Kayıp Şehirde Kaybolmak
Gideceğim’ demişti öfkeyle. “Benim burada kalmamın hiçbir anlamı yok. Gidip çalışmalıyım. Buranın sıkıcı havasından uzaklaşmalıyım.” Çaresiz kabul etmişlerdi onu. Haklıydı. Halbuki, bilmiyorlardı onun içinde bulunduğu durumu. Amacı çalışmak değildi, buradan kurtulmaktı. Bir iç hesaplamanın aman vermez girdabında sürüklenen kişiliğinin onu nasıl kuşattığını görmemişlerdi. Bir seçim yapmıştır. Bilmiyorlardı her seçimin bir kaybediş olduğunu. Ve her kaybedişin bir seçim olduğunu.
Henüz on yedi yaşındaydı bu girdaba sürüklendiğinde. Taşı toprağı altın şehrin sınırlarına ulaştığında yırtık ceketinin sol cebinde geriye kalan üç beş kuruşu vardı. Ne olacaktı sanki, para kazanmak onun için sorun muydu? O darlıktan, bunaltan havadan uzaklaşmıştı ya, oralardan kurtulmuştu ya, önemli olan buydu şimdilik. Hayatın sunmadığı fırsatları yakalayacaktı burada. Ne yapıp yapacak, özlemlerini dindirecekti; hayata olan özlemlerini…
Derelerin dar yerlerinde karşıdan karşıya geçmek için yerleştirilmiş, akıntıların kımıldatamadığı, sularla yıkana yıkana ak pak olmuş taşlar vardı çobanlık yaptığı yaylaklarda. Şimdi derelerdeki o taşlar gibi harcanmış bir ömre mi sahip olacaktı, yoksa verdiği bu savaşı kazanacak mıydı? Bu soruların cevaplarını bulmayı o kadar çok istiyordu ki, düşündükçe gözleri doluyor, yanakları ıslanıyordu vakit vakit.
Günler beklediği gibi geçmiyordu artık. İş bulmak sorun olmuş, yırtık cebindeki paralar suyunu çekmeye başlamıştı. Gecelerini bir apartman boşluğunda geçiriyordu; ta ki kapıcı fark edene kadar. Apar topar dışarı atılmıştı o gece. Artık geceleri aç şehrin çare bilmez sokaklarına teslimdi. Ve ümitler karanlığın koynunda gizlenmişti. Geçen her dakikanın bir umutsuzluğu daha doğurduğu bu günler ve çekilen sıkıntılar onda gençliğinin bir tarafını götürüyordu. Çocukluğunda görmüştü. Toprak yığınlarını önüne katan coşkun bir seldi gördüğü. Şiddetle akan ve önüne gelen her şeyi silip süpüren bir sel. Şimdi bu selde gençliği, umutları ve yarınları sürükleniyordu.
Açlık ve kimsesizlik bedeninde ve beyninde kol geziyor, hayatını çepeçevre sarıyordu. Üzerindeki elbiseden bir iplik çeksen bin yama dökülüverecekti sanki. Üç gündür ağzına lokma koymamıştı.
Gecelerini bir parkın duvar soğukluğundaki tahta banklarında geçiriyordu. Çobanlığını yaptığı koyunların yünlerinden yapılan, sabun tozu kokan yorganların, döşeklerin yerine inşaatlardan kalan tahta parçaları doldurmuştu. Üzerinde buğusu genzi yakan kokulu çorbaların yerini hoyrat çeşmelerden içilen suyla katık yapılan birkaç kurumuş ekmek parçaları almıştı. Ne hayaller ve umutlar ile gelmişti bu yitik hayaller diyarına…
Polis sirenlerinin korkutucu sesini yankılandığı saatlerde omzuma bir el dokunmuştu. Ürpertiyle yerinden kalktı. Bir telaşın ve tedirginliğin kol gezdiği umutsuz saatlerde bilinmeyen bir el huzursuz etmişti onu. Mahmur gözlerle etrafına bakarken üşüyen ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalışıyordu. Yanında duran ve meraklı gözlerle onu seyre dalan bir adam dikkatini çekti. Yirmi yirmi beş yaşlarında, uzun boylu ve esmer tenli olan bu adam boğazından aşağıya doğru sarkan parlak camlı bir şey ile soğuk gecede bir tapınak gibi karşısında duruyordu. Adama sorgu dolu gözlerle bakarken adam konuşmaya başladı. Genç adamın bir gazeteci olduğunu ve gece muhabirliğini yaptığını, buralarda olan bir olayı araştırmaya geldiğini, geçekten de kendisini gördüğünü anlayabildi uykulu saatlerde.
Genç adam onunla konuştukça mahremiyetinin derinlerine inebilmişti. Gündüzleri arayışla geçen saatlerden apartman boşluklarına, parklara kadar geçen bir zaman diliminde yaşıyordu. Gazeteci genç ondaki samimiliği, doğallığı ve şefkati görebiliyor ve biraz daha ısınıyordu ona. Seçmesi gereken adamın bu olduğu konusunda şüpheleri yavaş yavaş kayboluyor, kanaati güçleniyordu. Şüphesiz hiç kimsenin diyecek en küçük lafı olamazdı. Peki niçin bu adamdı? Çünkü hem fakir hem de toplumu en alt tabakasına mensuptu.
Bu gazeteci gencin çalıştığı gazete “Değişim Oyunu”adını verdiği bir oyunu gerçekleştirerek paranın insan yaşamını nasıl değiştirdiği konusunda değişik örnekler sunmayı hedeflemişti. Bunun için de sokaklarda yaşayan, fakir ve kimsesiz bir insan seçilmesini uygun görmüştü. Bu kişiye bir günlük değişim şansı verilecek ve en sefil bir insandan nasıl bir “Adam” çıkarılır, bunu ispatlayacaktı. Bu oyun sayesinde seçilen insan, her gün bin bir umutla avuçlarını açtığı hayatı değişik yönleriyle yirmi dört saatliğine de olsa tanıyacaktı.
Bu anlatılanlara tepkisi hiç belli olmadı hüzünlü yüzünden. Üzgün ve bir o kadar da mahcup bir ifadeyle boynunu bükebildi sadece bir oyuna bütün kozlarını sürerek gelmişti buraya. Kendi oyunu ile bu oyun arasın da fark göremiyordu. Neden kabul etmesindi ki?
Hemen ertesi gün mis kokulu sularda yıkanırken kalıp kalıp sabunları eritmişti kirden rengini kaybeden teninde. Geldiğinden beri üzerinde her geçen gün oluşan bir umutsuzluk katmanını eritiyordu sanki inen her bir tas su ile. Makas girmeyen saçlarında şimdi şekil adını bilmediği şekil veren maddeler kokuyordu. Değişim kendini yavaş yavaş gösteriyordu. Sanki kabuk değiştiren, deri değiştiren bir hayvan gibi eski kişiliğinden soyunuyor, kendisinin bile tanıyamadığı bambaşka bir insan oluyordu. Daha sonraları ise büyük mağazaların kapıları açılmıştı önüne.
Her şey hazırdı artık değişim kendini göstermişti. Bol bol fotoğrafları çekilmiş ve ertesi güne hazırlanmak üzere gazeteye gönderilmişti. Kendi de biliyordu ki bu oyun fazla sürmeyecekti. Ertesi sabah elinde bir gazeteyle gazeteci genç adam yanına yaklaştı ve kendi fotoğraflarına bakmasını istedi. Büyük yazıların altında koluna girmiş birkaç gururlu patronla çekilmiş bu resimler hiçbir şey anlatmadı ona. Ve her şeyde olduğu gibi sona yaklaşılmış ve sefil hayatına dönüş bileti cebine çoktan konmuştu.
Umutların ertelendiği yarınlarda yaşadığı bu tatlı, ama şaşırtıcı olay duygu aleminde sarsıntılar oluşmasına sebep olmuştu. Resimleri manşette çıkmış, hayatının nasıl değişebileceğini kendi gözleriyle görmüştü. Resimlerinin altında genç adamın söylediğine göre “önceki hali” “şimdiki hali” diye bir şeyler yazılmıştı. Ama kendine tanıdık gelen resim “önceki hali”idi.
Gazeteci genç, kandırıldığını hissettirmekten çekinecek kadar düşünceliydi ve onu yolcu etmek için gazetenin dışına kadar onunla gitti. Ayrılırken ilk karşılaştıklarında dikkatini ve hayranlığını çektiğini bildiği parlak camlı şeyi ona doğru uzattı. Şaşkınlıkla uzanan eller, eski bir dostun armağanını kabul eder gibi kabul etti makineyi ve arkasını dönerek sessizce uzaklaştı.
O, taş zemin üzerinde bir avuntunun arta kalan hayal kırıklığını ve hüznünü yaşıyordu artık. Geceleri soğuk geçiyor, günler acımasız davranıyordu. Isınmak için bir şeyler aradı. Daha sonra kendi resimlerinin manşet olduğu gazeteyi yakarak ısınmaya çalıştı. Ve geriye sadece adını bilmediği bir dost tarafından verilen adını bilmediği bir parlak cam kalmıştı. Soğuk gecenin koynuna umutları ölmüş haliyle sele serpe uzandı düşünmeden.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.