eylül ve nisan blm1
EYLÜL
1.
“Birgün bana ihtiyacın olursa gel hayatımı al”
Telefon çaldığında dün gecenin sarhoşluğu ile yatakta boğuşuyordum. Yüzyılın yenilmiş insanının yorgunluğu, bezginliği ve kırılganlığı üstüme çullanmıştı. Muhtemelen romanımı bıraktığım yayınevlerinden biri gene kibar bir şekilde romanı yeni başlayan bir yazara göre çok güzel bulduklarını, ellerinde buna benzer birçok roman olduğunu, hiç bıkmadan yazmam ve yeni yazdıklarımın da bir kopyasını onlara göndermem gerektiğini, hayattan umut kesmememi söyleyerek telefonu kapatacaktı. Umutla başlayan her konuşma sonunda hep bu sözleri duyuyordum. Telefon kapanır kapanmaz benle konuşanlar kendi kurgulu dünyalarına dönerken, benim dünyam biraz daha daralıyor ve küçülüyordu. Dünyamda bir içki ve bir de sigara kalmıştı.
İlk zamanlar her telefon sonrası bir arkadaşı arayıp ”Senin kıymetini anlamıyorlar üstad” hikayesini dinlemek çok hoşuma gidiyordu. Sonraları arayacak arkadaş ve teselli yalanları kalmayınca her telefon sonrası evde oturup içmeye başladım. Hayatımda görüştüğüm sadece iki kişi, iki kadın, kalmıştı. İsmi aynı olan iki kadın. Birisi beni dokuz ay karnında taşıyıp büyüten annem, diğeri ise annemden ayrı bir eve taşındıktan sonra annemin evimin pisliğine dayanamayıp evimi temizlemek için bulduğu temizlikçi kadın Emine idi. İkisi de birbirinin kopyası idi aslında. Neymiş bu kadar içmemeliymişim, ara sıra dışarı çıkıp gezmeliymişim, eski işime geri dönmeliymişim, beni eski karım Nihal aramışmış, başıma ne geldiyse Nihal yüzünden gelmişmiş.... bu muhabbetler hiç sıra kaçırmadan “hadi haftaya tekrar uğrarım” ortak tümcesine kadar devam ederdi.
Telefon ısrarla çalmaya devam etmese ve aklıma hayatımdaki iki kadın hakkında kuşkulu düşünceler gelmese telefonu açmayacaktım. Telefonu açtığımda karşımda ağlamaklı bir kadın sesi vardı. “ Lütfen sesimi kesmeden dinleyin. Ben Eylül, romanınızın karakteri Eylül. Sizi mutlaka görmem lazım. Yarın saat 09:30’da Taksim Meydanı’nda sizi bekliyor olacağım. Görüşmek üzere.” Telefondakinin kim olduğunu., romanımı nasıl okuduğunu, neden bana ihtiyacı olduğunu soramadan telefon kapanmıştı. Ağlamaklı tanıdık ses bana hiçbir soru fırsatı bırakmadan telefonu kapatmıştı. Şimdi ne yapacaktım. Bu sonbahar ayında kalkıp İstanbul’a mı gidecektim. Kendime yardım edemezken nasıl bir başkasına yardım edecektim. Gitmek saçmalıktan öte bir şey olmaz mıydı?.
Kafamda İstanbul’a seyahat hayali canlanırken aklıma bir anda romanım basılmamış olduğu geldi. Bu yüzden tanımadığım bir insanın romanımı okuması imkansızdı. Bu telefon ancak Nihal’in işi olabilirdi. Yine arkadaşları ile buluşmuş ve eğlenmek için beni aramış olmalıydılar. Nihal’e romanı okuttuktan ve bu yüzden işimi bırakacağımı söylediğimde bana “Sırf bu müsvette parçası için mi” diye sormuştu. O an kaybettiği müsvette parçası aslında benden farklı birşey değildi. Bu yüzden kısa bir süre sonra iyi kazançlı işimi ve dünyalar güzeli karımı bırakma kararımı çevremdeki kimse anlamamıştı. Evet olsa olsa bu Nihal’in hayatındaki müsvette parçası ile eğlenme tutkusu olabilirdi. Başka bir şey değil.
Bu tatsız telefon muhabbeti sonrası yatağımdan kalktım. Açlıktan karnım gurulduyordu. Emine hanımın hazırladığı bir şeyler bulurum umuduyla mutfağa yöneldim. Etrafta dün ve daha önceki günlerden kalma şişeler vardı. Emine hanım yarın gelecek bu karmaşaya son verecekti. Dolabı açtım biraz kurumuş peynir ve tarihi bir hayli geçmiş sütten başka bir şey kalmamıştı. Hem Nihal uyandırmış, hem de yiyecek bir şey bulamamış ve bu yüzden yine günüm tatsız başlamıştı. Salona geldiğimde saatin 19:00 olduğunu fark ettim. Televizyonu açıp kanallarda gezinirsem açılırdım. Bugün Cuma idi ve mutlaka güzel bir şey olmalıydı televizyonda. Telefonun ısrarla tekrar çaldığında saat 19:30’du ve ben televizyonda hala güzel bir şey bulamamıştım. Bu yine Nihal’di ve şimdi ona ağzının payını verecektim. Telefonu açtım “Lütfen sözümü kesmeyin. Ben Eylül acele etmezseniz 20:30 İstanbul trenini kaçıracaksınız. Otobüse binmezsiniz biliyorum. Sizi yarın sabah Taksim’de bekleyeceğim. Görüşmek üzere.” Yine bir soru fırsatı bırakmadan telefon yüzüme kapanmıştı. Evet ben otobüse binmeyi sevmezdim. Bunu ne Nihal ne Annem ne de şu ana kadar tanıdığım kimse bilmezdi.... ve acele etmezsem de 20:30 İstanbul trenine yetişemezdim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.