- 846 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ASKERLİK ARKADAŞI
ASKERLİK ARKADAŞI
- Yazlığa ne zaman gideceksin?
- Daha çok erken Ali abi, havalar biraz daha ısınsın
ama belki bahçeye bakım için bir ara gider gelirim.
- Ben de onu soruyorum.
- Hayırdır?
- Hayır canım bizim şerle işimiz olmaz.
- Yoksa benimle gelmeye nihayet karar verdin mi?
- Geleceğim ama bir şartla benim sizin orada
Bademli köyünde bir askerlik arkadaşım var ismi Mümin bir sor bakalım sağ mı, yaşıyor mu? Aradan 55 yıl geçti bir birimizi ne gördük ne bir haber aldık. Dedi ve anlatmaya başladı.
- İkinci Dünya Harbinin en hararetli zamanı, Alman kapıya dayanmış vuruşmaya ha girdik, ha gireceğiz. Müminle beraber Çanakkale’de askeriz. O günler kıtlık günleri, yokluk günleri... Beraber yiyip, beraber içiyoruz. Geceleri de terzihanede büyük biçki masasının altında ot yatakları serip yatıyoruz.
Mümin çok becerikli yiyecek bulamadığımız zamanlar gidip balık tutuyor denizden. Balık dedim de aklıma geldi Mümin sağ da gidersek eğer, hem iyi bir balık yiyelim hem de bir güzel kafaları çekelim seninle.
- İşte şöyle yola gel. Nihayet seni götürebilecek bir sebep buldum.
Ali ağabey uzun beyaz saçları ile dikkat çeken, kasabada ki küçük matbaasında muhtelif basım işleri yanında gazetecilik yapan şair bir dostumuz. İyi bir ozan. Hece vezni ile yazar ve yazdığı şiirler gerçekten okumaya değer. Basılmış iki de kitabı bulunuyor. Bir ara yeni şiire merak sardı ama birkaç denemeden sonra, olmadığını gördüğünde vaz geçti. Sohbetine doyum olmaz. Her kes tarafından sevilir. Ama iş yazıya gelirse gazetesindeki köşesinde yanlış yapana hiç affı yoktur. İşte o zaman Ali Ağabeyin kalemi kılıçtan keskin olur. Bir de okey oynamayı çok sever. Taş gelmediğinde etraftan özellikle küfür ettirmek için kızdırırlar. O da taşı el hareketleri ile küfür yollu atar. Oyun oynamadığı zamanlar masada seyircidir ama, seyretmekten çok başı önüne düşmüş olarak uyur. İşte böyle uyuduğu zamanlarda yakaladığımda, alır bir başka masaya götürü, uzun uzun sanat üzerine tartışır sohbet ederiz.
Bu sohbetlerin sonunda eğer zaman ve hava müsaitse; kasaptan biraz et, manavdan meyve, sebze ve bakkaldan da bir ufak rakı aldı mı doğru bir çeşme başında yakarız ateşi. Her defasında ben de içeceğim diye söz versem de, araba kullanmayı bahane ederek kaytarırım. Aslında içki sevmediğimi bilir Ali ağabey. Benim bütün amacım bu değerli dostla biraz daha sohbet etmek, biraz daha beraber olmak.
Geçenlerde bir toplantı için gittiğimde Ali Ağabeyi biraz daha yaşlanmış olarak gördüm. Artık içki masasında da uyumaya başlamış.
İşte bu dostun askerlik arkadaşı olan Mümin benim çok iyi tanıdığım bir kişi.
-Ali Ağabey; Mümin yaşıyor ben kendisini tanıyorum... desem, kesinlikle “Sen beni gezmeye götürmek istiyorsun” der, inanmaz.
Yazlığa gidip bahçe bakımı yapıp döndükten bir süre sonra; müşterek dostumuz, İrfan Bey ve Ali Ağabey
üçümüz gitmeye karar verdik ve sabah erkenden yola çıktık. Bayağı heyecanlıydı. Durmadan Mümin hakkında sorular soruyordu.
- Yaşlanmış mı? Geçimi nasıl? Evlenmiş mi? Çoluk çocuğu var mı? Beni hatırlar mı, beni tanır mı?
Biz de kendisini biraz daha meraklandırmak için:
-Az kaldı gidince kendin sorarsın...diye geçiştiriyor
veya konuyu değiştiriyoruz. Yol boyunca hiç uyumadı. Başka zaman olsa hemen uyurdu.
Sabah evden kahvaltı yapmadan çıktığımızdan acıktık. Durup bir yerde bir şeyler yeme teklifimizi kabul etmedi.
- Gittiğiniz yerde yersiniz, yolumuz az kaldı... dedi.
Benzin almak için durduğumuzda söylendi:
- İnsan yağını, gazını akşamdan almaz mı? Sizler
ne biçim şoförsünüz? Ya yolda benzin bulamazsanız ne olacak?
Bütün bu hırçınlıklarının 55 yıldır hiçbir haber alamadığı ve çok sevdiği arkadaşı ile buluşmanın verdiği heyecandan ileri geldiğini biliyorduk. Kıpır kıpırdı. Bir türlü yerinde duramıyor, devamlı Müminle olan askerlik anılarından bahsediyordu.
Geleceğimizden Mümin’in haberi yoktu. Ve de benim bildiğim köyde, 70 yaşın üstünde bir Mümin vardı. Ama Mümin’in aslında Ali Ağabeyin askerlik arkadaşı Mümin olup,olmadığını kesin bilmiyor sadece tahmin ediyordum. Soyadını söylemişti ve ben de “evet o” diye yalan söylemiştim. Amaç beraber seyahat etmek, balık yemek, içmek ve en önemlisi Ali Ağabeyle sohbet etmek.
Bir ara İrfan Bey bana fısıltı ile:
- Eğer Mümin o Mümin değilse bir daha Ali Ağabeyin gözüne gözükme! Yandın gitti... Dilinden kurtaramazsın.
Ben de korkmadım dersem yalan olur. Ve de Ali Ağabeye ayıp olur. Ama köye vardığımızda, girişte birisine Müminin soyadını sordum tutuyordu. Artık rahatlamıştım.
Mümin bize arkası dönük, güneşte ayna gibi parlayan saçsız başı, dört beş günlük uzamış beyaz sakalları ile yol üzerindeki ağaçlı kahvenin önünde oturmuş çay içip arkadaşları ile sohbet ediyordu.
Ali Ağabey tanıyamadı askerlik arkadaşını. Kolay değil tam 55 yıl geçmiş aradan. İnsanlar fiziksel olarak değişmiş.
-Burada mı? Hangisi? deyi sordu.
Gösterdik.
Yavaş yavaş yürüyerek, omuzlarına dökülen uzun beyaz saçları, seneler sonra buluşmanın heyecanı, ile açık renk gözlerini Mümin’in gözlerine dikerek:
- Bak bakalım bana Mümin, beni tanıdın mı?
Mümin başını kaldırdı alıcı gözlerle baktı... baktı... baktı... tanıyamamıştı.
- Tanıyamadım.
Ali ağabey Mümin’in üzerine gitmeye başladı.
- Bak ben nasıl tanıdım seni bu kadar adamın içinde. Hele sen şöyle iyi bir bak.
Mümin tekrar baktı. Tanımak için kendini zorluyordu. Ama ne mümkün. Yüzünde hatırladığına dair en ufak bir kıpırtı yoktu. Boş gözlerle bakıyordu sadece...
Ali Ağabey:
- Ben sana biraz hatırlatayım. Şöyle seninle çıkıp Çanakkale’ye doğru gidelim. Hatırladın mı?
Mümin hatırlamamıştı
- I-ı..... dedi.
- Asker ocağı falan desem...
Mümin hatırlamaya zorluyor kendini ama yok...
yok...yok... bir türlü çıkaramıyor... Nasıl olurda tanıyamaz. Oysa arkadaşı onu tanımıştı. Mahcup bir şekilde, hiç hatırlamadığı halde nezaketten:
- Gözlerin hiç yabancı gelmiyor ama çıkaramadım.
- Çanakkale’ye git. Terzihaneye gir.
Mümin pür dikkat dinliyor.
-Evet!...
-Akşam oldu. Ot yatağı masanın altına ser... der
demez Müminden kelime ile tarif edemeyeceğim bir garip ses çıkararak sarıldı Ali ağabeyin boynuna. Nihayet tanımıştı. Her ikisinin de gözlerinde yaş, tekrar tekrar kucaklaşıp öptüler bir birlerini.
Mümin:
-Yahu Ali sen çok ihtiyarlamışsın. Saçların bembeyaz olmuş, bu halinle ben seni nasıl tanıyım.
Dediğinde bizler dayanamayıp kahkahayı bastık. Zira Müminin kafasında hiç saç kalmadığı gibi avurtları çökmüş dişsiz ağzıyla Ali ağabeyden daha yaşlı görünüyordu.