimseyi kırmazdı. Evliydi. İki erkek çocuk sahibiydi.Biri liseye gidiyordu. Çocukları iyi yetişmiş ve terbiyeli idi. Çocukları başarılı bir öğrenciydi. Arkadaşları lisede okuyana “hamalın oğlu” derdi. Şimdi ise “acemi hamal” diyordu. Hatta “yük taşımak nasıl bir duygu” diyen birine “dünya yükü dünyada kalır. İnsan asıl mukaddes yüke hamal. İşte o yükü taşımak daha zor” demişti. Demişti de adı “filozof hamal”a çıkmıştı. O bu sözlerden alınmadı. “ böyle sözler söyleyen kişilerin sözlerine neden alınılır ki, Olara acımak lazımdır?” derdi. “Bilselerdi söylemezlerdi” diyerek yine de arkadaşlarını savunurdu.
***
Hamal Hayati’nin yeni bir kamyon alma haberi çabuk duyuldu semt pazarında. Önceleri Kendi kullandı kamyonu. Ama ailesinden ayrı kalmak işine gelmedi. Kısa bir süre sonra yeni bir şoför tuttu. Kendisi daha büyük bir büro açtı. Şehir içi nakliyat diye birde tabela astı.Artık Saygın bir işadamıydı. Ama hala mütevazı kimliğini koruyordu. Sık sık semt pazarına uğrar, arkadaşlarıyla hasbıhal ederdi. En çok da Mavi Boncuk’u sattığı kişiyle konuşurdu. Mavi Boncuk’u tutar,biraz hareket ettirir, üstüne yük koyar, yük varsa indirir sanki onunla hemhal olurdu. Bu davranışı eski arkadaşlarının gönlünü fethederdi. Ara sıra onlara yardım eder, onları yazıhanesine davet eder, belli zamanlarda onlarla yemek yer, nereden geldiğini unutmazdı. Çocukları da büyümüştü. İkizlerden kızı kendisine, oğlu da annesine daha çok benzerdi.
Hamal hayati bir gün çalıştığı semte gitti. Mavi Boncuk orada duruyordu. Yanına yaklaştı. Mavi Boncuk’un yanında genç bir delikanlı duruyordu. Genç Hamal hayatiyi görünce onu müşteri sandı. “Buyur beyim taşınacak yükünüz mü var?” dedi. Hamal Hayati şaşkın şaşkın baktı. “Bu arabanın sahibi nerede” diye sordu. Geç “benim” dedi. “Yeni satın aldım” diye ilave etti. Hamal Hayati bir arabaya baktı bir de gence. Yıllar öncesine gitti. O zaman kendisi de o yaşlardaydı. Şimdi nerden nereye gelmişti. Karşısında tığ gibi bir delikanlı duruyordu. Üstelik onun da elinde radyo vardı. Tıpkı kendisi gibi.Genç adam tekrar sordu: “Taşınacak yükünüz mü var efendim?” Hamal Hayati kendine geldi.“Yok” dedi şaşkın şekilde “bu arabayı ben satmıştım senden önceki sahibine”dedi ve ilave etti: “ Onu ziyarete gelmiştim” dedi.
Hamal Hayati bürosuna döndü ve işlerini takibe koyuldu. Günler gelip geçiyordu. Hayat bazen sakin bazen hareketli geçiyordu. Hamal Hayati çocukların büyümelerinden yaşlandığını anlıyordu. Ama yinede kabullenmekte zorlanıyordu. Arabalarının da sayısı artıyordu. Ama onun hayatında fazla bir değişiklik olmuyordu. Özü sağlam bir adamdı.
Bir gün Hamal Hayatinin bürosunda bulunan telefon çalmağa başladı. Sabah sabah ısrarla çalan telefondan tedirgin oldu Hamal Hayati. Bu saatte iş için aranmaz geçirdi içinden. Korkarak telefona yaklaştı. Nedense heyecanlanmıştı. Elleri titriyordu. Ahizeye uzandı ve kulağına götürdü. Arayan Son aldığı kamyonun muaviniydi. Titrek ve telaşlı bir sesle konuşuyordu.. Semt pazarına girerken kaza yaptıklarını söyledi. Yerini tam olarak tarif etti. Tarife lüzum yoktu. Oraları avucunun içi gibi bilirdi.Yerinden bir ok gibi fırladı. Hemen olay yerine hareket etti. Bir kalabalık gördü. Kamyonu uzaktan tanımıştı. Meraklı insanlardan başka polisler de gelmişlerdi. Yeni alınan kamyon Pazar yerine biraz hızlı girince oradan el arabasıyla geçen bir hamala çarpmış, hamal ölmüştü. Hamal Hayati el arabasının Mavi Boncuk olduğunu görünce başından kaynar sular döküldü. Daha iki gün önce gördüğü gencecik delikanlı cansız yerde yatıyordu. Ne bir ses ne bir nefes vardı. Sadece elinde kaza anında bulunan radyodan müzik sesi geliyordu...
“ Mühür gözlüm seni elden
Sakınırım....”