Rüzgarlı Oda
‘Doğal gazı yine sonuna kadar açmışlar’ diye söylendi.Neydi ki bu ‘sıcakhayranlığı’ .İşte o yüzden böyle devamlı hasta oluyordu herkes.
Arkaya, oturma odasına doğru yavaş yavaş yürüdü.Bütün camları açıktı oturma odasının.Ön taraftan gelen güneş ile gün boyu ısınan,kışın bile bazen oturulamayacak kadar sıcak olan salon ile kıyaslandığında burası cennet gibiydi onun için.Uçuşan perdelerin ardında artık doğru düzgün göremeyen gözleri ve bembeyaz sakalı ile pencerenin yanında, aynı yerine oturdu yaşlı adam. Sanki şehrin bütün rüzgarı buradan doğuyor,odanın her tarafında dolaşıyor ve uğultusu ile bir şeyler anlatıyor gibiydi.Torunları bu odaya bir ad takmıştı ‘ Rüzgarlı Oda’ ...
‘ Ne kadar da çabuk geçti her şey: Çocuklarım büyüdü,koskocam torunlarım var ...Aynadaki yüzüm ,ne kadar da yabancı geliyor şimdi bana ....Ama,ben ...Erciyeş dağının eteklerinde oyun oynayan ,ağaçların tepelerinde dolaşan,baharda arı kovanlarından bal çalmaya çalışırken eli,yüzü şişen o yaramaz çocuğu ; kendimi o kadar net hatırlıyorum ki..’ diye düşündü ak sakallı yaşlı adam. Gençlik günlerinin telaşı geldi aklına. Koşuşturması....,Nasıl da olmayacak gibi geliyordu her şey? ‘ Her şey bitiyor.’ dedi içinden. Her şey bitiyordu. İyi de ,kötü de...
Rüzgar öyle hızlı esti ki birden. İçerideki odalardan çarpan kapı sesleri geldi.Yaşlı adam rüzgarı dikkatle dinledi. Çocukluğundan kalma bir alışkanlıktı bu: Her rüzgar esişinde dikkat kesilip,rüzgarı dinlemesi. Amcası bir keresinde ona rüzgarın yaşayan bir varlık olduğunu ama bunu algılamamızın mümkün olmadığını söylemişti. Dünyadaki her nesneye dokunup ,her şeyi gören ,duyan bir maddenin; hele bir de hareket kabiliyeti varsa akılsız olmasının mümkün olamayacağını anlatmıştı ona.Aslında kimse amcasının laflarını dinlemezdi.Biraz uçuk bir adamdı o hep.
Küçüklüğünün yaz aylarında,bağ evinin arkasında akşam yemek vakti gelip de herkesin bir yerlere kaybolduğu anlarda karşısında yükselen bir dev gibi duran Erciyeş dağından gelen rüzgarı dinlemeye,hissetmeye çalışırdı. İlerideki yaylanın çiçek kokularını getirirdi rüzgar. Biraz daha dikkat ederse rüzgarın geçtiği yerlerin;kim bilir , başka kıtaların kokularını,seslerini duyabilirdi belki de. En çok hiç görmediği denizin kokusunu ,sesini duymak istiyordu o zamanlar.
Yıllar sonra İstanbul’a gelip bu 3 katlı ahşap evi yaptırırken çatıya büyük bir balkon eklemişti bu yüzden. Şehire, tepeden bakan bu balkonda denizden esen rüzgar yüzüne vururken oturup dinlemek ve dinlemek için.
Epeydir çatı katına çıkmamıştı. Artık onu ancak bastonla ayakta tutan bacaklarına çok kızgındı bu yüzden. İlk çocuğu doğduğunda nasılda garip olmuştu.İçinde ki çocuk işte o zamanlar büyümeye başlamıştı. Çocuk olmanın avareliğinin yerini büyük olmanın sorumluluğu almıştı. ‘ Nerden dolu bu düşünceler aklıma şimdi’ diye düşündü. Artık onlar da çocuk değildiler. Kazık gibi olmuştular. Kendi evleri,kendi çocukları, kendi koşuşturmaları vardı artık onlarında.
Ne kadar büyük oldukları fark etmiyordu ki onun için ; o onlara her baktığında geceler boyu kollarında sallaya sallaya uyuttuğu bebeklerini görüyordu hala. Dışarıda güneş batmak üzereydi. Karşı camiden gelen ezan sesi ile düşüncelerinden sıyrılıverdi. Kalkıp Akşam namazını kılayım bari dedi..
Odanın içini bir dere sesi doldurdu birden. Kekik kokusu geldi burnuna. İçerideki odaların kapıları kırılacakmış gibi çarptı. Sesler vardı şimdi odanın içinde; eski seslerdi bunlar, bu seslerin çoğunu artık unutmuştu :Annesinin,babasının sesi,kaybettiği arkadaşlarının hatta şu köpek havlaması...Bu onun sokakta bulupta beslediği ,öldüğünde günlerce ağladığı köpeğinin sesine ne kadar da çok benziyordu.
Ürpermişti ama yavaş yavaş kalktığı yere tekrar oturdu ve dikkatle dinlemeye başladı.Suratındaki gülümsemeyi hiç kimse göremedi o an .Yedi yaşından beri dilini anlamaya çalıştığı dostu en sonunda onunla konuşmaya karar vermişti.’neden şimdi,neden bu kadar zaman bekledin?’ dedi. Uğultu odanın her tarafından geliyordu. Sesler odanın her tarafını sarmıştı.Başka dillerden ,başka ülkelerden sesler. Dünyada konuşulmuş, veya konuşulan her söz odanın içinden geçiyordu şimdi. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama Rio ‘da ki balıkçının ya da Bankkong’da ki sokak satıcısının sesini aynı anda diğerleri ile birlikte anlayabiliyordu. Ne muhteşem bir şeydi bu ...Bir ses olup rüzgara karışmak,dünyadaki diğer seslere katılmak çok kolay geldi bir an.
Oğlu,babasını pencerenin yanındaki yerinde buldu eve geldiğinde.Başı öne düşmüştü.Dudaklarında bir tebessüm.Babası artık nefes almıyordu. Bütün acısına rağmen başka bir şey daha dikkatini çekti. Perdeler uçuşmuyordu ,rüzgarlı oda daha önce hiç böyle sessiz olmamıştı....
Rüzgar buradan gitmişti..