- 1582 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BIYIK ALTINDAN GÜLMEK
Televizyon kanallarından birinde yayınlanan ,sabah proğramını seyrediyorum. Proğram -ların olmazsa olmazlarından bir kadın bir erkek sunucu.Soruyu soran da,yanıtlayan da onlar.Konukları tam sorulan soruyu yanıtlayacaklar ama, ne yazık ki bu proğram için ayrılan süre- nin sonuna geliniyor.İzleyicilerin de :
-Hay sizin hazırlayacağınız proğramın, diyecekleri zaman gelip te, çoktan geçmiş oluyor doğal olarak.
Toplum olarak kendi toplumumuzun bireylerine neden tahammül edemiyoruz,anlamak mümkün değil.Vaktiyle tahammül edemediklerimizden, kansere çare bulduğunu
söyleyen- adını yanlış anımsamıyorsam - bir Ziya Özel vardı. Kendi insanımızın fikirlerine tahammül etmeyen zihniyet,ona ta Amerika’larda aldırdı soluğu.Bir gazete,
zakkum çiçeğinden kanserin bir türüne karşı ilaç buluşu için ,ona bir zakkum çiftliği kurulduğunu yazmış.Bizim ülkemizin bilim adamları ise,onu şarlatanlıkla suçlamış-lardı.Ben her şeye rağmen, bizim insanımız bir buluşu olduğunu öne sürüyorsa ;ona fırsat verilmesinden yana olanlardanım.Ne kaybedeceğiz ki kazandığımız bir şey olmasa bile.Sözde, bir buluşunu açıklamak üzere insana bir fırsat vereceksin ;sonra onun karşısına canlı yayında bir akademisyen ve konuklarına söz hakkı vermeyen iki
sunucu ile dünya yansa içinde eski bir hasırı bulunmayan diğer bir aktrisle çıkacaksın.Sonra da adamın sinirlerinin sağlamlığını test edercesine, bıyık altından güle-
ceksin.Ben televizyonda haber proğramı izlerken:
-Bilmem hangi ülkede yapılan bir araştırmaya göre,diye başlayan bir haberi, insanların pür dikkat dinlemesi beni kasar aynı araştırmayı bizden birilerinin yapması dinleyenler açısından hiç önemsenmiyorsa.Kendi insanımızın ürettikleri, bizim niçin ilgi alanımızda olması gerektiğinden daha az yer alır da,başkalarının ürettikleri daha çok yer alır anlamak olanaksızdır.Bir yabancı hayranlığıdır sürer gider üretim alanında.Bunun bir bakıma yerli üretimin kalitesini artırdığı söylenebilir iyimser bir tavırla ama, biz küstürülen nice insanları da düşünmek zorunda değilmiyiz?
………….
Nizip’te banka müdürüyüm.İşim gereği esnaf ziyaretleri yapıyorum.Elektronik eşya satışı yapıldığı vitri-ninden belli bir dükkana giriyorum.Bankacıyız ya.Dükkan sahibinin kılık kıyafetine göre nabzına şerbet verip,olumlu ilişkiler kurmak amacımız.İşyeri sahibi namaz kılarken giyilen bir takke ile oturuyor masa başında.Bunedenle ,işyeri sahibine karşı davranışımız değişik olur haliyle.Bankacılık yapıyoruz.Hayatında hiç camiye git-
memiş müdürler bile bulunduğu yöre esnafının görüşü doğrultusunda ,namaz vakitlerini kaçırmaz olurlar iyi bankacılık uğruna.Bir arkadaşımın, Alevi mezhebinden
vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı bir ilçeye banka şube müdürü olarak atamasının yapılmasını istemiştim bölge müdüründen.
-Müdür bey.Oraya daha tecrübeli birini tavsiye et.Bence daha iyi olur,demişti bölge müdürü.
Ben de:
-Sayın müdürüm.Bu arkadaşım tecrübe eksikliğini çalışma gayreti,yeni müdür olma hevesi sayesinde çok
kısa bir zamanda giderir.Göreceksiniz ilk altı ayda her şeyi ikiye katlar,demiştim.
Bölge müdürü de:
-Hatırın için kabul ama,ilk altı ayın sonunda başarı sağlayamazsa onu alırım oradan,demişti.
Ben ilk altı ayda ikiye katlar demiştim ya, arkadaşım on kat artırmıştı mevduatını oradaki Alevi mezhebinden olanlarla çok iyi ilişkiler kurmasından ötürü.Nabza gö-
re şerbetten açıldığı için laf bizi nereden nereye getirdi. Gelelim biz Nizip’teki iş yeri sahibinin namaz takkeli olduğu ,her haliyle elektronik eşya satışının yapıldığı belli dükkana.Dışarıda yılda birkaç kez görülebilen bir yağmur yağmasına rağmen,hava sıcaklığı nedeniyle kapı açıktı.İçeri girerken:
-Selamünaleyküm,dedim yüksek sesle iş yeri sahibi takke giymiş adama.
İş yeri sahibi Arap şivesiyle:
-Ve aleykümselam,dedi ayağa kalkarak.
İlçeye bir hafta önce tayinim çıkmıştı
-Hayırlı olsun,dileklerini kabul etmiş, bu sefer ben çıkmıştım iadei ziyarete.
Tabii ben bankacılık yapmak için gelmiştim.Şu esnaf bana geldi.Bu esnaf gelmedi ,
diye adam seçecek lükse sahip değildim.Sıra atlamadan cadde üstündeki bütün esnafları ziyaret ediyordum.Bu
dükkan sahibine kendimi tanıttığımda adam çok utandı
bana hayırlı olsun için gelmediğine.Ya da o da esnaf
olduğundan öyle göründü:
-Çok özür dilerdim sayın müdürüm.Ben de memur
olarak size hayırlı olsuna gelmem gerekirdi.Beni mahcup ettiniz.Haberim olsaydı mutlaka gelirdim.Ben cami imamıyım.Burası benim hanımın üzerine .Namaz vakti dışında ,caminin temizlik işini de yaptıktan sonra ,bir sürü boş zamanım oluyor.Memur maaşıyla geçinmek zor.Ek iş yaptığım için,kimseye muhtaç olmadan geçim temin edebiliyorum.Dört çocuk var ellerinizden öperler. Hepsi de okuyor.Bir ara hanımla birlikte evde örgü
makinesi çalıştırdık.Tekstil işindeki kriz bizi mahvetti.Ben de bu işe başladım.Allah bereket versin .İşim iyi. Peşin alıp peşin satıyorum. Az olsun öz olsun diyoruz. Urfalı
ithalatçıya açıyorum telefonu.O diyor ki şu kadar dolar.Cebime koyuyorum paramı. Gidiyorum Urfa’ya. Al gülüm ,ver gülüm. Havale bile kabul etmedikleri için bankaya işimiz düşmüyor.Yoksa sizin geldiğinizi mutlaka duyardım,diyor.
-Önemli değil,diyorum ben de.
İmam el çabukluğu ile masasının altına eğildiği gibi bir elektrikli cezveyi çıkarıp takıyor prize.Sonra:
-Sayın müdürüm !Türk kahvesi mi, yoksa nestkafe mi alırsınız,diyor.
-Ben Türk kahvesi alayım,diyorum.
-Hemen,diyor imam efendi.
Kahveleri içerken devam ediyoruz sohbete. Her sohbet başlangıcında olduğu gibi imam efendinin ilk sözü:
-Müdürüm memleket neresi? oluyor.
Ben de sanki Bilecik’li değil de başka bir yerden olsam, böyle bir soru bana sorulmayacak- mış gibi başlıyorum anlatmaya.Sivas’tan geliş nedenim,çocukların öğrenim durumu, Bilecik’te başlayan iş hayatım falan filan.İmam benim anlattıklarımı laf olsun diye dinlerken, hem de arızalı çıktığı için iade edildiğini düşündüğüm küçük
bir televizyonun arka kapağını açarak içine bakmakta. Arada bir başını dışarıya çıkarak ta:
-Müdürüm dinliyorum. Kusura kalma. Demin bir müşterim getirdi, diye bana ağız etmekteyken Bilecik adını duyar duymaz hemen masanın üzerinde duran televizyonu kenara çekerken:
-Vay hemşerim sen beni bağışla, diye başladı yalvarmağa.Benim ailem de buralara beşyüz sene önce gelmiş.Söğüt’ten gelmişiz biz. Buralara gelince memlekete duyulan özlem nedeniyle Söğütlü diye bir köy kurmuşlar. Ben o köydenim ama, aslımız Söğüt’ten gelmedir senin anlayacağın.Sen başkalarına sorsan:
-Yavuz Sultan Selim Mısır’a sefer düzenlemeye karar verince,önce bizim dedelerimizi buralarda iskan etmiş.Bir kışı burada bizim dedelerimize misafir olarak geçirmiş.Askerlere , atlara bir kış boyu bizim dedeleri miz bakmış,diyecekler.Bana sorarsan ben biraz araştırdım işin aslını.Biz buralara gelmeden önce aleviymişiz.
Dedem dedelerinin söğüt’te bağcılık yaptığını,Sünniler bağdan getirdikleri üzümlerden pekmez kaynatırlarken dedelerinin şarap kurduğunu anlatırdı.Ben buradan yolla çıkarak atalarımın Alevi olduğunu tahmin ediyorum. Tabii buraların çoğu Arap.Biz buralara gelince şivemiz bile değişmiş.Sünni olmuşuz.Geleneklerimizin bir çoğu unutulmuş.Aman canım ne fark eder ki.Adama sordum:
-Alevi misin yoksa Sünni misin? diye.
Böbürlene böbürlene:
- Sünni Müslümanım elhamdülillah,diye yanıt verdi.
-Peki, dedim. İslamın şartlarından hangisini yerine getirebiliyorsun?Söyle bakalım. Aval aval yüzüme baktı hiç bir şey diyemeden. Ben burada imam olarak görev yapmasaydım islamın şartlarından hangilerini yerine getirebilirdim kendime soramıyorum.İşimin gereklerini kusursuzca yerine getirmeye çalışıyorum.Anadolu’da ki mezhep çatışmaları sonucunda dedelerimin buraya sürgüne gönderilmesi,Söğüt’ten buralara gelişimiz, beşyüz senelik memleket özlemini burada seninle yadedişimiz artık umurumda değil benim. Huzur istiyoruz.Şimdi bu dükkana ayak bastığım zaman kafamda hep su ile giden otomobil var.İçtiğimiz su iki hidrojen ve bir oksijenden meydana gelmiş .Hidrojen yanıcı bir gaz.Yani bir enerji kaynağı.Oksijen ise yanmayı hızlandırıcı ayrı bir gaz.Ben bu ikisini ayrıştırıp, aynı zamanda da enerji için kullanabilirsem otomobili su ile çalıştırabilirmiyim onu düşünüyorum.
-İnşallah hocam,diyorum bende.Haydi hayırlısı.
Masasının çekmecesinden çıkardığı bileşik kaplara ben- zer, camdan yapılmış bir alet ile , kağıtlar üzerine yap- tığı çizimleri gösteriyor bana.
-İşte sayın müdürüm,diyor.Ben bu alet yardımıyla evimde suyu oksijen ve hidrojene ayrıştırdım.Hidrojenide yakabildim.Şimdi şu çizimlerle benim ellialtı şavrolemde bunu nasıl deneyebilirim onun üzerinde çalışıyo- rum.İşlem basit.Benzinli araba nasıl aynı zamanda otogaz ile çalışabiliyorsa benim sistemde hidrojen gazıyla çalışacak. Burada ilk hareket ve suyun ayrıştırılması için gerekli ısı benzin yardımıyla sağlanıyor.Ondan sonrası malum. Üretilen hidrojen yanmaya başlayınca , artık benzine gereksinim kalmıyor sistemimizde.
-Hocam,dedim.Böyle bir şey olur mu,olmaz mı ben bilemem ama, düşünmen bile benim için çok önemli. Haydi hayırlısı,diyerek ayrıldım imamın iş yerinden.
…………..
Bankaya gittiğimde hala imamın su ile çalışan ellialtı model şavrolesini düşünüyordum. Lisede öğrenci olduğumuz günlerde İsmail Koç adında bir arkadaşımız vardı.Soyadı benzerliğinin onu da rahmetli Vehbi Koç gibi mutlaka büyük sanayiciler safında yer aldıracağını söyler, bununla ilgili bir sürü çizimler yapardı.Endüstri meslek lisesinde okuyordu.Nadir’le birlikte Kenar Ayşe lakaplı bir kadının evinde kirada otururlardı.İsmail güçlü bir çocuktu.Hiç oyun bilmediği halde onyedi yaşında yağlı güreşlere katılmış,acı kuvvetiyle rakibini yenmişti.Bir sabah kirada oturduğu yer odasında sabah sporu
yapmak için odanın ahşap tavanındaki kirişleri kaldırmaya başlayınca üst katta sabah namazını kılan Ayşe teyze zelzele oluyor diye feryat ederek evden dışarıya kaçmıştı. İşte o İsmail’de yaptığı çizimlerle kırkyıl önce hiçbir enerji harcamadan bir otomobille yapacağı seyahatlerin düşüyle yaşardı.Nadir:
-Oğlum boşuna uğraşıyorsun.Bir enerji harcamadan, yeni bir enerji elde edemezsin. Öyle olunca da senin bu araba yerinden bile kalkmaz,derdi.İsmail de:
-Abi !Aklını kullan.Adam bisikletin tekerine küçük bir dinamo koymuş elektrik üretiyor.Bisikletin lambası yanıyor.Ben arabaya o dinamonun çok büyüğünü takacağım. Motor elektrikle çalışacak,deyince:
-O zaman senin arabayı park ederken ,yokuş bir yere bırak.Yada sekiz on kişi bul ittir.Olur mu?derdi Nadir de.İttir ki araba ilk hareketi sağlayıp, tekere taktığın dinamoyu döndürsün.
Nadir’in bütün olumsuz görüşleri İsmail’i hiç yıldırmışa benzemiyordu.Çizimler devam etti.Ta ki İsmail sınıf geçemeyip, tasdikname alana dek.Hızla artan genç nüfusumuzla
bu buluşlar ne ilk,ne de son olacak demek ki...
Yazan:Osman Eker
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.