- 1480 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ne Zaman Geliyorsun ? (Mizah)
Ne Zaman Geliyorsun ?
(1.gün)
Her şey damadın Paris Büyükelçiliğimize atanmasıyla başladı.
Ön hazırlıklar bittikten sonra damadı yolcu ettik. Paris’te göreve başladı. Sonra bir ev tuttu ve çocukları yanına istedi. Pasaportlar hazırdı zaten. Sadece vize alınacaktı. Kırmızı pasaport için de vize isteniyormuş.
Fransa’nın Ankara Büyükelçiliğine vize için başvurduk. Elçilik bizden torunların aşı belgelerini istedi. Nedeni ise çocukların Fransız arkadaşlarına şap hastalığı bulaştırmasını önlemekmiş…
Aşılar yapılalı sekiz yıl olmuş, belgeler de kaybolmuştu.
Ben de aşıyı yapan sağlık ocağına başvurdum.
Başhekim muhtarlıktan ikamet belgesi istedi. Muhtara gittim. Bilgisayara baktı ve kaydını bulamadı. Polisler, yerlerinin teröristlerce tespit edilmesini önlemek için muhtarlıklara kayıt belgesi vermiyorlarmış. Kayıt bulunamayınca muhtar da nah, veremem gardaş dedi.
Muhtardan emniyet müdürlüğüne gittim. Damadın adını vererek, oturduğu yeri gösteren belgeyi aldım. Tekrar sağlık ocağına giderek başhekimin masasına indirdim.
Başhekim olmaz dedi. Muhtardan getireceksin.
Bu arada mesai bitti.
*
(2. gün)
Bu derde düçar olmuş dostlarda ne kadar akıl varsa hepsini de topladım ve benimkini yedekte bıraktım.
Toplama akıllarla yeniden sağlık ocağına gittim ama başhekim yerinde yoktu. Sordum soruşturdum. Toplantıdaymış. Öğleden sonra gelir dediler.
Öğleden sonra gittim. Başhekim hala yok. Toplantı devam ediyormuş demek ki. Elbet gelir diye beklemeye başladım. Beklerken de jeton düştü. Her başhekimin beş on tane de yardımcısı olması Türkiye gereğiydi. Başhekim yardımcısını sordum. Burada öyle biri yok dediler. İlla ki, başhekim yardımcısı arıyorsan devlet hastanesine git, diye de akıl verdiler.
Verilen bu aklı da akıl torbasına doldurarak beklemeyi sürdürdüm. Sonunda mesai bitti. Yarın sabah gelirsen başhekim burada olur dediler. Anlaşılan başhekim bu gece toplantı salonunda yatacaktı.
Allah bilir dedim ve evin yolunu tuttum.
Çocuklar Ankara’da. Oradan günde on kere arayıp aşı belgesini acele istemeseler sorun yok. Ömrümce bekler ve koştururdum ama ne yazık ki, durum acildi.
Eve gittim.
*
(3.gün)
Tekrar muhtara gittim. Belki minnet rica devlet sırrı niteliğindeki bu ikamet belgesini alma umudum vardı. Muhtarlar başbakanlık ayarında mevki makam sahibi kişiler olduklarından sorumlulukları yoktur. Bu nedenle muhtarın yüce makam odasının kilitli olduğunu gördüm. Yan taraftaki fırından muhtarın nerede olduğunu sordum.
Namaza gitti, dediler.
Saatime baktım. Mesai saatiydi. Ancak muhtar da haklıydı. Nasılsa devletin verdiği maaş yetmiyordu. Bari camiye giderek biraz cennet kazanayım, diye düşünmüş olmalı. Ben de camiye giderek namaz kılmak ve muhtarın bir an önce bürosuna gelmesi için tanrıya dua etmek istedim ama dualarımın kabul olmayacağını düşündüğümden gitmedim. Hani ola ki, dua için de imam ikamet belgesi isteyebilirdi.
Bu tür düşüncelerle muhtarı büroya getirmeye çalışırken ne hikmetse muhtar kendiliğinden geldi. Hemen peşinden daldım büroya. Beni görünce sırıtmaya başladı.
Emniyet müdürlüğünden aldığım ve damadın açık adresinin yazılı olduğu belgeyi masasına bıraktım. İşte damadın mahallenizde oturduğunu ispatlayan belge dedim. Hem de imzalı, mühürlü, resmi belge…
Muhtar yine, olmaz gardaşım dedi. Ben sertleşmeye başlayınca da ‘’Git ister başbakana, istersen bizim Bush’a şikayet et. Elinden geleni ardına koyma .’’ demez mi?..
*
(4.gün)
Çocuklar Ankara’dan telefon edip durmaktalar. Onlar da ilgilenmediğimi sanıyorlar. İyice bunaldım. Arabama binerek yeniden sağlık ocağına gittim. Emniyetten aldığım belgeyi gösterdim. ‘’Bak efendim. Bu belge de resmi belge. Emniyet müdürlüğünün mührü ve imzası var. Damadın sizin mahallede oturduğunu ispatlayan açık adresi de belgede yazılı…’’ diye açıklamaya çalıştım.
Başhekim bir kaşını havaya kaldırarak ‘’Benim işimi bana öğretme. Haddini bil…’’ dedi. Bunu derken de elindeki mühürle bazı belgeleri damgalıyordu. O anda bana bir haller oldu. İşin çözümünü bulduğumu düşündüm. Başhekimin üzerine atladım. Mührü elinden aldım. Boynunu koltuk altıma sıkıştırdım. Öbür elimle de mührü stampaya basıp basıp başhekimin yüzünü, alnını ve ulaşabildiğim yerlerini mühürlemeye başladım. Stampa kayıp yere düştü. Mühüre tükürerek, başhekimi mühürlemeyi sürdürdüm. Ben başhekimin bizzat kendisini aşı belgesi yaparken, koridordan ayak sesleri gelmeye başlamıştı…
*
(Bir hafta sonra)
Aşı belgesi alma gibi bir sorunum yok artık. Bakırköy’de akıl hastanesinin duvarı üzerinde oturup gelip geçen akıllılara nanik yapmayı öyle seviyorum ki, anlatamam.
Geçenlerde biri bana sordu.
-Ne zamandır oradasın hemşerim?
-Beni boş ver. Sen ne zaman geliyorsun, diye yanıtladım.
Mehmet Nacar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.