- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sürgü Sesi Değildi Duyduğu
Evden alınması ve hücreye konulması arasında üç saat geçmişti henüz. Sıkışmıştı. Daha evin kapısı çalındığında tuvalete gitmek üzere olduğunu hatırladı ve hala tuvalete gidememişti. Evdeyken de tuvalete gitmesine izin vermemişlerdi. Arabadan indirilip uzun bir koridordan yürütülürken kolundan tutan polise tereddütle sordu: Lavaboya gidebilir miyim? Hücrenin kapısını açana kadar sustu polis, cevap vermedi. Belki de soldaki koridorda tuvalet vardı ve bu yüzden sapmışlardı o koridora. Yanılmıştı. Polis kapıyı açıp itti onu, iterken de bir tekme attı ve kapıyı sertçe kapadı. Teninde titredi kapıdan çıkan o tiz metal sesi. Çok geçmeden tekrar duyuldu: “Altına yap o... çocuğu.” Bir süre korkuyla düştüğü yerde bekledi. Hala şoktaydı. Sakinleşmeli ve kendini hazırlaması gerektiğini düşündü bir yandan, bir yandan da gece yarısı çalan kapıyı, içeri doluşan polisleri, telsizden geçen isimleri, didik didik aranan, darmadağın edilen evlerini ve en çokta arkasından çaresiz bakan annesi ile “konuşma sakın” diyen babasını düşündü, hüzünlendi. Sonra silkinip kendine gelmeye çalıştı. Arkadaşlarının anlattığı gözaltı deneyimlerini hatırladı. Bir sürü soru ve ikilem birikmişti kafasında: Benden başka kimleri aldılar acaba? Telsizde adı geçen bizim Şiyar mıydı yoksa? Son basın açıklamasında slogan atarken mi görüntülendim acaba? Sorular uzayıp gidiyordu. En iyisi üç maymunları oynamak, diye geçirdi içinden, biraz zahmetli olacak ama olsun, deyip gülerek...
Hücredeydi artık. O da düşmüştü Amed’in hücrelerine nihayet. Geç bile kalmışlardı aslında onu almak için. Nefesini tutmuş, etrafını süzüyordu sezgileriyle. Yalnız olduğuna emin olunca ayağı kalkıp yoklamak istedi civarını. Daha dördüncü adımında duvara çarpmasından anladı hücrede olduğunu. Duvarın kıyısından yürüdü bu defa, beton bir yükseklik, yüksekliğin üstünde deri kaplı bir sünger yatak ve ıslak bir battaniyeyi fark etti. Çok sonra öğrenecekti battaniyenin neden ıslak olduğunu... İki üç saat geçirince iyice aşina olmuştu artık hücreye. Hem gözlerindeki bandı da açıp bakmıştı her yere. Duvarlarda yan yana çizilmiş çizgilere baktı. Yan yana 39 çizgiyi fark edince ürktü. Oysa onu en fazla 12 gün tutulabileceklerdi resmi olarak.
Hala tuvalete götürülmemişti. İdrar yollarında yanma sorunu vardı, dayanamayacaktı daha fazla, kapıya hızlı hızlı vurup seslendi: Kimse yok mu? Bakar mısınız? Çok geçmeden biri geldi. Önceki ses değildi bu, nöbet değişimi yapmışlardı anlaşılan. Polis mazgalı açıp ‘ne var lan’ dedi. Böbreklerim rahatsız, sık sık idrara çıkmam lazım. Çıkmayınca yanma yapıyor, tutamıyorum, diye cevapladı bir çırpıda. ‘Gel’, dedi polis. Kolundan tutup tuvalete doğru yürümeye başladılar. Tuvaletin kapısına geldiklerinde, polis arkanı dön, deyip gözündeki bandı açtı, nihayet altına yapmadan tuvaletteydi... Ellerini yıkarken su da içmek istedi; ama vazgeçerek sadece ağzını çalkaladı, tekrar idrara çıkmayı geciktirmek için. Sonra kapıya doğru ilerleyip kapıya yetişmeden arkasını döndü. Polis tekrar gözlerini bağlayıp hücresine götürdü. Hücreye koymadan gözlerini de açtı... Az geçmeden avukatla görüştürmek için götürdüler ve yarım saat sonra geri getirdiler. Bir süre öylece oturdu hücrede. “Ek süre almazlarsa 4 gün kalacaksın burada. İsterlerse 4’er günden iki defa ek süre alabilirler. İstersen susma hakkını kullanabilirsin.” Barodan gelen genç avukat söylemişti bunları... Hepsini biliyordu oysa. Yarım saatte olsa başka bir hava solumak ve bir sigara içebilmek için istemişti avukatı ve de şansı yaver gider ve tanıdık bir avukata denk gelirse dışarıya haber uçurmak için...
Keşke yine avukat gelse de bir sigara daha içsem diye içerlendi. Sıkılıyordu. Üşümeye de başlamıştı. Korsesini de almışlardı. Böbreklerim yine ağrıyacak, diye geçirdi içinden. Çaresiz kokmuş battaniyeyi örtünecekti. Parkesini ayakkabılarının üstüne örtüp başının altına koyacak ve öyle uyuyacaktı. Gün ışımıştı uyuduğunda. Uyandığındaysa öğleyi geçmişti. Ezan sesini duyunca namaz vakitlerini hatırlamaya çalıştı. Hoş, namaz da kılmıyordu ya. Akşam olmadan bir ekmek ve küçük bir paket helva verildi mazgaldan. Şaşırmıştı helva ve tam bir taze ekmek... Ramazan ayının hatırına olsa gerek, dedi kendi kendine. Sonra daha çok şaşıracaktı, az insaflı, ama sinsi bir polis yoğurt ve sıcak yemekte verecekti ona. Yaşının küçük olmasından olabilirdi... Belki de iyi polisi oynayan bu polisti, kim bilir? 3 gün geçmişti ve henüz sorguya alınmamıştı. Ve tek başına tutuluyordu. 4. gün gündüz tuvalet dönüşü başka bir hücreye alındı. Hücrede arkadaşına rastladı. İlginç bir sevinç yaşadı. Hemen verecekleri ifadeleri kararlaştırdılar, aralarında bir çelişki olmamalıydı. Evet, ama nasıl olmuştu da ikisini aynı hücreye koymuşlardı. Belki bu durum iki arkadaşın kafasında birbirlerine karşı bir kuşku bile uyandırmıştı. Neyse ki kuşkular çok derinleşmeden nöbet değişimi yapan polislerin arasında geçen tartışmadan bir yanlışlık yapıldığı anlaşılmıştı. Eski hücresine konulmadan ilk gözaltı olması nedeniyle sicile işlenmek üzere parmak izleri ve görüntüsü alındı, fotoğrafı çekildi. Sonra tekrar hücresine konuldu.
Beşinci günüydü ve hala sorguya almamışlardı onu. 4. günü de aşmıştı, belli ki ek süre almışlardı. Başlarda korksa da, işkencenin artık kaçınılmaz olduğunu düşünüp kendini hazırlamış ve bir an önce ne olacaksa olsun istemişti. Hırslıydı. Arkadaşına sorgu dönüşü rastlamıştı, yürüyecek hali yoktu Enes’in. Bu görüntü onu çok sarsmıştı. Göz göze geldiklerinde çözülmediğini anladı ve tek kelime etmeyeceğine yemin etti. Okunan dördüncü ezandı, akşam ezanı... Yatsı ezanı da okuduğunda artık tedirgin bekleyiş başlıyordu ve ne zaman polis radyosu yüksek sesle çalmaya başlasa sorgu saatinin geldiği anlaşılıyordu. Kapı aralığından kimlerin sorguya götürüldüğünü görmeye çalışıyordu. Az önce giden Ali’ydi, diye mırıldandı. Az sonra götürülen de Ulaş... Bu kez sorguya alınacağını anladı; çünkü dosya arkadaşları tek tek alınıyordu. Ve nihayet sıra ona geldi: Gel bakalım yakışıklı! Arkasını dönüp gitti, gözleri bağlandı ve az ötedeki odada bir sandalyeye oturtuldu. Adıyla hitap ediyorlardı ona. Adı her söylendiğinde peşinden bir soru ve cevapsız kalan her sorunun arkasından bir tokat geliyordu. Bir süre böyle devam etti. Polis, “Bak, sana iki saat süre veriyorum, git düşün ve sorularıma cevap ver. Yoksa bu defa başka şekilde ve şartlarda konuşuruz” deyip hücresine götürdü onu. Bu defayı atlatmıştı; ama yaptıkları işkence sayılmazdı, kaba dayağı arayacaktı daha.
İki saat sonra tekrar sorguya alınmadı. Tam iki gün geçti sorgunun ardından. İki saat sonra gelmemişlerdi ama söyledikleri gibi başka şekilde ve şartlarda konuşmuşlardı bu defa. Çırıl çıplak soyulmuştu önce ve yalın ayak tuvalete götürülüp tazyikli suyla ıslatılmıştı. Deri minderin üzerine yatırılıp dizlerine kadar battaniye örtüldüğünde hücresindeki battaniyenin neden ıslak olduğunu anladı. Kolları başının arkasına düğümlenmiş ve polislerden biri kollarına, biri de dizlerine çökmüştü, hiç kıpırdayamıyordu. Bir diğer poliste soruları tekrarlayıp cevap alamayınca hayalarını sıkıyordu. Bağır, demişti ona Ali, o da bağırıyordu avazı çıktığınca. Arkasından elektrik verildi, askıya alındı; ama hiçbir şey söylemedi. En son kafasına naylon bir poşet geçirilince baygınlık geçirdi ve tekrar tazyikli suyun altına tutulup ayıltılarak öylece hücresinin kapısına kelepçelendi. 3 saat kadar bekletildi öylece, titreyerek. Sonunda bitap halde hücresine atıldı paçavra gibi. Kendinden geçerek uyudu... Onuncu gün hem ağzı hem gözleri kapatılıp sorgu odasına götürüldü. Arkadaşı Osman da ordaydı. Çözülmüştü Osman, her şeyi bir bir anlatmıştı. Osman’ı götürdükten sonra tekrar sorgulamaya başladılar Fırat’ı. “Osman’ı tanımıyorum”, demesiyle sille tokat dövülmeye başladı. On birinci güne kadar bu seanslar devam etti ve on birinci gün öğleden sonra savcılığa çıkartıldılar.
Osman savcılıkta değiştirmişti ifadesini. ‘Polis zoruyla ifade verdim’ demişti. Yoksa hepsi yanmıştı. Savcının 3-4 saat süren sorgusunun ardından mahkemeye sevk edilmeden salıverilmişti hepsi. Fırat kapıya çıktığında abisi ve arkadaşını onu beklerken gördü. Hızla uzaklaşmak istiyordu Fırat. Üstündeki kokuyu bir an önce atmak istiyordu. Eve geldiğinde gözlerde evden götürüldüğü andaki telaş silinmişti, herkesin sevinci gözlerinden okunuyordu. Hiç vakit kaybetmeden yıkandı ve uyumak istedi. Başını yastığa koyduğunda başının derisinin açığını hissetti, saçlarından tutulup duvara vurulmuştu kafası. Henüz dalmışken annesinin kapıyı açmasıyla irkilerek uyandı; annesini gördüğünde rahatladı, sürgü sesi değildi duyduğu…
Bedri Adanır
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.