Kanayan Yaram Olsa Gerek!
Ey Lefkoşe, kalmış bize ancak bir ucun;
Gitmiş yarıdan fazlası on bir burcun…
Elden çıkacak yavaş yavaş eldeki de
Gülmezse bugün yarın mukadder yolcun.
Rüzgarın uğultusu gecenin karanlığına musiki tadı katıyordu. Kimsesiz kaldırımlarda tek başınalığın tadını çıkarırcasına yürüdü. O yürüdükçe kaldırımlar büyüyor, yol alabildiğine uzuyordu. Karanlık ruhunu kaplarcasına bütün etrafı sarmış, onu tarifi mümkün olmayan duygular içerisinde geçmişin o izbe köşelerine doğru sürüklemenin tadını çıkarıyordu. Geçmiş; çok uzak bir kavram değildi onun ruhuna. Sanki o anları tekrar tekrar yaşarmışçasına bütün bedeni akıl almaz bir biçimde titriyordu. Sahi ne olmuştu, onun ruhunda bu kadar derin izler bırakan neydi?
Ardı arkası kesilmeyen sorular sigarasının dumanında bir bir kayboluyor, sonra her nefeste tekrar bütün ruhuna doluyordu. Daha ne kadar devam edecekti bu sonu meçhullerle biten düşünceler. Kader en acı oyununu ona mı oynuyordu? En çokta karanlığı seviyordu ve kimsesiz kaldırımları. Bir tek onlar anlıyordu ızdırabını, çünkü aynı kaderi yaşıyorlardı. Gecenin bitmesini hiç istemiyordu. Güneş etrafı aydınlatırken onun ruhunu karartıyor çilelerin en büyüğünü ikram etmenin sevinciyle bütün insanları neşelendiriyordu. Bir ara kadınını hatırladı ve aslan parçası oğlunu…
"
Gül bahçelerinde vardı gülden bir kız
Duydum, ki güzel düşüyle kalmış yalnız!
Ey Kıbrıs’a yollanan uçaklar, benden
-Allah için olsun-ona-bir gül atınız! "
Onları ne zaman hatırlasa topal bacağı ve kopan kolu kabus gibi bütün ruhunu ilmik ilmik sarıyor, göz pınarları çağlayanlara inat akışların en güzeliyle yanaklarından toprağa bir bir akıyordu. Ne yapıyorlardı acaba, belkide cennetten onu izliyorlardı, kim bilir belki de Allah’a dua
ediyorlardı onun için. Oğlunun kanlar içerisindeki körpecik bedenini hatırladı ve saçlarına dokunmaya kıyamadığı, gözlerine bütün dünyayı feda edebileceği yarini…
Savaş biteli otuz yıl olmuş, fakat Mehmet Çavuşun içindeki savaş hala bitmemişti. Kollarında kaç tane aslan can vermişti. Kaç yürek yangını ruhunun bütün izbe köşelerini sarmıştı. Anavatanı, Anadolu’yu ölmeden önce bir görsem diye geçirdi içinden… Acaba orada ki insanlarda bu kadar vurdum duymaz olan bitenden habersiz miydi? Neydi bu insanları bu kadar değiştiren. Sanki o kabus gibi anları bu millet yaşamamıştı yada yaşayanlar bunlar değildi. Vatan, Bayrak ve Hürriyet için Urumla savaşılmamış mıydı, katliamlara son vermek için binlerce yiğit toprağa girmemiş miydi? Bütün bunlar nasıl unutulur aklı almıyordu. Neden bu insanlar ona düşman gibi bakıyorlardı, bir kolunu ve bacağını onların geleceği için vermiş olması suç muydu? Bir şeylerin yanlış gittiğini biliyordu, ama yanlış olan o muydu yoksa geçmişini unutup heva ve heves uğruna Vatan denen nazlı gelini pazarlayanlar mı? İçinden çıkılmayacak derecedeki soru yağmuru Ezan sesiyle duruldu. Sabah namazını kaçırmamak için adımlarını hızlandırdı. En huzurlu olduğu an bu an olsa gerek. Camide kimse kalmamıştı ondan başka. Nasırlı ellerini semaya açmış duaların en güzelini Rabbine ısmarlamanın huzuruyla yavaş yavaş oradan ayrıldı.
"Artık ne sefer var, ne zafer talibiyim
Madem ki şu hür ülkelerin sahibiyim…
Lakin bana söyleyin ey çocuklar;
Kendi yurdumda, neden, böyle misafir gibiyim "
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.