- 1222 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Reyhan Kokulu Periler - V.
V.
Reyhan, dilbilgisi kitabının sayfaları arasında kendisine yazılmış ilk aşk mektubunu bulduğunda henüz ortaokul öğrencisiydi. Ne şahsına yazılan şiirler, ne de lise yıllarında kendisine gönderilen mektupların hiçbirinde, Fermani’nin kendi eliyle verdiği mektuptaki duyguları tatmadı! Bahçe kapısının arkasında yüzüne yayılan ateş ve elindeki mektupla, bu kez büyüleyici perinin kendisi şaşkın ve heyecanlıydı. Mektup zarfını, pembeleşmiş ve ateş basan yüzüne doğru sallıyor, yukarı çıkmak için heyecanının yatışmasını bekliyordu. Merakı, heyacanının yatışmasını fırsat vermeden genç kıza mektubu bahçedeyken okuttu. O güne kadar aldığı hiçbir mektuba benzemeyen satırlar; gönlüne bir endişe duygusu ile birlikte konuk oldu! Babası beklemediği bu gelişmeyi nasıl karşılayacaktı? Elinde mektup, kalbinde heyecan ve yüzüne düşen endişe ifadesi ile merdivenleri çıkarak babasının yanına geldiğinde, Nebi hoca kızının yüzündeki değişikliği anında farketti:
- Kimmiş kızım gelen? diye sordu.
- Fermani hoca geldi baba! dedi endişeli ve titrek bir sesle.
Reyhan’nın mahçup tavrı ve elindeki mektup, Nebi hocanın önsezisinden; sitemden öfkeye uzanan bir yol açtı. Sakin olmaya çalışarak:
- Yukarı niye gelmedi? diye sordu. Elindeki ne?
- Bana bir mektup yazmış!
- Sana mektup mu yazmış, ne yazmış peki?
- Beni sevdiğini yazmış...
- ...
Nebi hoca bir müddet suskun kaldı. Öfkesini belli etmemeye çalıyor, bundan sonra ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Babasının bu halinin ne anlama geldiği çok iyi bilen Reyhan sessizliği bozdu:
- Babacığım senden hiçbir şey saklamayacağını biliyorsun. Bizim bir birimizden başka kimimiz kaldı ki? Senden habersiz hiçbir şey yapamam... Hem mektupta kötü bir şey yazmamış zaten, sadece beni sevdiğini yazmış.
Nebi hocanın, kızının masumluğundan zerre kadar şüphesi yoktu, ancak aşkın insana neler yaptıracağını da biliyordu. Hele genç yaşta... Böyle zamanlarda sert çıkmak yangına körükle gitmek olurdu. Sakin ve sabırlı davranmanın tutulacak en iyi yol olduğunu biliyordu. Fermani’ye karşı olabildiğince sert, kızına karşı da olabildiğince yumuşak davranması gerektiğini düşündü.
- Kızım, dedi. biliyorsun sana o kadar çok güveniyorum ki: Elindeki mektubu okumaya gerek bile görmüyorum, zaten içinde ne yazdığını kendin söyledin. Tamam seni sevdiğini söylemiş söylemesine de niyeti ne? Onu bilmiyoruz. Fermani’yi kendi oğlummuş gibi severdim, bunu sen de biliyorsun. Evimize konuk ettik. Böyle bir davranışta bulunması pek hoş olmadı. Bir daha geldiğinde: ’ Babam seninle konuşmak istiyor!’ diyerek bana getir kendisi ile bir konuşayım! Benim senin mutluğundan başka bir amacım kalmadığını biliyorsun. Yasemin ablanın durumuna düşmeni istemem!
- Baba, Yasemin ablam böyle olacağını bilse o adamla evlenir miydi?
- Bak ne güzel söylüyorsun! Elbette evlenmezdi. Ne yaparsın ki kızım şimdi kan kussa: ’ Kızılcık şerbeti içtim!’ diyor. Çocuğunun hatırına mutsuz bir hayata göğüs geriyor. Kim ne derse desin ben anneni genç yaşta kaybetmemize Yasemin ablanın yaptığı yanlış evliliğin sebep olduğunu düşünüyorum.
- Sen oldukça Yasemin ablamın başına gelen benim başıma gelmez baba. Allah sana uzun ömür versin babacığım. Benim ömrümden, senin ömrüne yıllar eklesin, yeter ki senin canın sağ olsun...
- Böyle konuşmaya devam edersen beni ağlatacaksın meleğim, böyle konuşma. Senin mutlu bir yuvan olduğunu görünceye kadar ömrüm olsun yeter. Fermani bir daha geldiğinde bana getir oldu mu?
- Olur babacığım, ya bir daha gelmezse?
- Eğer bir daha gelmezse mesele yok. Gelir de yanıma gelmek istemezse o zaman: ’ Babamla beraber düşündük, ortak karar verdik: Biz daha bizi rahatsız etmenizi istemiyoruz!’ der misin?
Babasının yüreğine su serpen sözcükler Reyhan’nın dudaklarından tereddütsüz döküldü:
- Elbette söylerim, babacığım! dedi. Sen istedikten sonra...
Kızının, gönlünden kopan sözler babanın gözlerine yaş olarak hücüm etti:
- Babanı bu kadar çok mu seviyorsum meleğim? diye sordu.
Reyhan babasının sorusuna soru ile cevap verdi:
- Ya sen... Sen beni sevmiyor musum babacığım?
Babasının:
- Ne kadar sevildiğini bir bilsen?... diye verdiği cevap; Reyhan’ı derinden sarstı, bir elinde Fermani’nin mektubu, diğer eliyle yüzünü kapatmaya çalışarak, ağlayarak odasına koştu. Babası bilmeyerek, Fermani’nin mektupta kızına yazdığı son iki cümlenin ilkini aynen tekrarlamıştı!
Yatağına oturan Reyhan’ın gözlerinden yağmur gibi inen gözyaşları, Fermani’nin verdiği mektubu tekrar okumasına izin vermiyordu. Gözlerini sıkı sıkı yumarak açıp mektuptaki son iki cümleyi güç belâ okuyabildi: ’ Ne kadar sevildiğini bir bilsen?.. Ah, bir bilebilsen!...’ Bir elinde Fermani’nin mektubu ellerini havaya kaldırdı:
- Allahım! dedi. Beni seven iki kişi karşı karşıya gelmesin! Fermani ile babamı karşı karşıya getirme, Bana acı! diye dua etti.
Gözyaşları, mektubu okumasına fırsat vermiyordu. Yatağına yüzükoyun uzandı. Başını yastığına gömerek uzun süre hıçkırarak ağladı.
Reyhan’ın dürüstlüğü ile Fermani’nin mektubu verdikten sonraki tavrı, Nebi hocanın öfkesinin kendiliğinden yatışmasına sebep oldu. Sanki iki genç kendi aralarında söz birliği yapmışlar gibi bir aylık zamanı aşan sürede Fermani’den hiçbir ses-seda çıkmadı. Nebi hoca günlerce zihninde tasarladığı, Fermani’ye söylemeyi düşündüğü sözleri yavaş yavaş unuttu.
Genç kızın duası kabul görmüş, babası ile Fermani karşı karşıya gelmemişlerdi. O yönden gönlü rahattı ancak Fermani’nin ne halde olduğunu ister istemez çok merak ediyordu. Aslında cevabını öğrenmenin çok kolay olduğunu biliyordu. Kalbindeki bir ses Fermani’nin her pazar günü parkta olduğunu söylüyordu. Bir pazar öğle saatlerinde parka gidecek olsa, hiçbir şey konuşamadan oturdukları bankta Fermani’yi tek başına otuyor olarak göreceğinden emindi. Reyhan, babası üzülmesin diye cesaret edemediği bu düşüncesinde yanılmıyordu.
Fermani her pazar günü öğle saatlerinde gittiği parktan saatlerce sonra evine üzgün olarak döndü. Bin bir hayal ve umutla satın aldığı motosikletine son haftalarda hiç binmez olmuştu. Mektubu Reyhan’a verdiği ilk günlerde gönüne düşen umut yerini günden güne artan bir karamsarlığa bıraktı. Periyi görebilme şansı sadece tesadüflere kalmıştı. Günden güne karamsarlığa gömülürken, okul müdürü bir kez daha dost elini uzattı:
Okulların kapanmasına bir hafta kala bir akşam üzeri Funda çok önemli bir sır saklıyormuş gibi bir tavırla Nebi hocanın evine geldi. Nebi hocanın elini öptükten sonra:
- Nebi amca, babamın selamı var. dedi. Eğer müsaitseniz babamla annnem iki gün sonra akşama size misafirliğe gelecekler. ’ Cumartesi gecesi müsait olur musunuz?’ diye soruyor babam.
Nebi hocanın beklemediği bir misafirlikti.
- Memnuniyetle kızım, dedi. Buyursunlar tabi. Yemeğe kalacaklar mı? Reyhan ona göre bir hazırlık yapsın!
- Yok, dedi Funda. Kabul ederseniz biz yemekten sonra geleceğiz. Babam sizinle sadece görüşmek istiyor.
- Buyursunlar kızım...
- İyi o zaman, ben izninizle gideyim şimdi. diyerek evden ayrılan Funda, merdivenlerle bahçe kapısı arasında durdu, Reyhan’ın gözlerine bakarak:
- Biliyor musun, babamın asıl geliş sebebi Fermani abi ve seninle ilgili? dedi. Babanla konuşacak; eğer baban kabul ederse, seni sonra istemeye gelecekler! Reyhanın hiçbir şey söylemediğini görünce de: Niye bir şey söylemiyorsun, küçük dilini mi yuttun, bir şey söylemeyecek misin? diye sordu.
- Babam bilir! diyerek Fundayı uğurlayan Reyhan gözlerine çöken endişe bulutu ve sararmış yüzü ile babasının yanına döndü.
Nebi hoca düşünceli görünüyordu:
- Ne eksiğimiz varsa bir bak kızım, dedi. Yarın dışarı çıkınca alırsın. Annenin vefatından sonra pek gelmez oldular. Müdür beylerin senelerce sonra bizi ziyarete gelmeleri için önemli bir sebep olmalı!
Yirmi sekiz mayıs günü Reyhan’ın hayatındaki dönüm noktası oldu. Mayıs güneşinin uzun yaz günlerini müjdelediği bir cumartesi gününün, öğle ile ikindi arası en sıcak saatleriydi. Reyhan pastahaneye doğru giderken söz geçiremediği ayakları parka doğru yöneldi. Fermani’nin bıraktığı yerde oturmakta olduğu hissi içine doğmuştu. Ürkek adımlarla parkın giriş kapısının önünden geçerken başını hafifçe çevirerek, Fermani’yle oturdukları yere bir bakış fırlattı. Yanılmamıştı! Fermani, başı önüne eğik, derin düşüncelere dalmış ve tek başına bıraktığı yerde oturuyordu! Sanki bir ay boyunca oradan hiç kalkmamış gibiydi. Eli çenesinde, uzun tahta sıranın üzerinde donup kalmış gibi görünüyordu.
Fermani’nin, mektubunda kendisine yazdıklarının doğruluğuna hiçbir şüphesi kalmayan Reyhan; suçlu insanların telaşlı adımlarıyla en kısa yoldan pastahaneye döndü. Akşam için için aldığı pasta kutusu ile eve vardığında, mümkün olduğunca babasına gözüne görünmek istemedi.
Beklenen misafirler akşam karanlığı çöktükten yarım saat kadar sonra geldiler. Nebi hoca ile müdür koyu bir sohbete daldılar. Okul, öğretmenler ve öğrenci olayları üzerinde uzun süre konuştular, Funda ile Reyhan mutfakla salon arasında mekik dokudular. Kahveler, çay, börek ve pastalardan sonra meyveler ikram edildikten sonra, bütün konuşmaları sessiz bir şekilde dinleyen müdürün eşi mutfağa giderek:
- Reyhan kızım, Fermani hoca hakkında babanla hiç konuştunuz mu? diye sordu.
Reyhan:
- Konuşmadık teyze. dedi
- Hiç mi konuşmadınız kızım? diye üsteledi kadın.
- Hiç konuşmadık!
- Kızım Fermani hocanın niyeti ciddi. Seni seviyor ve evlenmek istiyor. Biz bu konuyu konuşmak için geldik. Beyler iki saattir başka şeylerden konuşuyorlar. Ben bunların yanına varayım da, çok geç olmadan esas meseleyi bir konuşsunlar!
Funda annesi ile birlikte salona dönerken, Reyhan mutfak kapısından salona doğru kulak kabarttı.
Müdürün konuşmasına ara verdiği bir sırada eşi:
- Bey, çok geç olmadan Nebi hocaya geliş sebebimizi anlatsan diyorum...
Müdür fazla düşünmeden konuya duygulu bir giriş yaptı:
- Hocam, gönül isterdi ki bu gece aranızda rahmetli Leylâ hanım da bulunsun! Ancak bu dünyada her şey insanın istediği gibi olmuyor. Kendin de biliyorsun. Bazan aramızdan erken böyle erken ayrılanlar oluyor. Ne yaparsın kader işte...
Nebi hoca konuşmanın hangi yöne gideceğini sezmişti. Müdür konuşmasına devam etti:
- Fermani hocayı benden önce siz tanıyordunuz. Yine de birkaç konuya değinmeden edemeyeciğim! Son derece efendi ve saygılı birisi. Zaten tanıyorsunuz. Geleceği çok parlak bir öğretmen. Kanımca bir iki yıl içinde liseye alırlar. Bu kadar başarılı bir öğretmeni ortaokulda bırakmazlar. Zengin ailelerin hafta sonlarında kendi çocuklarına özel ders vermesi yönündeki tekliflerini, Fermani: ’ Peki ya fakir çocuklara kim özel ders verecek?’ diye geri çevirerek asil bir davranış sergiledi. Aslında Fermani hocadan uzun uzadıya bahsetmeye gerek yok. Biz bu akşam buraya hayırlı bir iş için geldik. Fermani hoca kızımız Reyhan’a gönül vermiş. Gönül bu ferman dinlemez diye boşa söylememişler. Hocamızın niyeti ciddi olmasıydı elbette kendisine kefil olmazdık. Bir kaç gün düşünüp taşındıktan sonra bir neticeye varalım derim. Bir umut ışığı görürse hocamız ailesini Ankara’dan buraya çağıracak ve Reyhan’ı Allah’ın emriyle istemeye gelecekler. Kesin kararınızı siz ondan sonra kendilerine verirsiniz...
Müdür cümlerini özenle seçmiş olsa da, Nebi hocanın gönlü sızlıyordu. Müdürün sözlerini kesmeden dinledi. Hüzünlü sesiyle Nebi hoca konuşmaya başladı:
- Leylâ’nın yokluğunu en çok bu gece hissettim! dedi. Hocam, Fermani için uzun söze gerek yok. Kendisini tanıyoruz. Lâkin bu durumu şaşkınlıkla karşıladığımı belirtmeliyim.
Nebi hocanın bu işteki gönülsüzlüğünü anlamakta gecikmeyen müdür hanımının gözlerine baktı. Kocasının bakışlarından cesaret alan kadın atıldı:
- Haklısınız hocam! dedi. Keşke Leylâ hanım bugün aramızda bulunsaydı. Eminim benim gibi düşünürdü. Bu işin çok hayırlı olduğunu düşünüyorum.
Nebi hoca etrafındaki çemberin daralmakta olduğunu hissetti. Konuyu fazla uzatmaya niyeti yoktu:
- Reyhan’la bu durumu görüşüp bir karara bağlayacağım. dedi. Kızımın da benden farklı düşüneceğini sanmıyorum.
Misafirler bir hafta sonra tekrar geleceklerini söyleyerek evden ayrıldılar. Kadın yolda kocasına:
- Bence hocanın kızını Fermani’ye vermeye niyeti yok! dedi.
- Belli olmaz. dedi müdür. Niçin vermesin?
- Öğretmen olduğuna belki... Olur da bir iki sene sonra tayini başka bir yere çıkarsa yalnız başına kalacağına korkuyordur!
- Kendisi de öğretmen değil miydi? Sanmam ki ondan olsun.
- Neden peki...
- Sütten ağzı yandı bir kez, ayranı üfleyerek içecek!
Üç gün boyunca baba-kız, konuyu konuyu bir türlü konuşamadılar. Nebi hoca dilinin ucuna kadar kadar gelen kelimeleri bir türlü söylemese de, kızının Fermaniye’e karşı eğilimi olduğunu hissediyordu. Sebebini bir türlü bulamadığı gizli bir endişe kalbini kemiriyordu. Fermani’nin, kızına mektubu verdikten sonra sessiz kalması ve evlenme niyetini olduğunu ortaya koyması; ilk günlerdeki öfkesini dindirerek bazı kuşkuları giderdiyse de içinde sebebini bilemediği sinsi bir endişe gittikçe büyüyordu.
Dördüncü gün akşam yemeğinden sonra kızına:
- Meleğim, benim içimde gittikçe büyüyen bir endişe var! dedi. Fermani ile ile ilgili... Aslında Fermani’yi ne kadar sevdiğimi bilirsin. Gene de içimdeki sıkıntıyı atamıyorum işte...
Babasının gözlerine bakan Reyhan, başını öne eğerek:
- Haklısın babacığım ben de anlamadığım bir endişe duyuyorum içimde.
- Düşünüyorum da: Annen şimdi aramızda olsaydı belki de bu endişeyi duymazdık.
- Ona eminim babacığım. Ben de o gün mutfakta hep ’Annem olsaydı!’ diye düşündüm.
- Bunlar iki üç gün sonra gelecekler kızım, bizden bir cevap bekleyecekler! Ne cevap verceğiz?
- En doğru cevabı vereceğine inanıyorum babacığım!
- Peki ne cevap vereceğiz? Senin fikrin ne?
- Benim fikrim senin fikrindir babacığım! Benim senden farklı bir fikrim olmaz.
- Ya: ’ Hayır!’ dersem ben...
- Ben de: ’ Hayır!’ demiş olurum.
- Peki ben ’ Evet!’ dersem ne olacak?
- Emrine uyarım babacığım!
- Bu kadar mı, senin kendi istediğin bir şey yok mu?
- İstediğim tek bir şey vardı, o da şu ana kadar gerçekleşecekmiş gibi görünüyor.
- Neydi istediğin kızım?
- Ben sadece senin Fermani hocayla senin karşıya gelmeni istemiyordum. Senin o kızgınlıkla Fermani hocanın kalbini kıracağını düşünüyordum. Tabi O eskiden öğrenciniz olduğu için saygısından dolayı bir şey demezdi ancak kendisi çok üzülürdü.
Baba, düşündüklerinde yanılmadığına emin oldu. Yine de kızının kendi ağzından duymak istedi:
- Fermani’nin seni sevdiğine gerçekten emin misin?
- Buna hiç kuşkum yok. Yemin bile edebilirim. Eminim!
- Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun meleğim? Yasemin ablanı düşünsene...
- Neden: ’ Keşke annem olsaydı!’ dediğimi şimdi anlıyorsun değil mi? Annem şimdi aramızda olsaydı bunları annem ile konuşuyor olurdum. Çok daha rahat olurdu. Sen de bu kadar sıkıntıya girmezdin babacığım.
Nebi hocanın gözleri doldu. Konuşacak başka şey bulamadı. Odasına giderken kızının Fermani’ye karşı duygularından emin olmuştu.
Müdür ve ailesinin bir hafta sonraki ziyareti beklendiği gibi daha kısa sürdü. Reyhan kahve fincanlarını topladıktan sonra müdür:
- Hocam düşündünüz mü? diye sordu. Ortak bir karara vardınız mı?
Nebi hoca söyleyeceklerini önceden tasarlamıştı:
- Düşündük sayın müdürüm, dedi. Düşündük!
- Ne karar vediniz verdiniz öyleyse?
- Açıkçası bir karar vermenin henüz erken olduğunu düşünüyorum!
Müdürün beklemediği bir cevaptı, itiraz etti:
- Efendim size hemen karar verin diyen yok. Zaten karar vermeniz için ileride yeterince zamanınız olacak. Ben Fermani’nin ailesi gelsin mi diyorum. Onlara bir tarih verebilir misiniz? diye soruyorum. Şüphesiz nihaî karar elbette size ait olacak. Gelsinler kızı kendileri istesinler! Tanrı misafirini kabul etmemezlik olmaz. Gelsinler meramını kendileri anlatsınlar. Siz olumlu veya olumsuz cevabınızı sonra verirsiniz.
- Sayın müdürüm takdir edersiniz ki: Ailenin Ankara’dan kalkıp bu iş için buraya kadar gelmelerine onay verip sonra da olumsuz bir cevapla onları üzmeye hakkımız olmadığını düşüyorum. Bizim için henüz erken. Bizim biraz daha zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Müdürün eşi, Nebi hocanın sözlerinden hoşnut olmamıştı. Canı sıkılmış bir halde:
- Hocam, Fermani’den iyisini mi bulacaksınız? diye sordu.
Nebi hoca kadına bir cevap vermek istemeyince, kadın ısrarlı bir tavırla konuşmayı sürdürdü:
- Fermani’ye kim olsa kızını verir. Bir kızı istemeye herkesin hakkı vardır! Eski köye yeni adet mi gelecek? Tanrı misafirini kabul etmemek de neyin nesi? Doğrusu çok şaşırdım! Leylâ hanım olsaydı böyle mi olurdu? Yasemin nasıl evlendi peki?...
Kadının son cümlesi Nebi hocanın yüzüne atılan bir tokat gibi oldu. Ne cevap vereceğinin şaşkınlığına düştüğü anda, mutfak kapısında konuşmaları ayakta ve heyecanla dinleyen Reyhan aniden içeri girdi. Kadının önüne dikildi. Beklenmedik sert bir sesle:
- Aysel teyze! dedi. Babamla ne biçim konuşuyorsun? diye sitem ederek babasının oturduğu koltuğun arkasına geçti. Babasının boynuna kollarını arkadan uzatarak, çenesini hafifçe babasının başının üstüne dayadı:
- Babam ne dedi ki siz böyle konuşuyorsunuz?dedi. Düşünmek için zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Kendi kızı için buna hakkı yok mu? Hem ben de babam gibi düşünüyorum! Onların Ankara’dan kalkıp buraya gelmelerini istemek ’ Evet!’ anlamı taşır. Babam ’ Hayır!’ demedi. ’ Evet!’ de demedi. Düşünmek için zamana ihtiyacı olduğunu söylüyor. Yasemin ablamı örnek vermenize de çok üzüldüm. O onun kendi tercihi idi. Babamın sözünü dinlemiş olsaydı siz bu gün bunları söyleyebilir miydiniz? Cevabımnıza gelince biz cevabımızı Fermani hocaya kendimiz veririz. O da bu gün olmaz, babamın uygun gördüğü zaman olur. Hem babam hayır derse bu iş hiç olmaz! Bunu siz de böyle bilin, Fermani hoca da böyle bilsin!
Kadın sinirli bir şekilde ayağa kalktı:
- Kalkalım bey! dedi. Ben bu işte bir hayır görmüyorum. Bunların niyeti başka!
Sadece müdür Nebi hocayla vedalaştı, eşinin amacını aştığı belirterek özür dileyerek üzgün bir şekilde evden ayrıldı.
Reyhan misafirlerini uğurladıktan sonra babasının yanına geldi.
- Bana kızmadın değil mi babacığım? Kadın saygısız konuştu kendimi tutamadım! Kocası varken kendisi konuştu saygısız.
Kadın kendisini bahçe kapısının dışına attığı andan itibaren veryansın etmeye başladı:
- Babası neyde kızı da o... Millet annesine benzer, kız babasına çekmiş. Yazık ki Fermani de buna gönül vermiş. Burgaz’da kız mı yoktu? Kendini: Monaca Prensesi Caroline mi sanıyor ne?
Müdür eşini uyarmak zorunda kaldı:
- Sus hanım duyan olacak böyle bağırıp durma. Keşke sen hiçbir şey söylemeseydin!
Kadın daha da sinirlendi:
- Ne yani kızını vermeye gönlü vardı da ben mi engel oldum?
Pastahanede cam kenarında oturup sabırsızlıkla dışarıyı gözetleyen Fermani’nin yola fırladığını gören müdür, eşini:
- Hanım hiçbir şey söyleme ben kendim konuşurum! diyerek uyardı.
Müdür önünde duran Fermani’nin kolunu tutarak:
- Şöyle yürüyelim, anlatacağım dedi. Nebi hoca düşüneceklerini söyledi...
- Daha düşünmemişler mi?
- Zamana ihtiyaçlarını olduğunu söyledi. Senin anlayacağın henüz olumlu veya olumsuz bir cevap vermedi!
Kadın kendini tutamadı:
- Boşuna çocuğa bir umut verip durma! diye kocasına sertçe çıkıştı. Sonra Fermaniye acıyormuş gibi bakarak: Bunların burnu Kafdağı’nda! dedi. Seni oyalayacaklar işte. Bir hafta boyunca boyunca düşünmemişler de bundan sonra mı düşüneceklermiş!...
Müdür eşinin daha fazla konuşmasına izin vermedi:
- Sus hanım hocamın moralini bozma. dedi. Hocam, henüz her şey bitmiş değil, üzülme. Düşünmeleri gerekiyormuş. Sonra daha detaylı konuşuruz. Yarının ne getireceği bilinmez. Biz gidelim şimdi, size iyi geceler hocam.
Fermani kadının söylediklerinden endişelenmiş olarak pastahaneye geri döndü. Hesabını ödeyip üzgün bir şekilde isteksiz adımlarla evine doğru yürüdü.
Ertesi gün öğleden sonra, gece geç saatlere kadar tasarladıkları için kararlı adamlarla evden dışarı çıkıp parka giden Reyhan; Fermani’yi tahta sırada, başını öne eğik hayal aleminde buldu. Geçirdiği hüzünlü gecenin ardından üzerine dökülen haziran güneşinin ışıkları altında uyuklar gibi bir hali vardı. Bir adım önünde durarak yavaşça seslendi:
- Hocam!
Hayalinden ses duyduğunu sanan Fermani, Reyhan’ın ikinci seslenmesi ile başını kaldırdığında perisini karşısında gördüğünde gözlerini iri iri açarak ayağa fırladı.
Reyhan billûr gibi sesiyle:
- Hocam sizinle konuşmamız gerekiyor! dedi.
Fermani kendini toparlamaya çalıştı:
- Konuşalım dedi, buyur otur.
- Burada değil diye itiraz etti Reyhan. Ben şimdi eve dönüyorum. On dakika sonra eve gelirsiniz. Ben evde olacağım. Babamın da söyleyecekleri olacaktır.
Fermani hayretle:
- Eve mi?... diye sordu.
- Niçin şaşırdınız? Daha önceleri geldiğiniz ev. Babam evde. Gizli-saklı konuşacak bir şeyimiz yok. size açık açık söyleyeceklerim var. Babamın yanında söyleyeceğim. Ben şimdi eve dönüyorum. On dakika kadar sonra gelirsiniz! diyerek geri dönen Reyhan’ın ardında bakakalan Fermani ne olduğunu almaya çalışıyordu.
Reyhan babasının takip ettiği aylık dergiyle eve döndü. Alt katta çardağın altında oturan babasına dergiyi uzatırken:
- Fermani hocayı gördüm! dedi. Beş dakikaya kadar burada olur baba!
Nebi hoca tek sayfa çevirmeden elindeki dergiyi masanın üzerine bırakarak:
- Fermani’yi buraya mı çağırdın?... diye anlamamış gibi sordu.
- Evet baba. Fermani’yi buraya kendim çağırdım. Onunla konuşacaklarım var. Senin yanında konuşacağım. Kendisine senin de söylemek istediklerin varsa söylersin. On dakikaya kalmaz burada olur. Ben sizlere birer kahve yapıncaya kadar gelir.
Reyhan kahve tepsisini masanın üzerine bıraktığı anda bahçe kapısından gelen tıkırtıyı duydu. Sakin adımlarla yürüyerek kapıyı açtı:
- Hoş geldiniz, buyurun! dedi.
Fermani, tedirgin bakışlar ve ürkek adımlarla bahçeye girdi:
- Hoş bulduk.
- Babam çardağın altında oturuyor, şöyle buyurun.
Nebi hoca, Fermani’nin gelişini hoşnut olmayan gözlerle süzdü. Kırgın ses tonu Fermani’nin elini öpmesine izin vermedi:
- Hoş geldiniz hocam, dedi. Reyhan’ın sizinle konuşmak istedikleri var. Sizi onun için çağırdı. Buyurun şöyle oturun!
Fermani endişeli bir şekilde gösterilen yere oturdu.
Reyhan önündeki kahveyi işaret ederek:
- Kahve sizin hocam dedi. Kahvenizi buyurun!
Fermani ficandan ilk yudumu aldığında Reyhan gece tasarladıklarını söylemeye başladı:
- Hocam! Saklayacak gizli işleri olmayan insanlar, yalan söyleme gereğini de duymazlar. Benim bugüne kadar babamdan saklayacak bir şeyim olmadı. Bu demektir ki babamın benim ile ilgili her şeyden haberi vardır. Sizin verdiğiniz mektuptan da... Yalnız dün gece babam çok üzüldü. Sizin adınıza konuşmaya gelen Aysel teyze babama saygısız bir üslüpla hitap etti.
Fermani bir gece önce neler konuşulduğunu tam olarak bilmiyordu.
- Müdür beyin hanımı ne söyledi? diye sordu.
- Dedikodusunu yapacak değiliz. Anlatırlarsa kendileri anlatsın. Benim konuşacaklarım başka...
Tedirginliğini yavaş yavaş üzerinden atmaya başlayan Fermani kahvesinden bir yudum daha alarak:
- Devam ediniz lütfen dedi. Sizi dinliyorum.
Reyhan kısa olmasına rağmen keskin cümlelerle konuşmasını sürdürdü. Gencecik yaşının çok üzerinde, inanılmaz derecede ikna edici ve etkileyici konuşma gücü vardı.
- Niyetinizden kuşkumuz olsaydı sizi buraya çağırmazdım. Bir birimizi çok fazla tanımıyoruz. İnsanlar bazan gördüklerini farklı algılayabilirler. Gördüğünüz gibi biz baba-kız bir hayat mücadelesi veriyoruz. Üstelik babamın sağlık sorunları var. Kimse bizden bir kötülük görmemiştir. Ama biz çevremizdeki çok kişiden kötülük gördük. Düşünebiliyor musunuz: Tam beş yıldır bizim evimizde bir telefonumuz yok. Sapıklar yüzünden evimizin telefonunu kestirdik. Annem olsaydı hayatımız daha kolay olurdu. Yasemin ablamı İstanbul’a Üniversiteye gönderdik. Diş hekimliği fakültesinin daha birinci sınıfındayken bir asistan aklını çeldi. Evlendiler. Asistan sosyete dişçisi oldu, ablama okulu bıraktırdı. Babamdan aldığı parayla Beyoğlu’nda lüks bir diş kliniği açtı, bir daha da bizi unuttu. Sadece bizi değil ablamı ve çocuğunu da... Her gün başka bir artistle gezdiği haberini aldık. İnanılmaz paralar kazandığını ve inanılmaz yerlere harcadığını duyuyoruz! Biz bu şartlar altındayken bana talip oluyorsunuz. Ben kendi gönlüme göre hareket edebilecek durumda değilim. Babamın da Yasemin ablamdan sonra benim de mahvoluşumu kaldırabilecek bir durumu yok! Söylediklerimi anlıyor musunuz?
Fermani, Reyhan’ın anlattıklarından çok etkilenmişti üzgün bir ses tonuyla:
- Emin olunuz söylediklerinizi ve endişelerinizi çok iyi anlıyorum. Keşke bunları daha önce dinlemiş olsaydım. Bu anlattıklarınızı bilmiyordum.
Reyhan konuşmasının Fermani ile ilgili can alıcı bölümüne gelmişti:
- Babam sizin geldiğiniz günler ne kadar sevindi bilemezsiniz. Sizin bazı konularda kendisine yardımcı olabileceğinizi düşünüyordu. En basit örnek: Bacağındaki rakatsızlıktan dolayı çarşı-pazarı rahat dolaşamıyor. Bazan ben çıkıyorum pazara, çıktığıma da bin pişman oluyorum. Sizden gelen mektup babamı çok endişelendirdi. Niyetiniz konusunda önce kuşkuya düştü. Bu güne kadar yaşadıklarına bakılırsa haksız da değildi. Aysel teyze de dün akşam gereksiz ve saygısız konuştu. Aslında bu konuyu biz kendi aramızda konuşabilirdik. Daha mantıklı olurdu. Ancak buna sizin aceleciliğiniz meydan bırakmadı. Neyse biz şimdiki duruma bakalım. Müdür beylerin bu iş için bize bir daha gelmelerine gerek kalmadı. Artık kimseye de gerek kalmadı! Babamı kendin baban bileceksen, evlenmeden önce bize göstereceğin saygıyı evlendikten sonra da sürdüreceksen, kısacası evlendikten sonra değişmeyeceksen teklifinizi düşünürüz. Sonumuz, örneğini verdiğimiz dişçi eniştemiz gibi olacaksa lütfen bizi unutun. Ben babamı yapayalnız bırakacak bir evlilik düşünmüyorum! Benim söylemek istediklerim özetle bunlardı. Babamım söyleyecekleri varsa babamı dinleyelim.
Nebi hoca kızının yaşından beklenmedik olgunluktaki sözlerinden çok duygulanmıştı. Kendi hislerine de tercüman olmuştu. Gereksiz konuşmayı sevmeyen bir insandı. Fermani hocanın yüzüne bakarak, kızından daha kısa bir konuşma yaptı.
- Hocam, benim söylemek istediklerimin büyük bir kısmını Reyhan aşağı-yukarı özetledi. Niyetinizi, ne düşündüğünüzü ve ne yapmak istediğiniz açık açık söyleyiniz. Belki de bundan sonra böyle bir şans daha bulamayabilirsiniz. Gücünüzü dürüstlükten alarak konuşunuz. Buyurun hocam Reyhan’ın söylediklerine ne cevap vereceksiniz? Sizi dinliyorum!
Fermani’nin eve gelirken aklında taşıdığı endişeler ile karşılaştığı durum bir birinden çok farklıydı. Hayatındaki en büyük fırsatı Reyhan kendisine sunmuştu. Söyleyeceği her sözün olumlu veya olumsuz yankı bulacağından emindi. Her şeyi açıkça konuşmak tutulacak en doğru yoldu. Sadece dürüstlüğün egemen olduğu bir ortamdaydı. Dikkatinin dağılmaması için Nebi hocaya dönerek konuşmaya başladı:
- Hocam, ne kadar çetin şartlar altında hayat mücadelesi verdiğinizi anlamış bulunuyorum. Bu şartlar altında yaşayan bir aileye, benim bir sorun yaşatmayacağıma kalben emin olunuz. Bu konuda kararınız ne olursa olsun boynum kıldan incedir. Anlatılanları dinledikçe tarifsiz bir üzüntü duydum. Beni kısmen tanıyorsunuz zaten. Sizin hayat felsefenizi kendine rehber edinmiş bir öğrencinizim. Yalnız benim de iki açmazım oldu: Birincisi gönlüme söz geçiremedim. İkincisi Reyhan’ın sizin kızınız oluşu. İşte bu iki açmaz beni çaresizliğe düşürdü. Bana bir şans tanımadı. Eğer hata olarak kabul edilirse benim tek hatam Reyhan’a mektup yazmak oldu. Onu da kimse duymasın diye Reyhan’a elden kendim verdim. Mektupta insan ahlâkı ile bağdaşmayacak hiçbir söylemim olmadı. Reyhan annesizliği, ben de babasızlığı tattım. Sizin öğrencilik yıllarında bana karşı gösterdiğiniz sevgide hep bu yönü aradım. Kader bu şartlar altında bizi tekrar bir araya getirdi. Amacım bellidir. Reyhan ile yuva kurmak istiyorum. Reyhan diyorum çünkü benim bu güne kadar ilk kez sevdiğim Reyhan oldu. Buna inandığınıza eminim. Çünkü benim okul yıllarım satranç ve futbol ile geçti. Size teşekkür etmek istiyorum: Duygu ve düşüncelerimi açıklama fırsatı verdiğiniz için. Babam vefat etmemiş olsaydı, şüphesiz müdür bey yerine kendi ailelerimiz bu konuyu konuşurlardı. Aysel hanımın şahsınıza karşı saygısızlığına vesile olduğum için özür dilerim. Böyle olacağını bilseydim şüphesiz onların yardım teklifini kabul etmezdim. Benim düşüncem yuva kurmak olduğuna göre: evleneceğim kızın babası benim babamdır! Benim gönlünden geçenler bunlardır. Teklifimin kabul görmemesi halinde benim bu eve son gelişim olduğunun bilincindeyim. Sizin vereceğiniz her karara boynumun kıldan ince olduğunu başlangıçta da söyledim. Sizin üzerimde büyük emeğiniz var, nankör olamam hocam!
Fermani son sözlerini söyledikten sonra Nebi hoca masanın üzerindeki dergisini eline aldı:
- Sizin konuşmanıza devam edersiniz cocuklar... diyerek ayağa kalktı. Bacağım tutuldu gene, benim yukarı çıkıp biraz dinlenmem gerekiyor.
Aksak adımlarla merdivene yürüyen Nebi hoca’ya karşı Fermani’nin duyduğu derin saygıya, bir anda baba sevgisi ve şefkati de eklenmişti. Reyhanın babasını bu kadar derin bir sevgi ile bağlı olmasının sebebini daha iyi anladı. Nebi hoca ayrılmadan önce söylediği iki cümle ile bir baba gibi değil, bir anne gibi davranmıştı.
Nebi hoca yukarı çıktıktan sonra ayakta duran Fermani’ye bakan Reyhan:
- Hocam oturunuz lütfen! dedi. Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Fermani konuşması boyunca bakmaktan özenle kaçındığı Reyhan’ın efsunlu gözlerine baktı. İnanılmaz bir rüyadaydı. Minnet dolu bir sesle:
- Söylemek istediğim çok şey var peri dedi. Minnet borcum var sana ömrümce sana köle olsam bu minnet borcumu ödeyemem! Sana da, babana da... Benim aylarca önce sana aldığım bir çift küpe vardı. Gözlerinin renginde... Sana hediye etsek istesem kabul eder misin?
- Zamanı gelince kabul ederim.
- Bir ömür kölen olmayı istesem kabul eder misin? Yeterki seni her gün göreyim, sesini duyayım...
- Niçin kölem olmak isteyesin ki? Mektubunda yazdığın gibi edebiyatçı, ressam, şair veya müzisyen olmana da gerek yok!
- Sen söyle peri senin için ne olayım? Yeterki hep yanında olayım.
- Yarın, bir gün değişme yeter. Olduğun gibi kal. Tanığım gibi kal. İlle de bir şey olmak istiyorsan: Kölem değil efendim ol. Gönlümün şahı ol. Satranç ustası değil misin? Şah ol, Şahım ol!
- Ben rüya mı görüyorum peri, böyle çok rüyalar gördüm. Uyandığımda hep gözlerim doldu. Bu da mı rüya yoksa?
- Rüya değil Şahım! rüya değil, Gerçek!
- Nasıl, böyle her şey birden bire değişti Peri? Senin sihirli değneğin mi var?
- Her şeyi değiştiren sen oldun Şahım, sen oldun. Senin gönülden konuşman oldu. Babam samimiyetine inandı. Bizi onun için baş başa bıraktı.
- Bu kadar mutluğu dayanamayacak gibiyim. Kalbim duracak diye korkuyorum! Rüyam bitecek diye korkuyorum.
- Babam yukarıda şimdi beni bekliyor... Yanına gitmeme gerekiyor. Sonra daha uzun konuşuruz!
- Seni bir daha seni ne zaman göreceğim?
- Bir hafta sonra! Annen ve akrabaların ile beraber beni istemeye gelince...
- Ne diyorsun Peri?
- Ben babamla konuşurum. Sen kimseye şimdilik bir şeyden bahsetme! Annene haber gönder pazar günü gelirsiniz. Oldu mu Şahım?
- İnanamıyorum Peri!
Reyhan daha fazla konuşmak istemedi:
- Babam şimdi merak ediyordur! Hemen yanına gitmeliyim diyerek bahçe kapısına doğru yürüdü.Kapıyı yavaşça aralarken elini uzattan Fermani’yi bir adım geri çekilerek başını yere eğerek: Şimdi değil Şahım! diyerek uyardı. Annen geldikten sonra... Kimseye bir şey söyleme! Bir hafta sonra pazar günü akşamı sizi bekliyoruz, Tamam mı?
- Tamam diyen Fermani dışarı çıkarken, başını yerden kaldıran Reyhan’ın gülümseyen yüzü ve büyülü gözleriyle bir kez daha sarhoş olurken perinin billûr sesi dünyalara bedel cümleyi fısıldadı:
- Güle güle Şahım!
Üst kata çıkan Reyhan babasını salonda ayakta buldu. Kollarını babasının beline dolayıp başını usulca göğsüne bıraktı:
- Baba Fermani hoca bir hafta sonra annesi ile birlikte buraya gelecek! dedi.
Nebi hoca kızını göğsüne bastırarak:
- Hayırlı olur inşallah meleğim! dedi. Neden benim içinde sebebini bilemediğin bir sıkıntı var? Gönlüm yanıyor kızım! İçim yanıyor sanki...
Reyhan, babasının beline doladığı kollarını yavaş yavaş gevşetirken:
- Benim de babacığım... Dedi. Benim de içimde aynı sinsi sıkıntı var!