Saza Düşen Kristal (Meryem)
Mert’e.....
Gençliğimin üstünden milyonlarca insan ölüsü,yüzbinlerce yalan,binlerce dert,onlarca mutluluk ve bir SEN geçtin.
Sen gittin,dünümü kaybettim...Sen gittin bugünümü kaybettim...Sen gittin,yarına ne kalır bilmiyorum...
Daha 5 yaşındayken amcamın bana aldığı araba yerine elindeki saza gitmiş minik ellerim.Kristalden iki damla düşmüş bağlamanın tellerine,sözsüz kalmış amcam.Amcamın çalamadığı mastikayı,misketi çalamadım ben de.
Annemin anlattığına göre devrim türküleri söylermiş amcam,güzelmiş sesi ve bir sevdiği varmış uzaklarda.Rojbin denilince buğulanırmış gözleri kısık kısık ağlayıp,ılık ılık dökermiş gözyaşlarını...
Karanlık zamanların herhangi bir karanlığında eve gelirken sokakta bir el silah sesi duyulur,sırtına saplanan acıyla sarsılır,dudaklarının arasından Ahh! diye acı bir ünlem düşer.Silah ikinci kez patlar bu kez sadece ııh! sesi çıkar,yüzü gerilir,seyrek kirpiklerinin ucunda biriken minik damlalar,kanı çekilmiş renksdiz esmer yanaklarından aşağı doğru süzülür,içi bir tuhaf olur,ayakları birbirine dolanır ve düşer...
Uzağın ne demek olduğunu amcamı yitirdikten sonra öğrendim ve Rojbin uzaklarda dendiğinde amcamın neden sözsüz kaldığını daha iyi anlıyorum şimdilerde...
Amcamdan bana kalan kristal gözyaşlı bağlamaya hiçbir oynak havayı misafir etmedim.Ve bir gün sevince Meryem adında dört iklim baharım olan birini daha bir keder yükledim bağlamama,notalarıma.7 telli bağlamaya söz olanımı 8 notada en güzel türküm yaptım...
Çok mutluydum ama mutluluğun nasıl yaşanacağını bilmiyordum.Hani mutluluk acılı insanlarda yama gibi durur ya,bende de öyleydi...
Meryem’i görmediğim zamanlarda kentin boşalıp,insansız,hayatsız ve sözsüz kaldığı duygusuna kapılıyordum.Onu bu denli çok düşünmekten garip bir korku da duyuyordum.Ben Fırat’sam o Dicle’ydi.Hangi coğrafyanın hangi ütopyasında biraraya gelecektik de hangi güzel düşü yaşayacaktık...
"Acı türküler yakma daha ölmedim
Bu ses benim duy da gel yine
Uzak yollara bakan evim olmadı
Bayramlığın giy de gel yine..."
Türkü bitince Meryem’i de kristal yaşlarını dökerken buldum,sebep sormadan ben de katıldım ağlamasına.Elimi ak’tanda ak yanaklarına götürdüm.Dur önce şu gözyaşlarını sileyim birinde ay ışığı diğerinde keder.Gözyaşlarını içeyim.O gece ilkkez bir kadının ıslak,ama ateş gibi yanan dudaklarında yıkandım...
Ayağa kalktı,kapıya doğru yöneldi sonra geri dönüp baktı öylece.Beklediği neydi anlayamadım.Sonra suratıma kapanan kapıda hançer yarası gibi bir hatırayla gitti.Ondan sonrası ayaz,ondan sonrası tipi sonrası yağmur sonrası çamur...
18 kış haberini almadım,6570 gün bahar uğramadı yurduma,197100 dakika seni düşünmekle geçti.Anlamsız insanları sokmadım ne hayatımın ne anılarının içine,anlamsız türküleri okumadım yine.Her türküm yüreğe diken hala...
Birgün senden geldiğini söyledikleri bir notla çaldılar kapımı.Yeni bir hayat kurmuşsun kendine.Ne bileyim işte,pembe dünyanın aynı tondaki yaşamını yaşıyor muşsun.Şairin dediği gibi: "Konuşsanda anlaşılmaz olacak/sen anlatacaksın yalanları/o duyacak inanacak..."
İnandım o nota.İki kristal damlasıda benim gözlerimden bağlamamın tellerine düştü.Ne çok gözyaşı var bağlamamda.Acaba Rojbin’in de gözyaşları var mıdır?
Aylardan zamanertesi,günlerden kırkiki idi sanırım.Bir haber kanalında Roşna diye bir kızın yerde kanlar içersindeki cesedini gösteriyorlar.Bana gönderdiğin not şimdi çok daha fazla canımı acıtma rolünde.Nasıl anlatmalı seni,notalar beni terkedeli 18 kış ediyor,bir güzelin tasvirine 5000 yıl uzağım şimdi...
Sonu malum yolu benimle yürümek istememişsin.Kaç kez beni sensiz mutlu gördün.Kaç umudum kaç neşem sensizdi.Gitmekle korudun mu beni?!!...
"Ey gözyaşım! Seni bir hazine gibi dertli günümde dökmek için sakladım,şimdi Fırat gibi deli,Dicle gibi mağrur ak...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.