BUZLU DOLAP
Şimdi düşünüyorum da,öyle olması çok zor olmayan hayallerim vardı.En azından şehri bir kere gezmek,babamın anlattığı o lokantalarda yemek yiyebilmek,muhtarın oğlunun içtiği köpüklü, buz gibi içeceklerin tadına bakmak...Kendi küçücük dünyamda bunları yapabilmek hayaldi. Sonra, köyümüze elektrik gelince; bu masum hayaller birden daha büyük,daha olunmaz hayallerle yer değiştirdi. Artık, bütün dünya evimizin içine girecek deniliyordu. Ama; bunun nasıl olacağını anlamak bir türlü mümkün görünmüyordu.
Bir gün,köyün tozlu yollarından arkasında toz bulutları bırakarak bir jeep geldi.Elinde siyah çantaları olan adamlar indiler. Muhtar onlara bir şeyler anlattı. Köyün bir ucundan öteki ucuna kadar götürdü. Gerçi köyün bir ucundan öteki ucu adımlarla sayılacak kadardı, ama; olsun. Adamlar yine geldikleri gibi toz bulutunun içinde kayboldular.Köye elektrik gelecekmiş. Artık biz de bol ışıkta gözlerimiz kamaşa kamaşa okumanın zevkini alacaktık.
Adamlar gittikten kısa bir zaman sonra, üzerinde uzun direkler bulunan kamyonlar, aynı toz bulutu içinde köyde göründü. Artık hummalı bir çalışma başlamıştı. Direklerin dikileceği çukurların açılması, direklerin dikilmesi, kabloların taşınması, hepsini bizim köylümüz yapıyordu. O jeeple gelen adamlar muhtarla anlaşmışlardı. Emek köylüden, gerisi o adamlardan. O adamlar devletin adamlarıydı. Köyümüzün bir ucundan öteki ucuna direkler dikildi, direklerin arasına beş kor halinde teller çekildi.
Hacı Ali Dayı, sakalını sıvazlaya sıvazlaya yanındakilere dertsiniyordu.”Bre yarenler,bu Aşağıçakıllılar oldum olası şanslı adamlar. Bakın direkleri bizim köyden aşağı doğru iniyor.Yarın bu ceyran geldiğinde, çoğu rampa aşağıya gidecek. Bize sadece sızıntısı kalacak.”
Hacı Ali’yi dinleyenler bıyık altından gülüyorlardı, ancak bir şey söyleyemiyorlardı. Hacı Ali’nin elektrikle tanışması yeni oluyordu. Hele onun hanımı Şerife Teyze. O, daha da görülmeye değerdi. Köyün içi bitip de sıra evlere hat çekmeye geldiğinde; görevlinin önüne çıkmış bar bar bağırıyordu.
--Gavurun dölleri.Başka direk dikseniz ya buraya.!
Görevlinin, bir direkten birden fazla evin yararlanabileceğini anlatmaya çalışması sonuç vermiyordu.
--Ben artık yaşlandım. Daha çok ışığa ihtiyacım var. Bu direkten başkalarına da verirseniz bana az kalır. Ben kimseciklere vermem. diye bağırıyordu. Muhtar, Şerife Teyzeyi zor ikna etti.
Köyümüze gelen elektrik, yanında bir yığın da yenilik getirdi. Daha evvel hiç tanımadığımız ev aletleri, artık ihtiyaç olmaya başlamıştı. Televizyon bütün dünyayı evimize taşımıştı. Ama; anam için çok da önceliği olan eşya değildi. Anam fukara, şehre gittiğinde kardeşinin evinde görüp de bir türlü sahip olamadığı buzlu dolaba kavuşmak için ha bre babama dil dökmeye başladı.
--Ölürsem gözüm açık gider. Bir buzlu dolap muhakkak almalısın. Yazın hem katıklarımız kokmaz, hem de buz gibi ayran içersin.
Babam, o zaman pek anlayamadığım, şimdi düşündükçe daha iyi anladığım bir sebeple/ ki ;bu tamamen yoksulluktan /hep dolambaçlı laflar ediyordu.
--Yazın pınarın suyuna oturtuyoruz ya katıkları. Kışında zaten her taraf buzlu dolap. Ne gereği var ağır pahayla onun. diyordu.
Aradan geçen zaman içinde anam hep bu arzusunu dile getirdi. Babam da, itirazını. Bir gün, sabahın erken saatinde, babamın şehre gitmeye hazırlandığını gördüm. Temmuzun pırıl pırıl sabahlarından biriydi. Hiç birimiz bu ani gidişin sebebini soramadık. Köyümüz hem şehre çok uzak, hem de, öyle sık araba bulunmadığından, çok zorunlu olmadıkça kimse şehre gitmezdi. Ben ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordum ve şehrin nasıl bir yer olduğunu hiç görmemiştim. Akşama kadar babamın gidişindeki esrarı çözmeye çalıştım. Artık ortalık kararmaya, sürüler ağıllarına dönmeye başlamıştı. Anam, akşam yemeğini hazırlamış, kurulan sofranın başında evin direği babamızı beklemeye başlamıştık. Dışarıdan gelen motor gürültüsü hepimizi heyecanlandırdı. Gürültü evimize kadar yaklaşmış ve kapımızın önünde kesilmişti. Köpeğimiz tatlı bir havlamayla babamın geldiğini müjdeliyordu.
Dışarıya çıktığımızda, babam motorun üzerinde zafer kazanmış bir komutan gibi duruyordu. Bir eli cebinde, öteki eli kocaman bir karton kutunun üzerindeydi.
--Gelin.Gelin de bakın size ne getirdim?
Anam...Hatun anamın gözleri parıldadı. Yüzü şafağın ilk ışıkları gibi aydınlandı. Bürgüsünün altından çıkan kınalı saçlarını savura savura bir motora, bir de eve doğru koştu.
--Haydi çocuklar,hazındamından buna yer açın.diyebildi.
O akşam,bütün ömrüm boyunca hiç yaşamadığım bir zevk yaşamıştım. Anamın mutluluğu, bacımın çocuksu sevinci bende çok büyük etki yapmıştı. Hazındamında buzlu dolabı koyacak yer bulamıyorduk. Hani köşeye bıraksak, sanki evimizin baş misafiri rahat edemiyor gibiydi. Böyle bir misafirin, kapı arkasında durması hiç yakışık almıyordu. Bacım;
--Şöyle kapının karşısına koysak da gelenler görse.
Babam saçlarını okşayarak :
--Gösteriş meraklısı olma kızım. Allah olmayanlara da versin. dedi.
Aslında ben de kapının tam karşısına koyma taraftarıydım. Sonunda dediğimiz oldu ve tam kapının karşısına yerleştirildi. Babam bilgece bir tavırla fişi prize taktı;
--Bakın artık kimse ellemesin. Bu çalışmaya başladı. dedi.
Hepimiz buzlu dolabın karşısına oturduk. Odadaki sofrayı da zamanın geçtiğini de çoktan unutmuştuk. Dolabımızdan küçük iniltiler çıkıyordu. Bazen inilti kesiliyor, biz bozuldu mu acaba korkusuna düştüğümüzde, yeniden başlıyordu. Babam, satıcıdan aldığı talimatı bize aktarıyordu:
--Bakın, şurası buz yeri. Buraya koyduğunuz her şey buz olur. Aman ha sıcak bir şey koymayasınız. Öyle zırt vırt kapısını da açıp kapatmayın. Satıcı öyle dedi...
Hazındamında ne kadar zaman oturduk bilmiyorum. Uyuklamaya başlamıştım. Uyursam bu rüya bitecek diye de uyumamak için kendimi zorlamaya başlamıştım. Aslında babam da seviniyordu, ama; sevincini belli etmemeye çalışıyordu.
--Haydi çocuklar artık gidip yatın.
İstemeye istemeye kalktık. Başımı yastığa koyduğumda buzlu dolabımızın iniltilerini duyuyordum. O tatlı inlemeler içinde kurulması mümkün olan en büyük hayalleri kurarken uyumuşum. Rüyamda yine aynı buzlu dolap vardı.
Uyandığımda, bacım elinde bir bez parçası buzlu dolabımızı siliyordu. Aslında silmiyor, akşamdan yarım kalan bir arzuyla onu okşuyordu. Dokunuşları o kadar sevecendi ki; sanki biraz fazla bastırsa kırılacak, büyü bozulacak korkusundaydı. Ben yine dolabın karşısına oturarak uyumadan evvel kurmaya çalıştığım hayallerime, kaldığım yerden devam etmeye başlamıştım.
Bugün düşünüyorum da; evimizdeki aletleri görse acaba anam ne yapardı? Ekmeğin elektrikli bıçakla kesildiğini,çamaşırların da bulaşıkların da el değmeden yıkandığını, bir düğmeyle dünyanın evimize dolduğunu...Daha buna benzer bizim kanıksadığımız yığınla yenilikler. Nazım Hikmetin bir sözü hiç aklımdan çıkmaz. ”Ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim.”buyurmuştu.
Allah nur içinde yatırsın.Anam ne çok sevmişti buzlu dolabımızı...
Mehmet TAŞ /Elbistan
YORUMLAR
sevgili dostlar...
süresini bilemediğim bir zamana kadar allak bullak olmuş iş problemimimden ve yeniden bir var olma mücadelesi vermemden dolayı bir müddet istemeden ayrı kalmak zorundayım sizlerle fırsat buldukca aynı havayı teneffüs edebilmek için gayret edeceğim, tabiiki bu arada pek şiir ekleyemeyeceğim gibi, sizlerden ve o güzel eserlerinizdende uzak kalacağım için üzgün olduğumu bilmenizi isterim...
ALLAH'a emanet olun, saygı ve selam ile...