Duyguların Muhabbeti...
“Çıkıp, gitmeliyim buradan” diye düşündü genç adam.
“Hemen şimdi!”
Aceleyle alınmış bir kararı uygulamak için kalktı yerinden. Bugün düşüncelerin son bulduğu bir gün olmalıydı onun için. Gidecek yer aradı bir an kapıdan çıkarken “Hiç fark etmez artık” dedi fısıltıyla. Her gün ivedilikle birer-ikişer atladığı merdivenleri şu saat yavaşça inmesi, geride kalan kadının dikkatinden kaçmadı…
Genç adam zincirini sıkı sıkı tuttuğu hayatı bırakıp bırakmamak arasında bir ikileme düşmüştü. Onun için hayat evliliğinin ilk gününde başlamıştı. Her zaman dile getirdiği sözcüklerini, bu kez söyleme zahmetine girmedi bile. Biliyordu artık, arada bir “Şey”ler vardı. Soğuk, itici göze hoş gelmeyen bir şeyler…
Adını koyamadığı “Şey” lere bir isim bile vermek istemiyordu. Koyabilse o “Şey” lere bir ad, biliyordu ki her iki tarafında biteceği “An” olacaktı.
Onun için dilsizi oynuyordu, sağır olup duymuyordu birçok sözü, sakat olup vurmuyordu düşüncelerini yüzüne bir şamar gibi…
Birlikte başlamışlardı bu yolculuğa yine devam edeceklerdi mola olamazdı böyle bir yolculukta. Dinlenmek olamazdı.
“Ya kaybedersek birbirimizi? Mola yerlerinde?”
Kaybetmek mi?
Bu sorudan sonra koşarak gitmek istedi evine.
“Hayatımın anlamı ” deyip de sarılmak istedi doyasıya ama… Olmazdı.
Ansızın bir gürültü koptu yüreğinde. İnce ince süzüldü omzuna;
“Pufff!”
Vicdanı hiç rahat durmuyordu yerin de. Yine sorularla can sıkıntısını arttırmak için yerleşmişti bile omzuna.
-Sen de hiç susmuyorsun! Diye hayıflandı vicdanı. Çok konuşuyorsun! Hep hatalar vurulmaz ki yüze. Hatırlasana ilk buluşma günlerinizi! O sana “Benimde çok hatalarım olur” demişti, üzgün bir sesle.
“Olsun, üstesinden geliriz bu hataların ben de çok hatalı olabilirim, çoğu kez” demiştin. Şimdi ne oldu?
Hani hatalarıyla sevmek için yeminler vermiştin ona? Hani bağırmak, tartışmak yerine tatlı sohbetlerde bulunup, çözecektiniz bu hataları?
Ne çabuk unuttun onu kırdığın zamanları. Sen gökten zembille inmedin hatırlatırım. O bir hata yaptıysa sen on tane yaptın. Ama o, hiç üzmedi seni…
“Hayır” dedi genç adam.” Ben de anlayışlı davranıyorum ona. Çoğu kez görmezlikten geliyorum.”
-Böyle yaparak mı? Çok konuşarak!
“Ama ben …”
-Ama sen çok sinirlisin değil mi? Her şeyi o an ki kızgınlıkla söylüyorsun. Sonra unutuverip her şeyi neşeli sohbetlerin altına imzanı atmak istiyorsun… Peki, hiç aklına gelmiyor mu sözlerinin zehir niteliğini taşıdığını? Belki bir tokat patlatsan yüzünün ortasına, o kadar acıtmazsın yüreğini…
“O da çok konuşuyor, yapmıyor söylediklerimi”
Huzursuz tavırlarla kıpırdadı yerinde. Deniz hislendi birden. Dalgaların sesi yanında, vicdanı olanca gücüyle bağırıyordu kendini duyurabilmek için omzunda.
-Sende de çok suç var, itiraz etme. Evet, var hataları çok belki senin düşündüğün gibi. Yok, ama sen öyle sanıyorsun aslında. Tüm amacın kendi hataların ört-pas etmek değil mi? Katlanamıyorsun onun mükemmelliğine. Hep kusurlarını arıyorsun. Küçücük olması bile bu hataların seni yerinden zıplatıyor. Sen erkeksin ya! Vermelisin değil mi hemen cevabını? Altta kalmamalısın. Zavallı kadın, böylesine bir sevgiyi hak etmiyor aslında.
“Bu kadar kötü müyüm gerçekten? Bu kadar çekilmez miyim?”
Saatlerin değil bir dakikasını salise farkını bile atlamadan canlandı hayalinde, evden çıkmadan önceki her şey. Hata, incir çekirdeğinde kaybolacak kadar küçük bir şeydi. Doğru söylüyordu vicdanı. Bir çıngıdan, dünyaları tutuşturmuştu. Eh! Buda herkesin başarabileceği bir olay değildi…
Genç kadın da cebelleşiyordu vicdanıyla.
“Benim de çok hatalarım var”
-Hayır dedi vicdanı asla!
“Ama çok konuşmasaydım, olmazdı belki böyle. Çıkıp gitmezdi usulca. Belli ki bu defa çok üzdüm onu. Nasılda indi merdivenleri usulca. Sanki bir şeyler koptu içimden. Acıdı her yanım… Bazen susmayı bilmiyorum ben de. İçinde bir şey yok onun. Her şey, dilin de. Sabır göstersem azıcık, tatlıya bağlanır hâlbuki. Çoğu kez;
Gülümsemek istiyorum ama olmuyor işte. Bir fesatlık düşüyor içime. Çıkış yolu bulamayınca sığınıyorum o fesatlığın dalları arasına.”
-Hayır! dedi vicdanı yine.
Kendini suçlamayı bırak artık. Onun hatalarının yanında seninkiler deve de kulak.
“Olurmu hiç? Yanlış yönlendiriyorsun beni. Biz birbirimizi her şeyimizle sevdik. Hatalar, kusurlar ve doğrularla birlikte. Bizim tek kusurumuz oturup sakin konuşmamaktan kaynaklanıyor. Çabuk kırıyoruz birbirimizi.”
Vicdanlar yüreklerin sesini duyurdu kulaklara. Düşüncelerine sızıp rahatlatmak istedi gönülleri.
Kim nasıl istiyorsa, öyle duydu bu sesleri.
Yürekler karıştı sözcüklere, vicdanlar sustu bir anda.
“Seviyorsunuz siz birbirinizi. Çok büyük yangınlar yok, olmadı hiçbir zaman sizde.
Hanginiz aldattınız birbirinizi?
Hanginiz çekip gitti bir daha dönmemecesine?
Onurla, gururla yarıştınız her zaman. Hiç incinmediniz, incitmediniz bu şekilde birbirinizi.
Siz iki deli âşıksınız!
Kopamazsınız birbirinizden. Bir yüzükle değil birleşikliğiniz. Çıkarıp atsanız da gönül bağınız izin vermez ilk önce.
Gözleriniz solar, sözleriniz biter anında.
Süresi kısa bir aşk değil sizinki.
Yalnızlık sağırdı ama iyi bir dinleyiciydi yine. Vicdanlar konuşurken sustu, yürekler konuşurken yine sustu,
En iyi arkadaş olarak hep yanlarında bulundu yine iki aşığın. Ona ihtiyaçları vardı. İkiye bölünüp ayrı ayrı koştu bu dar zamanların da.
Varlığıyla dile gelen her duyguyu aşıp gitti yine iki deli âşık.
Buluşunca âşıklar yine bir çatı altında, giderken yanından âşıkların bir laf da o etti arkalarından;
“Daha çok bulunmalıyım yanınızda. Bir de sevmezler beni!
Ben olmasam nasıl olur haliniz? Hiç düşündünüz mü?”
Elbirliğiyle çözüldü işte her şey. Yeter ki az konuşup, çok dinleyelim yalnızlığımızı…
Gülnaz Hasköy.