- 791 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Siz sual edince bize de cevaplamak düşer!
1.Teslimiyet nedir sizin bakış açınızla?
2.Marifetullah ve Muhabbetullah birde Mustafa Cilasun abimizin kelimelerinden okuyalım İnşaallah?
3.Dernek çalışmalarında en çok neye dikkat edilmeli derim,tecrübeleriniz ışığında bize de bazı ipuçları verir misiniz?
4.Zamanımızın gençleri her şeyin kolayını istiyor, zahmet çekmeden ulaştıklarının da kıymetini bilemiyorlar maalesef, bu konuda aileler nasıl bir eğitim yöntemi kullanmalı?
5.’’Kadirşinaslık’’ sizin pencerenizde ne anlam ifade ediyor?
6. Bir soruda daha: Neden şiir ve Ne zaman başladınız yazmaya?
İlk şiiriniz hangisidir (eğer hatırlıyorsanız)
Peki, başlayalım o vakit arz etmeye düşüncelerimizi…
1.Bireyin öncelikle neye teslim olacağını ve hangi şartlarda felaha ulaşacağını bilmesi aslolan bir gerekçedir… Bilerek ve idrak ile yoğrularak yol almalıdır…
Bilinç yetersizliği, tahkik eksikliği, mukallit fakirliği, avuntuların seyri, hedefsizliğin silik nefesleri, kimliğin ve kişiliğin yozluk içinde ki halleriyle, neye ve kime olduğu fark etmeden, sadece nefsi telakkilerle anmak biçimidir…
Aşk, kalbin seyrinde, sevda ruhun derinliğinde, azimet hedeflerin hilmiyle ve çilenin güftesiyle bir orkestra zenginliğinde zuhur etmiyorsa yetersiz olacaktır…
Sosyal şartların, anlık travmaların, zevki yanılmaların, kültürel aşınmaların, bağnazlık içinde patinaj yapmanın, yobazlık adına saplantılar solumanın asla adresi olmayacaktır teslimiyet…
Teslimiyet İbrahimi bir duruştur, Hak rızası bağlamında candan geçiştir, “en” lerden kurtuluş, nedenlerde kalbi kurtuluştur, akide ikliminde var oluşun adıdır…
Mülahazalar ve ruhsatlar yolun aydınlığı için ne kadar takat sunsalar da, azimet
Aslolan, aşkın serinliğinde vuzuhu bulan, ömrün devranında anlamlaşan olacaktır… Boyu eğmek, bilmeden diz çökmek, aklın ve kalbin hususiyeti değildir…
2. Marifet, tanıma, bilme demektir. Marifetullah, Allah’ı Kur’anın bildirdiği gibi tanıma, sıfatlarını, isimlerini ve bunların sonsuz kemalde olduğunu bilme, İlâhî hakikatlere vakıf olma, şeklinde özetlenebilir…
Allah’a inanan insanın kalbi imanla nurlanmıştır. Bu, kör gözün açılmasından, işitmeyen kulağın duymaya başlamasından çok ileri bir inkişafla ruhun, Rabbine kavuşması, Ona inanması ve kendini Onun mahlûku bilmesidir. Şimdi sıra, Onu tanıma vadisinde mesafeler almaya gelmiştir…
Kur’an-ı Kerim, mümine daima marifet dersleri verir. Allah’ın adıyla başlar ve hemen Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bildirir. Bu bir marifettir, yani Allah’ı tanımaktır; Rahman ve rahim olarak…
Muhabbetullah, Allah-ü Teâlâ’nın kemal ve cemalini idrak ve takdir oranında kalpte oluşan ilâhî bir nurdur. Bu muhabbet ile insan ruhu, kederlerden ve hüzünlerden kurtulur. Safi neşe ve huzura kavuşur. İnsan ruhunu erdeme ulaştıran sebeplerin en sağlamı, Allah sevgisidir…
Cenâb-ı Hak, insanın kalbine sonsuz bir muhabbet kabiliyeti yerleştirmiştir. Bu sonsuz muhabbet, ancak zat ve sıfatlarıyla sonsuz kemalde bulunan Allah içindir. Yani, insana lütfedilen bu sevgi kabiliyeti Allah’ı sevmek içindir…
3. Biliyoruz ki dernek çalışması bir gönül işidir…
Lakin niyetin, azimetin, duyarlılığın, vefanın, sadakatin, tevazuunun ve hoş görünün filizlendiği hamiyetli mekânlar olması aslolandır…
Zaman ve mekân, hedeflerinde Hak Rızasını temel alan birçok dernekler üyelerini sukutuhayale uğratmışlardır… Hâlihazırda cari olan sistemde toplumsal hareketin yapıla bilmesinin en temel şartlarındandır…
Birey öncelikle kendini ve hislerini nizam edemiyorsa, varlığını toplumsal çıkarı temel alarak kullanmayı hedef alıyorsa ve yıllarca masum ve tertemiz pak yüreklerin has niyetlerini suiistimal ediyorsa, başarı elbette ki çok uzaklarda…
Denetim mekanizması, bilen hüviyetinde ki insanı, tahkike gerek görmeyen ve her vesileyle teslimiyeti ve sessizliği önceleyen zihniyetler kör kuyular gibidir…
Sürekli tebaasını ve onlardan hâsıl olan varlıkları sınırsız ve teklifsiz kullanmanın, çeşitli maslahatlarla yanıltmanın, takiyyelerle avutmanın, kendi ve ayali için savunma parktı oluşturmanın yozluğunda nefeste darlık yaşanacaktır…
Bu bakımdan sarih ve müşahhas olmayan her şey kuşkuludur, merak bunun için ilk adımdır, bilgi aydınlığın kulvarıdır, teslimiyet bilinçsiz tevekkül olmamalıdır…
Genlerin ne kadar yanlışları var sorgulanmalıdır…
Sosyolojik versiyonlar, imkân ve imkânsızlık içinde bocalayan, manadan ziyade heveslerinin peşinde koşan, illegaliteyi marifet sanan, edebin suhuletinden uzaklaşan, adamlığın toprağında şekliyet içi yarıştırılan olunca sual hak olacak…
4.Kadirşinaslık; Herkesin gerçek yerini ve değerini bilip hakkında ona göre işlem yapmaktır. Karşıtı, Kadirnaşinaslık (değer bilmemezlik)dir. Sosyal hayatta, değer bilmenin büyük bir önemi vardır. Kıymet bilen milletler arasında ilim ve hüner sahipleri çoğalır. Kadir ve kıymet bilmeyen milletler de, bilgi ve marifetten yoksun kalırlar…
Şimdi bu manada, içselliğimizde hak ve hukukumuzda değerin teslimiyeti konusunda, bizlere bahşedilenler hususunda, vefanın kemaliyeti olgusuyla düşündüğümüz vakit her şey gün yüzü gibi ortadadır… Ziyadesine gerek var mı?
5. Ruhumun hicran damlaları olduğu için… Yazarlık kimliğinde ki fakirliğimin, düşünce ekseninde ki sefilliğim sebebiyle kısa ve öz olarak halimi arz ediyorum, dostlarla muhabbet ikliminde, halime yansıyanları yetersizliğimle anlatıyorum…
Bir zamanlar yazdığım şiirler askerlik yaptığım dönemlerde bir çok zevatın hassaten dilek ve temennileri hasebiyle, rahatça kendi adlarına kullandıkları çalışmalar olarak, ışıklar askeri lisesinin kütüphanesinden bol bol istifade etmiştim, izinler hususunda ve başka konular babında bu vesileyle…
Bir zamanlar tamamen kopmuştum yazmaktan ve şiir çalışmalarımdan…
İklimin kuraklığı halimi kuşatıyordu, ruhumun darlığı nefes aldırmıyordu…
Geçmiş zamanlarda yazdığım şiirler maalesef bir şekliyle kayboldular…
Her ne kadar ilk olmasalar da iki şiirimi talebiniz üzerine arz ediyorum…
Ey Gönlüm!
Efkârımın bulvarında adımlarken,
Sessizlik hüküm sürüyordu.
Biçare halim, her an karşıma çıkıyordu!
Hislerim gemsiz ve kalbim ritimsizdi!
Ahenk denkliği yoktu…
Bazen, derinlerden güzel’e konmak
Ve tenini solumak, diyarları gezmek,
Mekânları okumak,
Aşk ile meşk yapmak istiyordu.
Ey gönlüm, cazibeler seni,
Mest ediyor biliyorum.
Atılıyorsun, gördüğün,
Güzele, güle ve bülbüle…
Yakınlaşıp meşki arıyorsun…
Güzelin gözüne, gülün tikene,
Raks eden bülbüle, bakıyorsun…
Ne söyleyeyim ey gönlüm,
Ben bigane, sen ise perişansın.
Hicran bizi kesmiyor!
Tende, bulunmak yetmiyor!
Tarumar halim bitmiyor!
Kulum, nasıl unuturum!
Hükmeden, ilahi bir aşkı,
Görmek istememen,
Bir gönül mü söylesene?
Mustafa CİLASUN
Ah Gönlüm!
İçim alev, alev yanıyor, açamıyorum,
Sanki öyle bir yükü, kaçamıyorum,
Deniyorum, dertleniyorum, saçamıyorum,
Yoruldum inan ki, artık bakamıyorum.
Beni ben yapan faktörler hala ayakta,
Beni benliğimden uzaklaştıranlar bir odakta,
Meçhuldeyim sanki yaşadığım mekânda,
Bilinmeyenler neredesin yapış yakama.
Dostluklar artık menfaate dayanıyor,
Yoksa gücün bakarak için yanıyor,
Dermanın tükenip halsizlik sarıyor,
Bilinmeyenler her an beni kuşatıyor.
Aklım, mantığım, azmim elbette var,
Yoksa mesnetli bilgi neye yarar,
Manasızca devamlı koşmak beni yorar,
Mihengim neredesin gel beni sar.
Dava diye bağlanarak dem aldığımız,
Her şeye o gözle bakarak savunduğumuz,
Ön yargıdan beslenerek, tebliğ sandığımız,
Neredesiniz, söyleyin dayanaklarımız.
Her zaman inandık ve teslim olduk,
Neticesinde yalnızca bizler solduk,
Dağıldık, şevksiz denize daldık,
Öğrenmek ne demek, yılana sarıldık.
Her zaman mı bir kurtarıcı bekleyeceğiz,
Kolayı rahatı ne zaman terk edeceğiz,
Sen kendin olmaya çalış yeter artık,
Aklın, mantığın, senin için bir azık.
Rab derken açziyet ve sükûnetini,
Hak derken zulümden uzak adaletini,
Peygamber derken sabır ve metanetini,
İkmal et sanki hava gibi, su gibi.
Mustafa CİLASUN