GÖLGE SESİ
Torna sesi! Ağır gelir! Misafirse eve gelen, katlanamazsın. “Biz alışığız vallahi kaç sene oldu, ohoo oo” diye geçiştirirler ev sahipleri.
Cenaze arabası… küçüğüm .. her şey çok büyük.. annem yüzünü kapatmış elleriyle.. anne! “bak, bir uğurböceği kondu elime .. anneee! Bu kalabalık,, dua sesi,, o çukurdaki babammış.. anneee! Anne ben kör değilim ki,, yüzünüz … yüzünüz anne..
Birden ona kadar sayarken, birçok hayat yaşamak mümkündür… hayır, bunu elbette okulda öğrenmedim.
hayatımız ilk üçte kalmış olabilir,, ama zaman itinayla geçer ve kendini bizden geçirir..
Elveda demenin, edebi bir güzelliği varsa bile, hayatın tam ortasında gerçekleştirmek oldukça güç ister, cesaret ve sağlam bir hüzün ister. Mesela annelerimiz, sevgililerimiz, düşmanlarımız bizden tam olarak ne ister?, bilemeyiz, bir ortak muamma veya orta karar bir gerçek içinde kavrulup gitmek hayat galiba. gazetelerden, takvim yapraklarından, sokaktan, evden takip edilebilir bir yanı da var, dedem yapardı oradan biliyorum.
Taşınıyorum. Babaevi’ydi. Duvarları mutlak nemli, saatleri yavaş, fotoğrafları sarı, geleceği uzun tutulmuştu. İnsan ardında bir ev bırakınca daha çok yoruluyordu.
Tahtalar gıcırdıyor, perdeleri almayacağım, kalsınlar.. halıları sardırıp koridorun sonundaki geniş dolaba koydurttum,, küflü eski, ağır işlemeli halılar.. evdeki 3 saatten birini duvarda bıraktım, neden yaptım bilmiyorum,, o saat kalmalıydı.. yaşanmayan bir evde bile zaman akmalı, diye düşündüm.
Büyük evin en geniş odasına giriyorum, misafir odası.. yeşil koltuklar vardı, büyük minderli, oldukça rahat, tahtaları sağlam koltuklar,,
“Oğlum zıplayıp durma koltuğun üzerinde, toz kaldırıyorsun, boşuna mı temizlik yapıyorum ben?! Yahu dolaşmasana ayağımın altında!!” Annem..
Tahtalar gıcırdıyor, koltukları ihtiyacı olan birilerine verdim. Onca yıl sonra hala çok sağlam ve rahattılar. Ben o koltuklarda zıpladım, üstüne çıkıp elimde tahta kılıcımla zaferimi kutladım, babam bağırınca gidip tünedim.
Babam.
“Anne, ben o odaya neden giremiyorum?!”
“Çünkü çocukların odaya girmeleri yasak… baban birazcık hasta, o iyileşene kadar yanına gitmeyeceksin, anladın mı yavrum?!”
Anlamamıştım. Çok sonra anladım. Çok, çok sonra. Ölümcül hastalığın keskin ve yağlı kokusu bütün eve sinmişti oysa. Ama anlayamamıştım. Kapı aralığından yataktaki o kemik yığınını gördüğümde bile anlayamamıştım. Nasıl anlardım ki, çocuktum, hele ki ben biraz daha çocuktum… annemle ve babamla kısa zamanda yapacağımız gezilerin hayalini kuruyordum. Her şey iyi olacaktı,, nasıl yani, ne kötüydü ki?! Gayet mutluyduk, sabah telaşımız ve akşam soframız vardı, iyiydik işte, daha ne olsundu?!
Kafamda onca düşünce, boşluğun arasından, duvarların konuşmalarını duymadan, kendi odama gelmiştim. Evin diğer odalarına nazaran daha küçük, ama zamanında biraz daha onarıldığı hemen göze çarpan bu odada ne ülkelerin başına geçmiş, onca askerin komutanlığı yapmış, kahramanlarıma hayat vermiş, düşmanlarıma hiç acımamıştım. Güzel rüyalardı. Gerçeğimin kuvvetli olmasını sağlayan, güzel rüyalar..
“Anne tavanda böcekler var!! anne üstüme geliyorlar.. anne yatağımmm, anne eller, eller anne.. anne böcekklerrr!”
Ateşlendiğimde, yalnız kaldığımda, odanın tavanı üzerime doğru akardı. Sırtında bir ekmek parçası taşıyan kocaman böcek gezinip dururdu. Hep aynı görüntü. Bazen üzerime doğur gelirdi, çığlığıma annem koşardı,, sirkeli suyla koltukaltlarımı, bileklerimi ovalardı. Kıpırdayamazdım sanki. “Anne, böcekler anneee!
Kimin eli bunlar, bunlar kimlerin elleri anne!? Sırtımda bir ekmek parçası,, taşıyamıyorum anneee! böceklerrr!
“Başka götürülecek bir şey kaldı mı abi?!” Nakliye çalışanı adamın sesiyle irkiliyorum, boş odanın ortasına bağdaş kurup, başımın ellerimin arasına alıp oturmuş, dalmışım…
“Hayır, hayır başka bir şey kalmadı .. hepsi gitti” bu adam keşke beni de oturduğum yerden kucaklayıp kamyona koyup götürseydi. Bir an o kadar istedim ki bunu. Çünkü aklıma düşenler beni bırakmıyordu, sesler yankıdıkça büyüyorlar, tepeden tırnağa içlerine çekiyorlardı.
“Anne koş, televizyonda askerler var! Anne sokağa çıkmayacakmışız..”
Çıkamadık. Çıkamadım, sokağa, parka, en büyük zevkim olan akşam bakkala ekmek almaya. Yeşillenmişti her yer. Ama baharda falan değildik.
Sonrası ölü kuşlar ve kelebekler. Sokaklara serilmişlerdi. Yasak.. yas.. ak bir gelecek beklerken şimdi sadece yas…
Ben buraya döndüm. Nereye gitsem içimde daha da büyüdü bu ev. Benim yalnızlığım olarak, benim neşem ve korkularım olarak. Yetişkin ruhumu feda ettim çocukluğumun esrarlı günlerine. Babam ve annem hayatla uzlaşmış insanlardı bu yüzden hayatlarını hiç yaşayamadılar. Oysa ben ne hayatla ne de hayallerimle uzlaşabildim. Ortada kaldım. Ortanın da ortası bir keşmekeşte eğrilip büküldüm. Köşeler kazandım. Köşeler kaybettim. Doğrusunu söylemem gerekirse ben, çok fazla akladığım için kendimi, hep suçlu kaldım.
Uzun koridordayım. Çocukken bu koridor hiç bitmezdi sanki. Koridorun tam ortasında iki basamak vardı.. yürürken dönüp dönüp arkama bakardım, bir şey beni takip ederdi, elini omzuma koyardı, korkup basamaklara otururdum beklerdim. Şimdi de o koridoru yürümeyi gözüm hiç kesmiyor. Aynı baskı, aynı takip. Aynı telaş.
“Nereye gideceksin beni bırakıp. Bu hasta yatağımda kalacağım. Baban da yok zaten… nereye gideceksin?! Arkadaşların arkanı kollamazlar bizim gibi,, seni oynatıyorlar oğlum parmaklarında, yapma gözünü seveyim, otur oturduğun yerde!”
Oturduğun yerde nereye kadar oturabilirsin ki anne?! Hayat seni istemez mi?! Elin kaymaz mı, kötülüğün depreşmez mi, sancın çoğalmaz mı, gençliğin yangına alev eklemez mi?!
Bitmesi gerekti. Merdivenlerden inip kapıyı kapattım. Evden bir ses geldi. Bir çıtırtı. Bir çatlama sesi. Ev gülmüştü hınzırca, biliyordum, benimle alay etmiş ve beni salmıştı işte başından sonunda. Derin bi nefes alıp, boğazımı temizleyip, hafızamı sakinleştirip, sokağa son bir kez daha bakıp, geçmişten gelen ayak seslerini ve sokak satıcılarının, çocuk oyunlarının korkutucu güzelliğinin yankılanmalarını, mahalleyi kaplayan tornacı dükkanlarının ağır gürültülerini kulağımdan atıp oradan uzaklaştım. Ama biliyorum ki, nereye gidersem gideyim, orası benden asla uzaklaşmayacaktı.
GÖLGE SESİ Yazısına Yorum Yap
"GÖLGE SESİ" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.