Gök Ve Deniz
15.07.2004
Sevgili Dostum;
Ben korkağım. Hem de korkakların en korkağı!
İstanbul’un en nadide yerlerinden birinde yazıyorum bu mektubu.
Beykoz’dayım. Önümde İstanbul Boğaz’ı, kulaklarımda eskilerden nağmeler.
Bana mektubunda hayatını daha sadeleştirmem gerektiğini, daha basit olmamı, benim ruhumu dinginleştiren yerlere gitmemi söylemiştin. Söylediğini yapıyorum sevgili dostum. Dediğini yaparken gözyaşlarımın anlamını ruhumda hissediyorum. Ve inan bu bana o kadar acı veriyor ki.
Ben korkağım çünkü hayatın acılarını, mutluluklarını, kısa süren sevinçlerini, yalanlarını, gerçeklerini... Hiç birisini taşıyamadığımı fark ettim, dostum. Bu aslında fark etmede değil. Kendini söyleyebilme durumu sanırım. Korkağım çünkü hayattan fazlasıyla kaçıyorum. Burada olmam bile aslında korkaklığımın sonuçlarından biri. Sorumluluklardan, insanlardan kaçıyorum. Ama bu kaçış kendimi iyi hissettiriyorsa beni kim suçlayabilir ki? Bunu bana söyleyebilir misin? Belki hatırlarsın- kesinlikle hatırlıyorsundur- Küçükken seninle bir oyun oynardık. Karşılıklı oturup, bildiğimiz tüm doğruları sayardık seninle. Aklıma geliverdi şimdi.
Farkındasın değil mi? Sahi farkında mıyız?
Bizler ne kadar şanslı doğduk şu dünyada. Bu şansımızın ne kadarını kullanabildik hiç düşündün mü?
Ve insanlar ne kadar ikiyüzlü, sahte varlıklar.
21.07.2004
İstanbul’u özlediğini bende biliyorum. Ama inan dostum, sen İstanbul’un değerini benden daha iyi biliyorsun. Sürekli iç içe yaşadığımız şeylerin güzelliğini fark etmek ne kadar da zor! Kokusunu özlediğin şehre geldiğinde, o kadar güzel duygular hissedeceğini biliyorum ki, keşke bazen bende seninle birlikte gitseydim diyorum. Seninle birlikte özlediğimiz şeylerden bir tanesi de İstanbul olurdu.
Yaklaşık 530 yıldır cihana hâkim olan devletin merkezinden, Topkapı Saray’ının hemen yanı başında olan Gülhane’den sana bunları yazıyorum.
Bazen o kadar garip düşünceler alıyor ki, senin bana neden beni özendirmek istiyorsun soruna karşılık, keşke söylemeseydin diyorum kendi kendime. Şaka yaptığını biliyorum ama benim ne tür şeylerden dolayı, bu düşüncelere sahip olduğumu bilmiyorum.
Gülhane Park’ında milleti bütünleştirmek için Tanzimat Fermanı yayınlanırken, şimdi burada yabancısından, yerlisine kadar birçok insanı görmek mümkün. Bilmiyorum o zamanın yerli insanı, (aydınlardan bahsetmiyorum) yabancılara nasıl davranırdı. Şimdi ki gibi yan yana masalarda çay içebilir miydi ya da aynı yere bakarak, farklı duygulara sahip olabilirler miydi?
Rüzgâr çok esiyor, inan bunları yazmak için gösterdiğim çabayı görseydin, takdir ederdin. Bakır çaydanlığımı getirdiler. Eminim dört bardaktan iki tanesini sıcak içeceğim.
Gülhane parkı o kadar sakin bir yer ki. Burada sadece ağaçların söylediği nağmeye duyabiliyorsun ve tabi ki çocukların sesleri. Yürürken kitap okumayı o kadar özlemişim ki, Goethe’nin yazdıkları burayla birbirini tamamlıyor. Goethe ile tanışsaydım, ona soracağım ilk sorum, Gülhane Parkı’nın neresinde oturuyordunuz olurdu. Muhtemelen o da bana gülümseyip, beni kırmamak için, o büyük ağacın altında derdi.
Önümde iki tane çok güzel çocuk var. Erkek kıza diyor ki, hani âşıkçılık oynayalım. O da tamam diyor ve el ele tutuşuyorlar. Ah dostum, görsen ne kadar sevimli çocuklar. Çocuklar üzerine ben ne diyebilirim? Onların saflığı o kadar güzel ki, sanırım saf olmayanlar tarafından çabucak kandırılmaları da, bize bir şeyler söylüyor dostum. Ya da, büyüyünce neden bu kadar saf olamadığımız. Hayat bizi kandırmaya çalıştıkça bizim saflığımız eriyip gidiyor.
Farkındasın değil mi ne kadar bencil olduğumu? Bütün sözleri sonunda kendime getirdiğimi. O güzel âşıkların saflığını görmeyip, onları kandırmaya çalışacak olan hayattan nasıl da dem vurduğumu.
Neden ben bir pamuk ipliğine bağlandım? Mükemmeliyetçi olduğuma bazen inanmıyorum ama bütün bu soruların arkasında bu anlayış mı yatmakta ya da hastalık mı demeliyim?
Dostum, son iki gündür gözlerime uyku girmedi. Uyuyamadım çünkü romanlarda ki, kırılgan, kalbi hastalık içinde ki soyluları kendime o kadar çok benzetiyorum ki, doktorların onlara temiz havaya çıkmaları gerektiğini söylemeleri gibi, bende sanki o doktorlardan tavsiye alıyorum gibi güçsüz hissediyorum. İnsan neden bu kadar güçsüz olur? İnsanlar neden bu kadar güçsüz olur? Çocukluğumuzdan beri duyarız. “ İnsanların güldüğüne bakmayın, aslında onların içi nasıldır haberiniz var mı?” Neden bu kadar hassasım, bilmiyorum. Bütün insanlarda olan şeyler bana da oluyor demişsin. Evet, haklısın ama o insanlar nasıl kurtuluyorlar bütün bunlardan? Biliyorum çok fazla saçmalıyorum. Ama bazen insan hiçbir şey bilmek istemezken, ne bilmemek istemediğini de bazen bilmiyor. Buraya gelirken, yaşadığım bir olayı anlatayım. Üç tane çocuk. Biri on beş, on altı yaşlarında, sırtında bir-iki yaşlarında çocuk. Diğeri on üç-on dört yaşlarında bir erkek. Erkek o yaşında kadının karşısındakini gücü keşfetmiş, ona “gel lan buraya” diye bağırıyor, sert bir biçimde. Kızın yapmak istediği şey ise uçurtmalara bakmak. Orada uçurtma satan adam, karşılarına geçmiş, “uçurtma, uçurtma” diye bağırıyor. Beynime kan sıçradı. Onların gitmesini bekledikten sonra, adama “nasıl bu kadar düşüncesiz olursun” dedim. “Ne diyorsun sen” dedi, tartışma uzadı gitti. Daha da sinirlenerek terk ettim orayı. Kimi insanlar, yanlışı kabul ederken, kimileri de kabul etmiyor.
Dostum, şimdi biraz yürüyeceğim, bana yazarken, lütfen içinde bulunduğum durumu göz alarak, açıkça yaz. Dışarıdan kendimi hissedemiyorum, görüşmek üzere.
06.08.2007
Şu anda pek yazabilecek bir durumda değilim sana. Ama kimin umurunda ki sana yazı yazabilecek durumda olup olmadığımı. Neden diye sorarsan, yanıtım aldığım ilaçlardan olur. Kahrolası ilaçları aldığımdan beri ölü gibiyim. “Ölü gibi dolaşıyor” cümlesi şu anda bende mevcut. Neden yazma ihtiyacı duydum? İçimdeki şeyler her geçen gün daha da bir yük haline geliyor. Her gün, ağırlaşıyor ruhum, bedenim ise gittikçe, kelimesini bulamıyorum. En küçük bir nezlede yataktan kalkamıyorum. Altmış iki kilograma kadar düşmüşüm. Yazlıkları çıkardığımda bütün elbiselerimin bana bol geldiğini görünce, aklıma dışarıya nasıl çıkacağım sorusu geldi. Neyse ki iyi niyetli insanlar var da, bana elbise alıyorlar. Biliyorum, ne diyeceğimi bilmeden sana saçma sapan şeyler söylüyorum, ama inan umurumda değil. Dostum, dışarıdayken bütün sesler beynine doluşunca midem o kadar bulanıyor ki, artık dışarıya da çıkmak istemiyorum. Odamın kapısı kapalı ve sadece müziği hissederek hayatımı sürdürüyorum. Yemeğimi bile odamda yer oldum. Odaya uçan canlı türlerini almak için pencerelerimi açıyorum, sinekleri izlemek güzel bir duygu ama büyük kelebek ve arılar girince, odayı terk ediyorum. Sonra aklıma demek ki çıkabiliyormuşsun diyorum. Sonra neden dışarıya çıkmak istemediğimi soruyorum. Sonra elime bir tshirt alıp izleyemediğim canlı türlerini korka korka kovmaya çalışıyorum.
Kaç yıldır sorduğum sorumu tekrarlıyorum sana, lütfen buna mantıklı cevap verme hanene yeni bir tanesini eklemeye gayret göster. Yapamıyorum deme, kendine güven.
18 yaşında düşündüğümüz şeyler bize saçma gelirken bundan beş sene sonrada 20 yaşında ki düşüncelerimiz bize saçma gelmeyecek mi? Saçma olacağına inandığımız şeyi düşünmek neden? Yoksa şimdi ki düşüncelerimizden. Mesela 20 tane düşüncemiz olsun, 19 tanesi 5 sene sonra yanlış, bir tanesi doğru olursa, o zaman düşüncelerimizin saçma olduğunu, o bir tane çıkabilir diye düşünmemeli miyiz?
Murathan Mungan’ın Aynalı Pastane kitabında, sanırım oydu. Erkekler kadınlara hep ben başkayım görüntüsü vermek ister, ben özelim vs şeyler söylüyordu kitapta. Bende erkek olduğumu bilerekten kadınlarla ilgisi yok ama neden bende normal bir çocuk olmadım. Normalden kastım, normali insanı görünce, normal insan deriz ya. Evet, kendi nefsimi yücelttim. Biliyorum ama nefsimi yüceltmeyeyim diye içimde bırakamazdım. Anadolu’da tek derdi, çobanın sayısı kaç olan bir çocuk neden olmadım?
Herkesin isteğidir bir yerlere gitmek, uzaklaşmak. Ancak çok az kişi bunu başarabilmişken, gitmek istiyorum demekten korkuyorum. İstiyorum bunu, ama dile getirmekten o kadar çok korkuyorum ki. Neden korktuğumu da bilmiyorum. Buna göre, gitmekte istemiyorum gibi gözüküyor ama bu durum karışık. Bazen sokakta yaşayan insanlara, onları sinirlendirecek kadar bakarım. Gözlerine bakarım onların. Acaba ben onlar gibi olabilir miyim diye? Sokaklarda ölmek ve basit yaşamı istiyorum dersem dile getirmiş olurum değil mi? Korkumun sebebi sence, nasıl bir Fin yapımı korku tüneline girersin de, yürüyüşlerin heyecan dolu olur. Sokaklarda bana öyle mi geliyor acaba?
Bana saçmaladığımı söyleyeceksin. Söylediğimi biliyorum. Ama inan, bir çocuğun gök gürledikten sonra ağlamaması gibi, bende hayatın ta kendisini; çocuğun gözünde gök gürledikten sonra, camların kırılması gibi algılıyorum. Korkumun sebebi ilaçların yan etkisi mi yoksa sebeplerden dolayı mı ilaçları alıyorum, doktorum bir şey söylemedi.
Doktor demişken, doktor kilo aldıracak bir şeyler verdi. Boyumun 1.86 olmasına karşın 62 kilo olmam, herkes gibi doktorunda hoşuna gitmedi. Bir yerde, birisi yanındakine “aa bak Afrikalı” dese, acayip sesler çıkarasım var. Hastalığımın ateşlenme dönemi içersindeymişim. İçki vs şeyler, hastalığı daha da ateşleyeceğinden dolayı yasakladı. Zaten midem sürekli ilaçlarla dolu, alsam hastaneye gitmem gerekir. Doktorda düşüncesiz. Hiç böyle bir durumdaki kişiye, gözetmeni olmadan böyle ilaçlar verilir mi? Maazallah ölür çocuk. Hastaneye yatırılma durumu söz konusu oldu ama, bir süre daha dışarıda kalmam lazım. Yaklaşık bir buçuk ay kadar. Ondan sonra bütün her şeyimi onlara teslim edeceğim. Düşüncesiz, yönlendirilmeye muhtaç, söylediğini anlamayan biri olacağım anlayacağın. Belki de bu sana son mektubumdur. Belki de her gün gelen mektupların başında bu vardır. Kendine iyi bak dostum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.