- 790 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR CÜMLE
Orhan. Mutsuzluğuna neden kendisi değildi ama kendini mutlu etmemek için mutluluklardan ve mutlu olanlarda uzak duruyordu.Yıllar sebep insanlarla kavgasına, terk edilişi sebep. Hiç unutmadı yurdun koridorlarını. Unutmadı kendi gibi kimsesizlerle paylaştığı hastane koğuşlarına benzettiği odaları, katlı yatakları. Hep nefret etti. Sadece kendisini bırakan anne babasına değil tüm insanlara zarar vermek istedi. Nefretini kaybetmemek için hep düşünürdü cam kenarlarına.
Yine camın başında Orhan. Yoldan geçen birlikte yürüyen insanlara bakıyor. Yalnız kimsesizler yurdunun değil koskocaman bir şirketin n üst kattaki tek odasının camından. Hısı onu buraya kadar getirmişti. Fakat hiç kimseyi katına bile getirmezdi. Telefondan ancak sesini duyabilirlerdi. Şirket çalışanları onu hiç sevmezdi. Şirketteki müdürlerin doğru düzgün bir masaları bile yoktu. Kendisine en iyi şeyleri isterdi. Odası, gerçi kimse görmemişti ama, saray gibiydi. Başka kimseye de lüksü layık görmezdi. Zaten her şeyi kıskanırdı. En çok da ailesi olanları. Şirkette ailesi hayatta olan bir tek insan yoktu. Ailesi olanlarla anlaşma bile yapmazdı. Onun gibi olanlarla kendi bitikliğini yıldırmaya unutturmaya çalışırdı.
Şirketten çıkınca ilk yaptığı şey siyah odasına gitmekti. Burada gözlerini kapatmadan da boşluğu hissederdi. Bunu hissedebilmek için gençliğinde uyuşturucu bile kullanmaya başlamıştı ama yakalandıktan sonra farklı yollar aradı uyuşturucuyu bıraktı ama kendini uyuşturma çabasını hiç bırakmadı.
Sabah onun için yine siyah odasında başladı. Sessizce kalktı önce. Cama baktı. Nefretini diğer insanlara hissetmek için camın arkasından ağırdı ama kimse duymadı. Her şeye lanet ederek gitti işine. En erken o gelirdi, yüzünü kimseye göstermezdi. Ama bugün nefretini o kadar da hissetmiyordu. Tam şirkete girecekken geri döndü, gezmek istedi, biraz soluk almak… Çoktandır nefes almamış gibiydi. Gözlerini kapattı derin derin nefes aldı. Gözünü açtığında mendil satan bir çocuk gördü.
Ne zaman böyle birini görse kendisi gelirdi sahneye. Beyninde onları kendisi yapardı. Sonra silerdi her şeyi. Servetini aklına getirerek unutmaya çalışırdı her şeyi.bu sefer öyle yapmadı. Hızla çocuğa doğru yürüdü. Elindeki mendilleri çekiverdi.
- Hayır. Satmayacaksın. Boşuna oyalanıyorsun bunlarla git bir şeyler çal istiyorsan. Ben çalışırken hep çile çektim. Git evine saklan. Bir daha görmeyeceğim seni burada.
Çocuk anlamsız anlamsız baktı yüzüne. Sonra aklına geldi. Orhan’ı yere hırsla çarptığı mendilleri tek kurtuluş çaresi olduğunu hissettirerek aldı yerden. Yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla:
-“Ben hırsız değilim. Hem sana ne benim mendil satmamdan. Ben halimden memnunum.”
Son cümle Orhan’ı yerine sapladı adeta. ‘memnun mu?’ dedi kendi kendine. Nasıl memnun olabilirdi ki? Neyi vardı memnun olacak? O sokaklarda sürünüyor millet hayatın tadını çıkarıyordu. Hem kendisine de ona da bir şey bırakmamışlardı. memnun olamazdı. Bu çocuk resmen kendini kandırıyordu. Başını çevirdi yeniden. Kafasından geçenleri çocuğa teker teker söyleyecekti ama çoktan gitmişti. Direk eve yöneldi. Bu sefer siyah odaya gitmedi. Odanın kasvetini ilk defa fark ediyordu.
Salona oturdu sahip olduklarını düşündü. Annesi babası yoktu. Çevresinde insan bırakmamıştı zaten. Evi güzeldi hayatı bir çok kişinin hayallerini süslerdi ama kendisinin hayal etmesini bile engellerdi çoğu zaman. Neden memnun olmalıydı? Hayır. Bu mümkün değildi. Orhan yalnız bırakılmıştı. Yalnız kalmalıydı herkes, onun gibi çaresiz hissetmeliydi kendini. Adalet böyle olurdu. Kendisi de başkaları da mutlu olmamalıydı. Olursa eğer bozacaktı. Kendisine yaşama imkanı sağlayan, onu ayakta tutan nefreti kendini ilk defa sorgulamıştı.
Sabah kapısının önünde bir şey gördü. Dikkatlice baktı. Örtüyü bir az açınca kıpkırmızı oldu gördüğü şeyin bir bebek olduğunu anlayınca adeta yıkıldı. Kendi kimsesizliği yıktı onu. Annesi babası o bebeği de bırakmıştı.kendisi de yurttakiler de benzer durumda değiller miydi? Şimdi yerde duran kimse o da yaşasın, kendisi gibi o da baksın çaresine. Orhan’a ne ki ölür mü yaşar mı?
Böyle düşündü ama kapıyı kapatamamıştı. Fark edince hemen ayağa kalktı. Güçlüydü. Bunu hissettirecekti. Kapıyı öyle bir çarpmıştı ki, bebek korkup ağlamıştı. Tam arkasına dönerken ağlama sesini duydu. Sanki yüreğindeki nefreti sökülmüş, ayrılmıştı ruhundan. Hiç kendini bu kadar yüreğine kaptırmamıştı. O sesi duyar duymaz düşünmeden, kendiyle kavga etmeden açtı kapıyı. Bebeği bir alışı vardı ki… Sanki kendi çocuğu yere düşmüştü. İlk defa bir canlıya karşı sevgi duymuştu, ilk defa acımıştı sanki. Güldü. Onu en sıcak odaya, siyah odaya, götürdü. İki gündür işe gitmemişti. Bir an içinden bebeği bırakıp arkasına bakmadan gitmeyi düşündü. Ama sanki bebek kucağına yapışmıştı. Bir türlü bırakamıyordu. Gayri ihtiyari ilk bulduğu yere çöktü. İyice baktı yüzüne. Gözünden iki damla yaş süzüldü. Kalbi eriyordu.
Yıllar çabuk geçmiş Zeynep büyümüştü. Bebeklik yıllarının aksine huysuz asi biri olmuştu. İçindeki zayıf noktayı bir tek Orhan bilirdi. Fakat ona o kadar bağlıydı ki, bir gün bile niye kötü davranmaya çalıştığını sormamıştı. Kendisine de bir şey söyler, küser gitmek ister diye korkmuştu. Yalan söylememişti. Bıraktılar kapımın önüne demişti. Bunu duyduğundan beri hep mutsuzdu Zeynep , içine böyle kapanmıştı. Hayatını ne kadar çok düşünüyordu kim bilir.bir film gibi tekrar tekrar başa alıyor, tekrar tekrar izliyor, kahrediyordu kendini. Hayatına kimseyi yaklaştırmazdı. Ne arkadaşı vardı ne düşmanı. Hiç kimseye hiçbir şeye takmıyor gibiydi. O takmaz gözüken hali çaresizliğini özetliyordu aslında.
Orhan yavaş yavaş servetini büyütürken hayatı kaçırmaya devam ediyordu.kalbi sadece kızını yanındayken yumuşardı. Öfkesi, insanlara olan kini artmıştı. Sadece kendi çevresinde olanlara değil kızının yakınındakilere de zarar veriyordu. Hiçbir arkadaşı olmaması için elinden geleni yapıyordu sanki. Bu Zeynep’in yalnızlığını daha da arttırıyordu.
Bugün her sıradan gün gibi içi boştu Zeynep için. Yolda yürüyordu. Aslında okula gidecekti. Ama ayakları nedense yön değiştirmişti. Bir noktada sabitlendi. Başını kaldırdı. Babasının şirketine gelmişti. Nedeni niçini düşünülmeye değmezdi. Sadece yanına gitmek istedi. Kafası karışıktı etrafa boş boş bakıyordu. Ruhundaki yalnızlığı insanların gözlerinde de görüyordu. Kim bilir ne hikayeler vardı? O insanlar da neler yaşamışlardı kim bilir? Ama hepsi yalnızdı. Karanlık tarafları vardı.dışardan anlaşılması zordu. Sadece onlar ve onlar gibi olanlar anlayabilirdi. Zeynep gibi.
Babasının odasına gizlice girdi. Babası onu görsün istememişti. Bu yüzden bir süre saklandı. Orhan öğle yemeğine çıktıktan sonra içeri girdi Zeynep. Sanki bir şeyler vardı o bilmiyordu.her tarafı karıştırmak, dağıtmak, yitiğini bulmak istiyordu. Hiçbir şey bulamadığı gibi ortalığı toplayacak zamanı da kalmamıştı. Hemen çıktı. Zaten babasının görmesine ramak kalmıştı. Zeynep odadan çıkmıştı ama hala babasının odayı kendisinin dağıttığını anlayabileceğini düşünüyordu. Çok korkmuştu. Kapıdan Orhan’a bakmaya karar verdi. Titreye titreye yaklaştı kapıya. Babasının hali çok garip gelmişti. Kızmasını beklerdi. Ama kızmamış hatta korkmuştu. Orhan sadece “yine mi?” demişti. İyi de niye? Bu olaya nasıl alışılmış gibi bakılırdı. Hırsız girdiğini düşünse bile polisi araması gerekmez miydi? Zeynep telaşa kapılmıştı. Sanki farklı bir hayata doğru kayıyordu ayakları. Bir gizem gözlerini kapatmıştı o an.
Tavan. İlk gördüğü şey buydu. Etrafına baktı, nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bir kadın geldi yanına. Elindeki tepsiyi uzattı. Zeynep irkildi.
- Neden buradayım? Siz kimsiniz? Ben babama gitmek istiyorum. Ne olur bana bir şey yapmayın. Beni ona götürün…
Yalvardı ama ona bakan gözler hiç tepki vermiyordu. Hiçbir duygu yoktu. Sanki karşısında duvar vardı. Durdu. Derin bir sessizlik kapladı ruhları. Kadının gözlerinde birden bir özlem belirdi. Tepsi elinde kaldı. Yerdeki şangırtının ardından bir ses daha geldi. Bağırarak
Sarıldı Zeynep’e yavrum diye ağladı. Kaskatı kesildi Zeynep hiçbir şey anlamamıştı. Kapıya doğru koştu. Çok uğraştı ama açamadı kapıyı. Geri döndü. Karşısına dikildi.cesur gözükmeye çalışıyordu.
- Kimsin sen?
- Seher. Annenim. Sen beni bilmiyorsun, ilk defa görüyorsun ama korkma.annenim diyorum. Sana nasıl zarar verebilirim.
- Ya yalan söylüyorsan demeyeceğim. Benim için fark etmez biliyor musun? Hem de hiç fark etmez. Sensen beni bırakan niye şu an karşımdasın. Yalnız bıraktın beni ya sahiplenilmeseydim? Ya ölseydim. O zaman kimi kaçırıp getirirdin? Ne yapacaksın şimdi? Özür mü dileyeceksin? Yanına olmalıydım, evet. Ama on yıl önce hiç bırakmasaydın. Sen keyif çatarken ben sensiz yaşadım. Neye yarar ki şimdi yanımda olman? Beni ait olduğum yere götür. Şimdi yine oraya bırak beni. Hem bu sefer o kadar da çaresiz sayılmam.
Sonra fark. Ancak hırsını biraz çıkarınca anladı.ağlıyordu Seher. Dizlerinin üzerine çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Dayanamadı, yaklaştı, eğildi.
- Ne olduysa oldu. Bak yeni bir hayat kurulmuş. Hiçbir eksiği yok. En azından sen dolduramazsın, tamir edemezsin. Yıkılacağımız kadar yıkıldık. Bırak beni.
- Tamam gideceksin. Ama bil. Ben bırakmadım seni. Nefret etme benden tesellim olsun.
Seher çaresizce bıraktı onu. Gitti ama hala geri dönüp almak istiyordu. Yapamadı. Özlemini yutkundu. Belki bir gün… tek umudu buydu.
Zeynep kapıyı çaldığında kapı hemen açıldı. Sanki babası kapıda beklemişiti. Nasıl heyecanla geldiyse kapıya aynı şekilde kucakladı kızını. Kendi kanından olmasa da canının parçası olmuştu. Bir iki saat gecikmesine rağmen öyle merak etmişti ki. On yıldır gözünden ayırmamıştı onu. Okula başladığında yanında olamayacağından peşine başkalarını yollamıştı. Sonra Zeynep fark etmiş, Orhan’ın güvensizliğine meydan okumuştu. O da çaresizce geri çekmişti bu adımını. Fakat şimdi haykırma zamanı ondaydı. Nerede olduğunu sorması bir cevap alması gerekirdi ama cevap yerine soru gelmişti.
- Doğru mu?
- Ne doğru mu?
- Beni bırakan yine almak istedi. Bıraktığı gibi yine almak istedi. Bıraktığı gibi kapıdan. Beni bulan seni bulmamış olamaz diyorum. Doğru mu düşünmüşüm?
Orhan o an ne demeliydi? Ne daha çok yaralardı? En iyi savunma saldırıydı. Hem de bu düşüncesinin hatalı olduğunu anlatabilirdi. Böyle daha az üzülür; inanırsa, güvenirse, içinde şüphesi kalmazsa kızmazdı da. Bunları düşünmesi kısa bir anını aldı. Bu kadar hesap bir anda kafasındaki düğümleri çözdü. Bağırarak:
- Hem bu saatte eve geleceksin hem de hesap soracaksın. Ne yaptığının farkında mısın? Neredeydin, kim aldı, ne kapısı söylesene.seni kim buldu?
Zeynep Orhan’ın sözlerinden hiçbir şey bilmediğini anlamıştı. Sustu. Odasına gitti. Gerçekten annesi miydi? Yüzündeki hüzün bunu anlatmıştı aslında. Yine de bir delil arıyordu. Biri işte sen ve annen bu da fotoğrafınız desin ya da babası ona annesini tanıtsın istiyordu. Bulacaktı. Ya annesi olduğunu kanıtlayacaktı ya da olmadığını. İçinde yeni bir boşluğa daha yer kalmamıştı. Ne okul kalmıştı gözünde ne gelecek. Kafasındaki sorular cevabını bulursa sanki hayat arkasından gelecekti. Bulamazsa zaman duracak, hayat akmaktan vazgeçecekti.
Orhan masasında yıkık bir bina gibi çökmüştü. Her hücresinde ölenler vardı. Üzüntüsü içine hapsolmuştu. Bir anahtar olsa dışarı çıkardı gözlerindeki damlalar. Ama gözlerindeki damlalar yerlerinde durmalıydı. Ağlayanlar ağlatanlardan daha zayıftı onun için.
O an kapı açılmış, bir kadın zorla içeri girmişti. Bağırıp çağırıyordu. Korumalar engelleyememişti. Orhan’ı görünce yere çakılmıştı. Sonra kendine geldi. Gözleri karardı, öfkeyle atıldı, yakasından tutup silkelemeye başladı. Orhan korumaların çıkmasını istedi. Kadınsa bütün hırsıyla inletiyordu binayı.
- Neden, ne istedin? Hem kocamı hem kızımı aldın, neden? Sen benim neler çektiğimi biliyor musun? Sana söyledim. Bana kızımı ver dedim. Vermedin, sakladın onu benden. Söyle neden.
- Ben senden neyi sakladım? Onu kapıma bıraktığında sahiplenmedim mi? Çocuğunu nasıl istersin? 6 yıl sonra bir telefon edip kızımı ver demek yeter mi? Hayır, kızını onu buraya terk etmeden önce düşünmeliydin. Artık o benim kızım. Benim olan hiçbir şeyi alamayacaksın. O da bende annesiz-babasız biliyoruz kendimizi. Zaten senin gibi bir anneyi tanımaktansa annesiz bilsin kendini daha iyi. Sen bıraktın onu sen. Şimdi hakkın yok onu almaya.
- Ne dediğinin farkında değilsin. Onu ben bırakmadım, aldılar onu benden. Alan sadece bıraktığı yeri tarif edebildi. Küçük bir çocuk almış.mendil satan bir çocuk. Parası olsun diye git çal demiş. Kim ona bu aklı verdi, hangi lanet insan yaptı bunu diye hep düşündüm.
O çocuk, belki bana para verir diye kendisine çalmasını söyleyen adamın kapısına bırakmış. Kocam duyduğu an yere yığıldı. Hangisinin acısına yanacağımı şaşırdım. 6 yıl aradım ben onu. Buldum, sen kızımı vermedin. Polise giderdim ama ya bırakmadığımı ispatlayamazsam dedim. Zeynep’i yetimhaneye seni de beni de hapse yollarlardı. Kızıma kendimi bir daha hiç kabul ettiremezdim. Kocam senin yüzünden öldü. Bari biraz vicdan azabı duy. Ama sen hala beni suçluyorsun. Zeynep’i sen çaldın benden. Geri ver onu.
- Vermem ona ben baktım. Öyle ya da böyle ben büyüttüm onu. Biz bir aile olduk. Ailemi kaybedemem. Sen ailenle yaşadın. Ben varken senin hakkın yok. Senin mutlu olduğun yeter. Onu alamazsın göremezsin bile. Ne sana ne başkasına veririm kızımı. Şimdi çık bir daha yaklaşma yanımıza.
Korumaları çağırdı. Yaka paça attırdı dışarı. Böyle bir konuşma aklın bile gelmezdi. Bir katil olduğunu hissetmiş, yıkılmıştı. Neden yapmıştı? O anı hissetti. Çocuk yeniden gözlerinin önüne gelmişti. Kıskandığı hayatların öfkesini haykırmıştı ona. Başka hayatlardan kendi hayatındaki boşlukları beklemişti. Hatta bunu o küçük çocuktan istemişti. Ama bu kadarını değil. Geldiği nokta başını döndürmüştü. Hissetiği suçluluk duygusu paramparça etmişti onu. Ama ondan daha bitmiş biri vardı. Arka kapıdan gizlice bakan bir çift göz. Zeynep buraya bir şeyler bulma ümidiyle gelmiş, babasının çıkmasını bekliyordu. Kendisine annenim diyen kadını odada görünce dikkat kesilmişti. Duyduklarından sonra kıpırdayamadı bile. Kendine gelmesi için yarım saat geçti. Duyduklarını hazmedememişti. Bir Orhan’a güvenmişti hayatta. Yoksa bu yaşta bu kadarını kaldıramazdı. Şimdi hayatının dengeleri bozulmuştu. O terazinin düşen kefesinde kendini kaybetmişti. Uçurumu derindi en çok güvendiği ondan bir hayat çalmıştı. Annesinden babasından ayırmıştı. Sırf başka hayatları kıskandığından, sırf öfkesinden. Yıkımından kaçmaya başladı. Koştu, koştu… evine saklanmak istedi. Odasında büzüştü bir köşeye. Sessizce ağladı ama içindekiler öylece dururken ağlamak çare olmamıştı. Defter kalem aldı eline. Söyleyemediklerini ilk defa deftere yazacaktı. Aklına pek bir şey gelmemişti. Bir tek cümle yazabildi. Belki daha çok düşünür, başka şeyler de yazardı.fakat Orhan kapıya dayanmıştı.
- Ne olur çık. Özür dilerim ama böyle olmalıydı. O seni hak etmiyor. Öğrendiğinde üzüldün bak. Unutalım her şeyi. Nerede kaldıysak oradan devam edelim. Eskisi gibi
Oysa hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Orhan da biliyordu bunu. Kendini o konuşmadan sonra eve atmak, hiçbir şey düşünmemek istemişti. Kapıdaki görevliler söylemişti. “kızınız bu yoldan koşarak gitti. Biz haberiniz var biliyorduk ama yokmuş. Özür dileriz. Bilseydik engellerdik.” Demişlerdi.
O da özür dileyecekti ama ne söylediyse de içerden çıkmasını sağlayamamıştı. Rahat bırakması gerektiğini düşünüp ayrıldı. Zeynep bunu bekliyordu. Her şeyi atıverdi yere. Kilidi açtığı gibi dışarı çıktı. Nereye gittiğini bilmiyordu. Aslında bunu önemsemiyordu da. Şu an tek bildiği artık orası kendi evi değildi. Sonra Orhan’ı fark etti. Peşinden geliyordu. Hayır, bu sefer onun yanında olmayacaktı. Kendisini yakalamaması için adımlarını hızlandırdı. Hala peşinde mi diye bakarken son bir ses daha duydu. Hayatındaki yıkımın seslerinden birine benzetti. Ölmüştü. Orhan ona çarpan arabaya sinirle vurdu ama bu Zeynep’i geri getirmezdi.
Onun ölümüne katlanamıyordu. Cenazesine zar zor gelebildi. Günler sonra gelebildi kızının odasına. Onun ve babasının ölümüne neden olmuştu. Çekinerek açmıştı kapıyı. Önce gözüne bir defter takıldı. Yanında bir kalem vardı. O gün yazmış olmalı diye düşündü. Neler yazılıydı acaba? Kendisini bırakan annesine öfkesini yazmış olmalıydı. Ona göre olanların tek sorumlusu Seher’ di. Hayatındaki mutluluklarla yetinmemiş, Orhan’ın bir parçasını koparmak istemişti. Seher’den kızını kocasını ayırdığını aklına bile getirmiyordu. Zeynep de böyle hissetmiştir diye düşündü. Kendini bütün sorumluluğundan sıyırdı. Kıskançlığının hırsının kurbanı olanların yükünü attı üzerinden. Yine de bir yanı vicdan azabıyla kavruluyordu. Onu ancak kızının yazdıkları ayakta tutardı. Kendini bu ateşten kurtarabilmek için kızından destek almaya ihtiyacı vardı. Yoksa bu ateş benliğini kaplayacaktı. Bir aceleyle açtı defteri. Ama bir cümle her şeyi haykırdı yüzüne. Bir tek cümle.
"BABAM BENDEN HAYATI KISKANMIŞ"