HAYDAR!... HAYDAR!…
Ağustos sıcağı iyice bastırmıştı. Geceleri uyumak mümkün değildi, terin suyun içinde bata çıka sabahladığımız günlerdi. Büyük anam yine yalnız başına damda yatmış ve belli ki bizim kadar terin suyun içine batmamıştı.
Ben evin küçük penceresinin önündeki sedire oturdum ve ot yastığına elimi uzattım ve başımı yarı sersem koydum.
Büyük anam:
-Galhdın mı gözüne gurban olduğum diye seslendi.
Ben de :
-He ana diye ses verdim.
Tekrar yüzümü ot yastığın üzerinde duran ellerime yaslayıp gözlerimi kapadım. Bir süre sonra burnuma topraktan serin serin kokular geldi. Kafamı hafifçe kaldırdım ki, büyük anam bir elinde ibrik bir elinde ot süpürgesi ile damı suluyor. Suyu ot süpürgesinin üzerine tutup süpürgeyle suyu serpeliyor ki toprağın yüzeyine su iyice yayılsın.
Bütün bunları benim için yapıyor ama bende hayır yok, perişanım. Sabaha kadar bir o yana bir bu yana dönmüşüm. Sineklerden, sivrisineklerden uyumak ne mümkün…
Büyük anam:
-Gadasını aldığım, hadi bir su dökün de kendine gel!
-Ana, hiçbir şeyi canım istemiyor … uyuyamıyom ana…
Büyük anam:
-Ah sen de benim gibi damda yatsan, uyun amma istemiyon ki…
-Ana ben damda ne yatamam, yılan gelir, sıçan gelir, ben sinekten, sivrisinekten yıldım zaten.
Büyük anam güldü. Onun şöyle bir Osmanlı alaycılığıyla her şeyi arkaya atan bir hareketi vardı. Bu hareketin beni güldürdüğünü bilirdi.
- Hahhayt, yılan neymiş çıyan neymiş benim yiğit oğluma. Sivrisinek adamı yer, çünkü kanın taze, benimki gibi bayat mı? Bah, sabaha kadar yattım bir tane sinek uğramadı yanıma…
Büyükanamın derisi öyle kararmış ve incelmişti ki bakınca şaşırıyordum. Sanki bütün kemikler ve damarlar ulu orta gözüküyordu. Sivrisinek ısırsa ne yapacak, eminim kemiğe rastlar ve sinek kendini heder ederdi.
-Galh da aşını yi…Hadi hadi…
-Yok ana canım bir şey istemiyor ki…
-Galh hadi, aş yimiyen yiğit olur mu, galh…
-Ana niye çay demlemedin, ben sabah sabah aş yemek istemiyoom ki…
Anam üzülmüştü, kolu kanadı kenara düştü. Aslında çay içecek de halim yoktu ama onun çay sevmediğini bildiğim için ben de çay düşkünlüğü peyda etmiştim. Her zaman türlü türlü aş yapan anam nedense çay içmemi istemezdi. O, soğuk kış günlerinde dağ otlarının yapraklarından bir şeyler yapar içerdi, bense o cıvıl cıvıl kokulu içeceğe yanaşmaz hep çay isterdim. Anamın da parası olmadığından çay alamazdı, azıcık parayı da çaya vermeye kıyamazdı.. Çay, çok para tutuyordu çünkü. Nedense anamı üzmek hoşuma gidiyordu. Ona naz yapmak, söylediklerinin aksine gitmek geliyordu içimden.
Dama çıktım, damda plastik bidonların içine su doldurduğunu gördüm. Kızgın güneşte su iyice ısınır, ateş parçası gibi olurdu. Yaz günü suyu ılıştırmak da bir bela olduğu için bu suda yıkanmak hiç işime gelmezdi. Zavallı büyük anam da yıkansın diye gözümün içine bakar dururdu. Suyu hiç görmemiş gibi oradan uzaklaştım. Anamın arkamdan baktığını biliyordum ama geriye dönüp de hiç bakmadım.
Anamın aşı da suyu da oracıkta kalakaldı. Damın arka tarafında gölgede samanlar vardı. Gözüme kuş tüyü yatak gibi görünüyordu. Onların üzerine attım kendimi. Önceleri samanın serinliği ile bir parça daha sızmışım. Bir ara samanların içinde ateş yanıyor sandım. Gün dönmüş, güneş samanlara vurmuş ve yine terin suyun içinde kalmıştım. Homurdana homurdana eve doğru dönecektim ki anamı karşıki harman yerinde bulgur savururken gördüm. Allah Allah bu sıcakta başında eşarbı, uzun entarisi ile benim yaşlı büyük anam bulgur savuruyordu. Yanına ayaklarımı sürüyerek vardım.
-Be anacağzım, bu sıcakta bulgur savrulur mu? Yel de yok, aklın başında mı dedim.
Önce beni duymamış gibi işine devam etti. Kalburu daldırıyor ve rüzgarın yönünü bulmaya çalışıyordu ama ortada rüzgar falan yoktu.
-Ana, ortada yel yok ki, boşa savutturup durma dedim.
O sırada anam elinde kalbur, göğe doğru başını kaldırıp bağırmaya başladı:
-Haydar! Haydar!
Şaşırdım oracıkta kalakaldım. Etrafa bakıyorum ne gelen var ne giden?
Anamın seslenişi ve benim şaşkınlığım biraz olsun geçince:
-Anaaaa! Haydar kim, niye Haydar diye sesleniyon, dedim.
Anam yüzüme üzüntüyle baktı. Yakın akrabalardan birini bilememişim gibi garip bir soru sormuştum galiba.
Büyük anam:
-Haydar-ı Kerrar oğlum dedi.
-Haydar-ı Kerrar mı, o da kim ana? Bir garip konuşmaya başladın dedim.
Anam yine başını salladı, göğsünü içine çekti.
-Oğlum sen Allah’ın aslanını bilmiyor musun? Zülfikarını alıp eline küffara karşı döne döne harp etmedi mi?
Eh az buçuk bir şeyler duymuştum ama aklım eriyordu ki Hz.Ali buralarda bir yerde olamazdı.
-Tamam anam, gurban olduğum, hepsi iyi hoş da, sen ne diye şimdi “Haydar, Haydar” diye bağırıyorsun, onu anlamadım dedim.
-Yel için oğlum, yel için…
Benim yaşlı anam Hz.Ali’nin yel göndermesi için bağırıyormuş meğer. Dudaklarımı büktüm, döndüm, bir iki adım atmıştım ki, rüzgar, terli saçlarımı ve kulaklarımı yaladı. Allah Allah… Anama döndüm, keyifli keyifli bulgurları savurmaya başlamış bile. Bu bir mucize olmalıydı, ama nasıl bir mucize anlamak mümkün değil.
Artık anamın bu sözüne hep dikkat eder oldum. Anam bunalıp da pencerenin önüne oturduğunda, damda sıcaktan bunaldığında yazmasını çözüp kafasını iki yana sallaya sallaya huşu halinde “Haydar, Haydar” diye sesleniyordu. Her seferinde de bazen az bazen çok bir esinti hissederdik. Haydar, oralarda bir yerlerde büyük anamı bekliyor olmalıydı. Bunun başka açıklaması nasıl olacaktı ki…
Akşam, cılız ışıkta yıldızlara baka baka büyük anamla oturmuş konuşuyorduk, kaç defa anlattığını unuttuğum hikayesini yine anlatıyordu.
-Oğlum, Ağcalı’dan sağmenler bu tarafta dizili… Hepsi de mavzelli… Bünyan’dan bir sağmen alayı gelmiş ki hepsi de atlı, onlar da dizili… Beni evimden aldılar hop atın üstüne bindirdiler. Ali Deden de o zamanlar ne yakışıklı bir bilsen… O da binmiş bir atın üzerine ki… gözler görmedik deliannı… Sarıkaya’yı geçtik, uğrumuza bir çoban geldi. Aslan gibi bir koçu almış getirmiş. Eğer koçu tutup atın üzerine atarsam, koç bana hedaye olacak. Yok kaldıramazsam, çobana bahşişi verilecek. Oğlum, iki elimle koça bir yapıştım.
(Anam burada yine yaşmağını iki yana açtı.) Haydar, Haydar deyip öyle bir yüklendim ki hop diyi atın üzerine koydum. Çoban başladı ağlamaya… Hacı İbram babam bey adamdı. Koçu çobana verdiği gibi bir de bahşişledi. Çoban, sevindi gitti.
Allah Allah… Bu hikayeyi bu kadar çok dinlediğim halde bu “Haydar, Haydar” bölümüne neden dikkat etmemişim. Büyük anam kollarına güç istediği zaman da aynı şekilde bağırmış. Anamın hayatında bu sözün çok önemli yeri vardı. Bunu iyice kavramıştım.
Gece anam damda yatmaya ikna etmeye çalışıyordu, ben de tırsmış bir köşede duruyor, lafı değişmeye uğraşıyordum.
-Anaa, Hz.Ali neden Allah’ın aslanıymış.
-Oğlum, o öyle bir yiğitti ki, ondaki güç kimsede yoktu. Gözünün gördüğü hiçbir şeyden korkmazdı.
-Gerçek mi ana bu?...
-Tabii oğlum…
-Sen gece yatmadan şimdi “Haydar Haydar” diyip yatarsan hemen uyur musun?
-Oğlum, gece yatarken Rabbime sığınırım. Peygamberimiz için, bütün peygamberler için, Hz. Ali Efendimiz için, bütün evliya için, gelmiş geçmiş için dua ederim. Anama babama okurum. Sonra Rabbim bir esinti verir, o esintiyle uyur giderim.
-Tamam da ana ben niye uyuyamıyorum?
-Oğlum, sen su ısıtıyorum yıkanmıyorsun. Abdestsiz yere basmak iyi olmaz. O su senin içini de dışını da temizleyecek. Gece de korkma… Rabbine sığın… Rabbimden büyük koruyucu var mıdır? Dua oku… Korktuğun için değil ha… Büyüklerini hatırla ve onları duasız bırakma… Onlar senin yanıbaşında biterler.
Şaşırmıştım yine… Anam neler anlatıyordu böyle. Meraklanmıştım.
-Öyle oğlum… Ben rüyamda hepsini görürüm. Rüyama gelirler. Peygamberimiz gelir, Hz. Ali Efendimiz gelir, büyüklerimiz gelir, hatta geçen gün annen de baban da geldiler.
İçim cız etmişti. Oracıkta yığılmış kalmıştım. Anamın babamın yüzünü, ellerini, anamın saçlarını, evin içinde salınışını, babamın attan inişini bir bir hatırladım. İçim doldu doldu boşaldı.
Büyük anam zavallı, başımı eline almış, beni teselli ediyordu:
-Üzülme oğlum, üzülme… Bu gece hepsi de rüyana gelecek… Sen dediklerimi unutma dedi.
O gece ben anamın yanında damda yattım. Anamın dediği gibi peygamberimize, bütün enbiyaya, evliyaya, gelmiş geçmişe dua ettim. En son anama, babama ve dedeme sıra gelmişti ki bir uzun yol gördüm. Yolun üstünde insanlardan geçilmiyordu. Ak sakallı dedeler, nineler bana bakıp gülümsediler. Elinde kocaman bir asa olan adam bana el salladı. Ben de onlara salladım. O kadar insanın arasından kuzunun koklaya koklaya koyunu bulduğu gibi anamın kokusunu aldım. Kucağını açmış beni bekliyordu. Cennet kokusu gibi misk-i amber gibiydi, kollarına atıldım. Sonra babam ile dedemin saçlarını okşadıklarını gördüm. Onlara uzandım, elden ele, elden ele sevgiyle gezdirdiler beni kollarında.
O kadar güzel bir rüyaydı ki… Sabah ezanı ile gözümü hafif araladım ki büyükanamın namaza durmuş halini gördüm. İçim öyle huzurluydu ki tekrar uyumuşum.
Sabah kalktığımda büyük anam yoktu evde. Hazırladığı aş hâlâ sıcaktı, sabah çorbasını içtim. Damda duran plastik bidondaki su ısınmıştı. Onu alıp çağın içinde sıcak demeden yıkandım. Üstüme daha da bir ferahlık gelmişti.
Biraz sonra büyük anam kapıda göründü. Koltuğunun altında bir şeyler vardı.
-Ana neredeydin dedim.
-Şöyle bir gezindim dedi.
-Koltuğunun altındaki ney ana dedim.
Aldırışsız:
-Bir şey değil dedi.
Keyfim yerindeydi.
-Ne olur ana, bana bir şey mi aldın, göster, göster diye ısrar ediyorum.
O da gönülsüz, ısrarıma aldırmıyor bile. Artık canına tak ettirmiş olmalıyım ki:
-Tamam otur şuraya dedi.
Oturdum.
Paketi açtı, içinde bembeyaz bir bez, başka bir şey yoktu.
-Bu nedir ana dedim.
-Beyaz bir bez işte… Benim kefenim. Komşuya tembihlediydim kasabadan al diye, o da almış işte…
Benim nutkum yine durdu. İçime koskocaman bir taş oturdu sanki…
-Ana dedim sarıldım. Beni bırakıp gitme…
Anam:
-Gittiğim falan yok, orasını Allah bilir, amma artık benim hazırlıklı olmam lazım dedi.
İçimdeki yangın hiç sönmedi. Hayattaki tek tutar dalım da beni bırakmaya hazırlanıyordu.
-Ana söz veriyorum, sana karşı gelmeyeceğim, aşımı bugünkü gibi yerim, her gün yıkanırım da…
Anamın gözleri nemlendi, o da ötelere doğru baktı kaldı. Bu bakışı hiç unutmadım, unutamam da… Bir kuş gelip beni de götürecek derdi. Bütün kuşların düşmanı oldum. Beni özlediğinde duanı oku, rüyanda beni göreceksin derdi. Rüyamda hep gördüm onu. Ne zaman bunalsam, içim alev alev yansa, ben de onun gibi bağırır oldum: “Haydar, Haydar!”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.