NURUN İLK DAMLASI / AŞKIN İLK TOHUMU
NURUN İLK DAMLASI / AŞKIN İLK TOHUMU
Ben aşka yürüyorum, ölümsüze. Onlar beni dış şartlarıma hapsetmek istiyorlar. Yüreğimin hasret kaldığı suyun başında set olmuşlar. Bilmiyorlar, sular hep Hüseyin’e doğru akar. Hüseyin ki sudur zaten, suya ne hacet? Sebepler dünyasının ötesini göremeyenler tutuyor beni. İçimde akan ırmaklara kör bakıyorlar.Nil,Fırat,Dicle benim ayrılık ateşiyle döktüğüm yaşlardan beslenmiyor mu? Sakarya ruhuma dökülmüyor mu her gece yarısı? Kün kuvvetini ağyar nerden bilesi?
Öksüzlüğüm, okşayacak ele hasret. Yalnızlığım dost sesinin özlemiyle tetikte. Ben gözlerimi dağa dikmişim hep. Biliyorum ki dağ kuşanma yeridir. İçsilahlanma karargâhıdır. Dağdan şehri ışıtacak bir ışık kuşanan tüm erler gibi hazırlığımı tamamladım. Yeni bir hançer mi yiyecektim, yoksa yeni bir mukavemet mi kazanacaktım bilmiyorum. Allah’la aramda bir yol olmalıydı. Kendimi Ona hazırlamamın bir şeması, şekli bulunmalıydı. Ne denirdi Allah’a, O’ndan meçhul olan var mıydı ki? Ne istenirdi o’ndan O bizi ihtiyacımızı bizden daha iyi bilmez miydi?
Yaşım küçüktü. Ruhum oldukça büyümüş. İçimde bir İbrahim kıvılcımı, bir İsmail kurbanlığı vardı. Taşlar ellerinde bir dosya zabıt tutmak üzre görevliydi. Bahara yaklaşıyorduk. Mart ayındaydık. Yaylaydı köyümüz. Yüreğimiz açık, yollarımız kapalıydı. Her kar tanesini bir meleğin indirdiğini bilmiyordum. Meğer ne çok melek varmış köyümüzde. Ve Allah’ın ne çok melekleri varmış bize fizikötesinden nişanlar getiren. Kar ruhumu arıtıyordu, düşlerime melekler doluyordu. Biz gözlerimizi kapalı yolumuza dikmiş bekliyor, dua ediyorduk. Güçlü bir dua kültürümüz vardı. Biz her sıkıntıda kurban adar, her elektrik kesildiğinde Allah’a dua ederdik, elektrikler gelsin diye. Ve biz o zaman Nur suresini bilmezdik. Bilgimiz noksandı ama temiz bir iman taşıyorduk. Ben yine dua ediyordum:
—Allah’ım senin beni bildiğini, sevdiğini bildir bana. Benim seni bileceğim bir yol göster bana, diye yalvarıyordum. Yine hastaydım, yalnızdım, melâl sınıfındaydım, hüzün talim ediyordum. Ve her kulu Allah’ın bildiğini bilmiyordum. ‘Nefislerine zulmeden kullarım’ diye bize bir hitabı olduğunu da bilmiyordum.
İlkokul 5.sınıftaydım. Ezan duymamıştım köyümde, kulağıma ezan okunmamıştı. Öğretmenimiz de aleviydi…”çocuklar size abdest almasını öğreteceğim. Abdestte konuşulmaz.” dedi. Biz abdesti hemen öğrendik. Sanıyordum ki abdestliyken Allah’a daha yakınız. Ve abdestliyken konuşulmaz. O mart soğuğunda abdest aldık. Konuşmuyordum abdestim bozulur diye… İçimdeki o ses neydi ya Rabbi? Ruhum bir deniz gibi coşmuştu. Yıldızlar kayıptı semada, sanki hepsi içime doğmuştu. Nasıl inip çıkıyordum göğe, nasıl çırpınıyordum içli içli. Gözyaşlarım akıyordu durmadan. Ve ben abdestin müminin silahı olduğunu bilmiyordum.
Sonra konuşturdular beni. Dağını kaybetmiş münzevi gibi olmuştum, karargâhını kaybetmiş asker sanki. İlk temasım ilk terbiyem, ilk dersim buydu. Sonra şehre gittik, yollar açıldığında… Camiye gittik, Cuma günüydü. Dikkatimi ilk çeken şadırvanda abdest alanlar oldu. Heyhat konuşuyorlardı! İçbesteleri yoktu sanki ağlamıyorlardı, silah kuşanmıyor, kravat takıyorlardı sanki. Ben ilk abdestimle, şadırvandakilerin abdestini çok farklı bulmuştum. Bu fark zamanla ruhumu öğüten değirmene dönecekti nerden bileyim? Namaz için camiye yürürken arkamızdan bir ses:
—Aleviler de camiye geliyor, bunlarla aynı safta durulmaz! Ben sanki bülbülü eti için kesiyorlar zannettim. Dedem hışımla adama baktı, sıkıca elimi kavrayarak içeri girdik. İlk defa cami görüyordum. Allah’a daha yakındım. İçimdeki ses bu okunan Kuran’ın ritmine akıyordu. Ben yine ağlıyordum. Sırtımı ter kaplamıştı. Sanki Allah beni görüyordu. Ben sadece Fatiha’yı ve İhlâsı okuyor, ‘Allah’ deyip, dedem ne yaparsa onu taklit ediyordum.’’Allah seni görüyor, sen O’nu görmesen de’’ emrini de bilmiyordum. Hoca çok güzel göründü bana. On iki imamdan mıdır bilmem imam hep sevimli gelmiştir bana. Şimdi konuşmuş gibi hatırlıyorum imam’ı şöyle dedi:”Hz.Ebubekir o kadar cömert ve merhametliydi ki ‘ Ya Rabbi beni cehennemine al öyle büyüt ki vücudumu diğer kullarına yer kalmasın!’ nasıl ruhuma çakılmıştı bu sözler, nasıl yüreğimi sarmıştı, nasıl mart soğuğunu temmuz güneşine çevirmişti anlatamam.
Camiden çıktık. Ayakkabı telaşını da unutmadım. Birbirlerinden emin olmaları gereken bu insanların ayakkabı telaşını ve Allah’ın evi olan camiden kaçarcasına çıkmalarını zihnime yazmışım. Dedem epey bekledi. İçerden yüzü kararmış, gözleri mor halkalı imamın sakalı gibi güzel olmayan sanki hava olsun kabilinden sakallı biri çıktı. Dedem: “Osman Ağa, ettiğin sözü duydum ayıp sana yakışmaz ‘dedi. Osman Ağa:”Hasan Efendi ne oldu yani ‘kırk yıllık kâni olur mu yani’ bercestesinin kapsadığı anlamda bir şeyler söyledi, çekti gitti. Bu çocuk ruhumda ilk nurdu, ilk acıy
dı. Ebubekir efendimizin sözü ilk nurdu. Yezidi ilk defa kasabamızın merkez camisinde Osman Ağa’nın şeklinde görmüştüm. Aradan kırk yıl geçti. Kerbelâ ve Hz. Hüseyin efendimizle ilgili Yezitle ilgili ne okusam karşıma Osman Ağanın şekli gelir hep. Yezidi, ilk defa camide; hem de cuma vakti, müminlerin, kardeşlerin toplanma yerinde, görmüştüm. İlk nur Hz. Ebubekir’in sözüyle aktı içime.”Beni cehennemine al vücudumu büyüt kimseye yer kalmasın”
Secdeden koparma beni. Ruhumu yüreğimi yaralama. Öfke denizimizi dalgalandırma. Ebubekir Efendimizin kanatlarından in, ruhunu kullarına tıkayan, O kulların Halıkına nasıl açar? Günahkârdan kaçan ah günahtan kaçabilse? Aşk mümin yüreklerindir. Ağyara kasavet ve gamdan gayri nasip yok!
YORUMLAR
...
İçimdeki o ses neydi ya Rabbi? Ruhum bir deniz gibi coşmuştu. Yıldızlar kayıptı semada, sanki hepsi içime doğmuştu. Nasıl inip çıkıyordum göğe, nasıl çırpınıyordum içli içli. Gözyaşlarım akıyordu durmadan. Ve ben abdestin müminin silahı olduğunu bilmiyordum.
...
Yüreğinizin güzelliğini satırlarınıza nakış gibi işlemişsiniz.
Yüreğiniz ve kaleminiz sağ olsun efendim.
Selam, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Rabbime emanet olunuz.