- 957 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
griydi ölüm ama sen giydin
gökyüzünün gri olduğu dönemdeyiz, yeryüzünde ayarsızlığın hakim olduğu zamanın tam artasından geçmekteyiz. belirsiz bir zamana yine ve yine bir sisli bulvarda bekleyeceğiz, o zamana varan treni. henüz bitti saflık. geç kaldık ve gecikmişliğin yarattığı pişmanlığı solumaktayız. her yer aynı bu ara. memur çocuklarının mum ışıkları altında romantizm aradığı ve ucuz biranın fiyaka bozduğu müphem çağda yaşamaktayız. yalnızlık denilen bir devirde yalnızlığa yüklenmiş yalnış anlam yükünün yalnızlığı baydığını anlayabilen insan bulmak neredyse imkansız. sıtkın olduğumuz bir anda bile negatif bilançolu faaliyet ve anlatımlar sergileyen insanlar arasında yeter olduğunu anlayıp kibarca si..tir olup gidecek insan bulmak olanaksız. kadınlar karşısında divane olup, türlü varyata ve çekişmelere girmektense taşıdığı aleti kesip yemenin çok daha kabul görür olduğunu savunan ve bu düşünce ekseninde yaşamaya çalışan bir insanın erkekliğinden şüphe etmeyecek insanların hepsi çoktan kayıp. tam ortasındayız herşeyin. ya siyahtan beyaza geçişin griliği bu yaşadıklarımız, ya da beyazdan siyaha. ki ikinci tercih doğruysa biz hissedemeden geçip giden beyaza küfürden başka ne yapılır.
tam yeknesak bir zamanın aralığından sızıp düşmüş olmalıydı dünyaya velid. umursamaz ve duyumsamaz bir yaratıktı. ankara’nın herşeyle aynı ve hiç bir şeyden farksız barlarından birinde tanıştığımız üçüncü ayağı sacın. dedim ya bunca yokluk yaşıyoruz diye işte bu fakirlikte altın değeri taşıyan bir yaratık bir yönüyle. velid, az biraz tahsilli az biraz uçuk vede kaçık. çevresinde ucube koltukları dolduran heybet görünümlü paçavra bedenler gibi bir ünüversiteden mezun olsada mezuniyeti ile elinde kalan felsefe ve bırakıt hiç bir aynılığına uymuyordu hemcins ve türlerinin. oysa barbar bile sayılabilirdi ve hatta birazda uçuk ve hatta deli. zaten hep deli denilenler değilmiydi aslında insanın tüm deliliğini yüzüne vurduğu için dışlanıp ekarte edilmeye çalılılan. ama velid ekarte edilemezdi çünkü; oynanan oyunda ona biçilen rol bunu emretmemişti. ve hayat oyununun yazarı henüz ona yok olma direktifi vermemişti.
uzun zaman önce tanıştığım dostuma veda edeli aynı uzunluk geçmişti. onu görmeyişime binlerce nedenim vardı ama ben en çok benzerliği severdim. evet bir benzerimdi velid mami’den farksız benle aynı yani. posta kutumda bir mektup gördüğüm ana kadar aklımda yoktu dünyaya salınmış kopyama dair hiç bir şey. bir zarf ve üzerinde ismim. eve girdim, üzerimi değiştirdim ve masanın üzerine fırlattığım zarfı yeniden parmaklarımın arasına haps ettim. her şey olabilirdi içinde bir kimyasal bir biyolojik saldırı maddesi yada herşey. yıllardan geriye paranoyalığım kalmıştı ve birde beynimi kemiren paranoyalarımı umursamazlığım. ve açtım zarfı kısa sürecin sonrasında. yazı o kadar tanıdık gelmişti ki. ancak en altındaki ismi görene değin sahibini hatırlayamamıştım. evet bir saldırı maddesi değildi belki ancak velid zihnimi patlatacak bombayı sığdırmıştı bu lanet olası küçük zarfa. o kadar bendi ki. hatırlatmıştı zarfa iliştirdiği her ayrıntıda. isimsiz bir zarf, kısa bir not ve zihne etki eden bir bomba. insan en çok kendinden zarar görebilirdi. işte kanıtıydı bu küçük yazıta sığdırdığı.
NOT; uzağımda kaldığın her an adına, bir kopyan daha yok oluyor. yazar son direktifini yazdı. bu kez rolüm ölümdü....
bu notla o kadar çok şeyi uyandırmıştı ki zihnime kurduğum mezarlıktan. ne yoklar kaldı ne varlar. her biri savaşa tutuştu sağ kalan ise sadece yokavar. adresini iliştirmişti sonuna. zarfta yazmadığı adresi. yığıldım ıturduğum koltuğa. kapandı gözüm ve dönmeye başladı şerit. hani ankara sokaklarında derby maçların yarattığı ölüm lü anlarda dolaşmalarımız, sövmelerimiz hayata. sonra kanlar içinde yığıldığımız kavgalarımız. umursamayışlarımız ve yarınsız anlarımız. son gününü yaşadığımız hayatın gelmeyen sonuna sik..ir deyişlerimiz. yaşamadığımız hayalkırıklıklarımız ve daha neler neler. ıssız sokakların müdavimliğinden iplemediğimiz memur çocuklarının babaları kadar memur olmaya terfi etmiş ben ve hala rolüne sadık bir oyuncunun son rolüne yelken açışını canlandıran velid. bir tek ayakta kalanımız belki de ve sadık olanımız rolüne. açıldı gözüm. ve gömleğime bir damla süzüldü. yeryüzü bunada şahit olmuştu nihayet. alacak ve vereceğimiz kalmamıştı. elime geçen kumandayla açma düğmesine bastım o an neye kumanda ettiğini umursamadan. bir kaçış kapısıydı belkide açmayı beklediğim. sızan yaşımdan kaçabileceğim bir kapı. ama olmadı beklediğim kapı değildi açılan onun yerine belki de en vurucu darbe yaşanmıştı. "you are always on my mınd" ve presley. neydi ulan bu şimdi. o kadar çok patlama yaşattıki velidin notu zihnimde haytta kalan tek bir şey vardı "git". üzerime baktım öncesonra kalkıp bir ayna buldum. tanımıyordum ben karşımdakini bana hiç benzemiyorsu oysa az evvel kendi yazımı okumuştum. kendi kendime gönderdğim bir nottu belkide. yeryüzündeki velid halimden gelen. öfke kustum ve parçaladım herşeyimi ve parçalandım toparlandığımı sanarken. duşu açtım ve sıcaklığında medet aradım suyun.olmadı o kadar da aziz değildi su. beceremeyince anladım zihnimdeki patlamaları söndürmeyi.
üzerime bir şeyler giyinmeliydim yeterince üşümedn önce. yeterince üşümenin sırası değildi bunun bilincindeydim. gardrobu açtım son taraflarında sıkışmış can çekişen ve ölmemek için direnen bir swetin sızılarını işittim. aldım sonra baktım doya doya hani velidin sevdiği kıza vurmadan önce işlemiştim ters durmuş kadının organından itibaren kesen kanlı bir bıçağı tutan elin resmini bu swete. üzerime giyindim o kadar bütünleşmiştikki ansızın. buya bedenimi özlediğindendi yada ruhumla uyuşmasından. ama bir an hafiflemiştim. eski bir kot ile tamamlandım. koştum arabaya bindim ve yola koyuldum. gece yarısında vardım adresi içinde taşıyan şehre. adresi ve velidi, yani beni. bir uçurumun burnuna dayadum arabanın burnunu. ve seyrettim yıldızları, ayı ve bulutu. anlar gelip geçti, yaşananlar tek tek. düşündüm herşeyi belkide. ama hala emin değildim gidip gitmemeye evine velid’in.
sonra nedendi arabayı çevirdim ve adrese doğru yolakoyuldum.içimde burukluk ve acı her metre geçişte artıyordu. adeta kor kor yanan bir mağmaya doğru gidiyordum. evin önündeydim. gelmiştim. kapının önünde elim tiredi, kalbim titredi zihnim titredi.bu titreyiştenmiyi belirsiz ama zili çalmıştım farkında bile değilken. kapı açıldı alnım yerden kalktı usul usul.gözlerim velid’i aradı ama bu başka bir suretimdi gözlerimde aks eden. mami. dumur oldum, yokluğunu çekerken ben herşeyin zenginliğe kavuştum. ve acıya için için. açmazda kaldım titremem geçti ama bedenim erimeye başlamıştı bile. göz göze geldim,önce mamiyle sonra kendimle. sustuk! konuştuk! küfrettik kavga ettik bir birimizle. ve bunu yalnızca gözlerimizle yaptık. ve belkide beynimiz bundan bu denli yorgun düştü. öyle ya beyne giden en kısa yoldan enjekte ettik acıyı. gözden bu defa. içeri girdim ve beyaz giysili bir kaç adam ve bir kadın gördüm. adına doktor denildiğini sonradan anlayabildiğim. yatakta ise soluk benzi ve derin öksürükleriyle yatan adamı, velidi gördüm. dondum, üşüdüm en gerçek haliyle ve doğru bir zamanlamayla. bana döndü şaşkındı, kısık ses tonuyla söyledikleri ise beynimde yankılanan avazlara dönüşmüştü. " sen, hiç beklemiyordum gelmeni. aslında hala anlayablmiş değilim neydi seni getiren buraya usta!". geldim velid, sana değil belki de kendime kendi sonumu görmeye". ve gözlerimebaktı önce kendimi gördüm bu ekz sonra velid’i ve en son mami’yi. hani şimdi yazar olmuş eski dostum. yazar yanım yani. hani hastaneye gitmeye yanaşmayan velidi evinde tedavie ttirmeye çalışan. haniüç gün evvel elimde olması gereken mektubu bakmadığım posta kutusunda gördüğümde çoktan sona yaklaşmış velid’in yanına üç gün önce varan mami. sonra ayrıldım anlam veremeden gözlerinden.soğuklaştı bakışları ve beyaz önlüklüler telaşa kapıldı ve uzun çalan hayat çizgisi. bir damla daha aktı gözlerimden ölümümü izlerken.
kayra zoran
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.