- 635 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SABAHLAR İSTERDİİ..!
UMARSIZ SABAHLAR...!
Gecenin tüm ayazına rağmen sabahın olacağını düşünmüştü Çınar..!
Önünde koskoca bir tarih yatıyordu, ne çok fırtınalar, karayeller, lodoslar, ihanetler görmüştü o, hiçbirine benzemiyordu bu çocuk.
Her an bir yerleri kırılıyor, ebedi vahasının özlemi ile aldırmıyordu.
Bütün çabası sabahın olacağına dair anılarıydı, üşümesinler diye sıkıca dolamıştı dallarını, ağırlaşan yorgun gövdesine.
Denizin yamacında öylece yalnız ve mağrur.
Aklına hep ele gözlüsü düşüyor, hasletleri,anıları ayaza karşın, treni beklemede güç veriyordu ona.
Yüreğinin tüm acısına rağmen, bir şeyleri bekliyormuşcasına, anıların semasını gözlüyor duruyordu, bıkıp usanmadan, yorgun ve ateşe dönmüş gözlerle.
Bir ara, şehrin ışıkları ilişti gözlerine, oda ne!
Onlarda üşüyordu, o an öylece kalakaldı.
Ebabil kuşları da yoktu..!
Karanlık gecede vurulduğunu anladı..
Yorgun gövdesi sırılsıklam olmuştu.
Hakim olamıyordu iç ekişlerin, gövdesini sarsmasına.
Bakışlarına bir sis perdesi gelmişti, trende selamlamamıştı onu,anladı.!
İçi isyan doldu, çocuğun gözlerinde ölmek geldi aklına.
Denizin hırçınlığına takıldı gözleri bir ara.
Oda ağlıyor, anılarıyla dövüyordu sahili, kanayan köpüklü dalgalarda.
Bakışları huzur arıyordu sanki, yorgun vücudu iyice ağırlaşmıştı.
Düşmemek için, dizlerinin üstüne çöktü, dallarını semaya doğru açtı ağır ağır.
Umarsız sevdası düştü aklına.!
Engellenemeyeceğini bile bile eleştirmişti aşkı, o güzel yüreğinin ağıtına bakmadan, kıyasıya acımasızca ezen beyninin esiri olmuştu diye düşündü, anılarının içinden.
Şimdilerde tükenmişlikmi var? diye suçluyordu ela gözlüsünü…
Dağın yamacını düşünmeden öte yanı merak ederek bunaltmıştı sımsıcak yüreğini.!
Öyle istendiği gibi akıllı usluda olamamıştı Çınar, bundan sonra da olamazdı zaten.
O ne bir Bilge ne de bir Pigmalyondu ama bugüne değin yaşamında seyrek duyduğu bir sevgi yoğununu anlatılmasını beceremeyen ve tekli olmadığına inandığı yolculuğun yorgunuydu o.
Hala düşünüyordu;
Sevgi ne kadar acıymış diye.
Ne kahrolası yeni bir kitap, ne de bir şiir, bir yazı, yazıp okuyordu artık
“Sabaları isterdim den başka.
Ah, o ne çok inanılan beyninin kalbinin gücüne yenilmesini hazmetmemesi, onu bilmiyordu ama okyanuslar kadar doluydu Ekimler, çocuğa dair.
Eriyip giden Ekimlerin ruhunu saran, ne kardelenler kalmış ne de ruhunu iade etmeye gelecek olan Asya kadar buğulu bir çift ela göz vardı…
Oysa bir teki için neler neler vermezdim diye düşündü Çınar, içini çekerek hüzünle…
Yüreğine saplanma onurunu yaşatmıştı elalar Ekimlere asırlar boyu unutamayacağı buselerde.
Karanlık gecelerde acıyan göğsü ve buğulu gözlerinde düşler kurmuştu bu günlere dair. Evcil dünyaların hülyalar ile yaşamıştı hep, okyanuslar kadar doluydu bugünlerde artık. Can sıkıcı bir gecenin ardındaki gizin bedelini ağır ve kendini iğrenç hissedercesine ödemişti.!
Okyanus tanesi gönül’lü Ekimler bir kağıt parçası gibi asılı kalmıştı, Beşinciiklimde yapayalnız ve yorgun..!
Asıl, şu anın onur kırıcılığının yaşanılmasının sebebi kadermiydi, merak ediyordu, yosun tutmuş yalnızlığında..!
Artık sonbaharda gelip gitmişti, Ekime hüzünlenerek dökerek yaprakları.
”Bir dinazorun anıları”nı bile okuyamamıştı, çocuğun yazdıklarını okuma tutkusundan.
Çınar biraz kırgın biraz kızgın;
”Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul”ezgisi düştü aklına, Umarsız sevdası ile.
Dudaklarına bir yudum tebessüm gelmişti sanki, asırlar sonra, derinden bir iç çekti, gecen ayazını hissetti acıtan gururunda.
Boğumlarında düğümleniyordu söylemek isteyip söyleyemedikleri, yazmak isteyip kıyamadıkları, hep yutkundu, gözleri kıpkırmızı ve dolu!
Sağa sola duyarsızca salındı, artık dallarında, kırlangıçlarında olmadığını hisseti.
Korkuyordu yalnızlığının karanlığında.
Bu sefer de etrafını korku perdeleri sarmıştı ürküyor ve üşüyordu.
Acaba yine bir son mu yaşıyorum” diye düşündü.!
Acıyan yüreğindeki kaygı ile.
Şövalye ruhu, kan revan içinde!
Hep savaşmıştı ihanetlerle, onuruyla.
Ölümün soğuk nefesini hissetti sesinde.
Umarsız sevdasının gözlerini göremeden mi?
Diye ürperdi.
Artık tahammülü de kalmamıştı, kanayan yaralarının acısını duydu derinliklerinde, aldırmadı.
Umarsız sevdasını göremeden mi diye karanlıkları yırtarcasına haykırdı!
İsyanla çırpınan denize daldı gözleri çöktüğü yerden.
Acıtan Yüreğin yenilgi sayfası yok mu, kahrediyordu onu dünlere dair.
Kar yağmış dallarındaki görkemi sevgiyle şiirlerde anlatan, işleyen, elaları düştü aklına hep beklemişti, yoktu hala çocuk.
Çınarlara da bir ömür çiziydi herhalde diye düşündü hüzünle.
Sabahların yalnızlığında, dallarındaki kumrular anlıyordu onu yalnızca, ne de güzel çağırıyorlardı sevgililerini, hasretlerini.
Hıçkırıkla karışık, içini çekti derinden.
Aşk kimine göre acziyet ve utanç olsa da, ona göre asla olmuştu bu güne değin.
Anlamı oluğuna inandığı duygular çok kısıtlı yakalanabilirdi ki onunda gemlenmesi fıtrata bile tersti diye düşünürdü hep.
Şöyle bir silkindi, kalkmak istedi, her yeri kaskatıydı adeta.
Çocuğu düşündü bir an!
O da ne!
Yar karşısında, Ona özlem ve sevgi ile gülümsüyordu.
Ay doğmuştu sanki, iskeleye doğru seyirtmek istedi sevinçle, gözlerini ovuşturdu, yine aynı şeyler mi! diye ürperdi, iskele, deniz, çocuk, sevdası yine yok olmuşlardı.
Ay da yoktu artık, yar da, hüzünlendi yeniden.
Soğuk ve karanlık içine kadar işlemişti, silkindi isteksizce, gövdesi yine kalkmamıştı yerden, lodosta, soğuk da iyice azmıştı, anıların ince bayırına sevgi ve özlemle baktı, yıkılmış viran şehirden üşüyen topraklardan başka geriye bir şey kalmamıştı ama, sabahlara dair inancı vardı hala, hasretlerini irdelemeye daldı uzunca.
Duyguları yoğunlukla yaşayamadıktan sonra, her karenin bilinmesi ile, sonu ve başı belli olsa ne olur, ne çıkar diye düşünüyordu çoğu kez.
Duygular özgür olmalıydılar hep..!
Dalları özgürce sarmalıydı çocuğu, tüm bedeninde hissederek sıcaklığını.
Yine treni bekledi üşüyerek, inatla.
Asya kadar buğulu ela gözlerin yüreğine saplanan, okyanus tanesi gönüller unutulabilinirmiydi?
Nerede o hicaz ağlamalar, diye hayıflandı homurdanarak çöktüğü yerden!
Yeni şehirlerin, yeni mekanların evcil korkuları mı vardı?
İnsancıl davranışlar bile sıkıyor, bunaltıyor kahrediyordu bu kuşanmışlıkla Çınarı, çocuğa dair, aklından kötü şeyler geçiyor ruhunun kıskacında kilitleniyordu.
Önceleri bu demde duymadığı kıskançlık, şimdilerde tüm benliğini kaplamıştı, yalınızlık kemiriyordu tüm bedenini, bir ses duyamamak çocuğun gözlerini görememek çekilen en büyük ezaydı ona göre.
Yaralı çınar, çürümenin başladığını, içten içe eridiğini hissediyordu artık.
Elaların derinliklerinde leyli de yoktu.
O “ölmezde yaşarsa Ekimler” diye sevinirdi, sadece!
Artık Mayıs da bitiyordu, yağmur da yağmazdı diye üzüldü derinden.
İçi bir başka buruktu yarınlara dair.
Çınarın hüznüne inat, gül yüzlüsü de yoktu şimdilerde, yaban gülleri sarmıştı tüm bedenleri.
Serhadın kağnılarının uğramadığı,
Sevgilinin ansızın vurulduğu gecede, öksüz ve yapayalnızdı…
Şehrin solgun ışıklarında üşüyordu artık, bu şehire bir ölüm daha gerekti diye, hıçkırdı derinden sarsıla, sarsıla.
Yaralarına baktı, yine gözleri dolu, dolu buğuluydu, dallarını kavuşturarak yüzünü gözünü silmeye çalıştı, beceremedi!
Tenini özledim çocuk dedi, “gözlerinde ölmemek” için direndi, solgun ışıklarda bir
Nur arıyordu geceler boyu!
Sonra vakarla sağa sola bakındı;
Sensizim iklimler boyu diye sarsıldı.! .
Dallarını yere dayadı, yavaşça, acıyan göğsünü tuttu, gururla kalktı, gözlerini, ihanetlere ağlayan yağmura ve tanyerine dikti.
Dallarını semaya uzatarak bir şeyler mırıldanmaya çalıştı.
Buğulu gözleri çakmak, çakmak olmuştu.
Anıların ince bayırına baktı tekrar salınarak, ağırca.
Dağın yamacı ilişti gözlerine uzaklardan, öbür tarafını düşleyebilirim sadece diye buruldu
.” Irmaklar sonbaharda da ağlar” gibi, kısılmış sesle haykırdı, bir an!
En ölesim gecede “leylim yağmurla gelecek mi? ” diye düşündü.
Sonra büyük bir gürültüyle bitkin gövdesi ağır, ağır bir eli açık, semaya bakarak, İsyanla!
Zaman kavramının tükendiği, yaşamın biteceği kuytularda ebedi vahasın dan yoksun, öksüz ve yalnız, onuruyla.!
“Dön yürek yurduma” diye mırıldanırken öylece kalakaldı!
Reçetesiz bir illetle, başka gezegenden gelmenin acıtan gurur kırıcı ihanetleri ile beraber..!
HARAMDIR..!
Asya kadar buğulu,
Bir çift ela göze bakan,
Gözlere,
Haramdır,
Diye ela gözlüsü çocuğu düşleyip bekliyor hep,
Asırlardır, Çınar.!
Ö. Faruk Toydemir